Bu hafta medyanın gündeminde Aziz Yıldırım’ın tahliye olması
ve tabi ki tahliyesinin ardından Ertuğrul Özkök ile konuşması vardı…
Cemaat/futbol ilişkisini çözebilmiş değilim, çok da merak ettiğim bir konu
değil doğrusu! Türkiye’de güç odakları
para dönen her alanla ilgilendikleri için, şike davasının ardında başka
güçlerin olmasına şaşırmam.
Ertuğrul Özkök’ün Aziz
Başkan ile röportajının ardından,
Balyoz’da olduğu gibi bu davanın da etkin isimlerinden olan Savcı Mehmet
Berk, açıklama yapmak zorunda kalmış. Cemaatçi olmadığını ilginç bir örnekle
anlatmış: Aramızda Aleviler de var!
İnsanların politik eğilimlerini dinleriyle tanımlamak, inanç
ile düşünceyi ayrıştırmak son yıllarda
kimi zaman bilinçli, kimi zaman bilinçsiz biçimde sıkça yapılan bir
hata. Zekeriya Öz’ün Galatasaray’ı
tuttuğu için davayı Fenerbahçeli Mehmet Berk’e paslamış olması bile,
ne yazık ki hukuğa güvenimizi sarsmak için yeterli.
Mesele ortada suç olup olmadığı bile değil,
Galatasaray’lıların, Fenerbahçe’lileri yargılama meselesi sanki.
Cumhuriyet tarihimiz ne yazık ki haklının haksızı alt etmesi
değil, güçlünün mazlumu ezdiği örneklerle dolu. Güçlülerin mazlumlarla yer değiştirdiği
zaman değişen güç dengelerinin kurbanları azımsanmayacak sayıda.
Ergenekon’da Kemalistlerin, Balyoz’da askerlerin hesabı
soruluyor gibi bir imajın üzerine, Fenerbahçe dosyasına Fenerbahçe’li savcı savunması bile, yargının kendini temize çekme
ihtiyacı duyduğunun bir göstergesi değil mi? Suçlu varsa suçunu konuşun,
dinini, vatanını, cinsiyetini, takımını değil!
Anayasa Mahkemesi
eski raportörü Dr. Osman Can, geçenlerde bir röportajında yargının
siyasallaşması konusuda en çarpıcı örneği, bu kurumlardan Kemalistlerin iyice
temizlendiğini söyleyerek verdi. Kısacası Fenerbahçe’liyi adil biçimde
yargılayamayacağını düşünen savcılar, yargıçlar gibi, Kemalistleri daha kolay
yok edeceğini düşünen bir Anti/Kemalist tayfanın da hükümdarlığı sözkonusu.
Savcı Berk, Fenerbahçe davasının bu kadar büyüyeceğini
düşünmemiş, balyozda olduğu gibi birkaç ayda unutulacağını ve tutukluların bir
bakıma içeride unutulacaklarını düşünmüş, ama evdeki hesap çarşıya uymamış.
Berk’in en büyük dertlerinden biri, artık maça gidememek, çocuğuna Fenerbahçe
fuları takamamakmış. “Ben Anadolu çocuğuyum. Bizim hayatımızda futboldan daha
renkli bir şey olmamıştır” diyor.
İşte ben de tam bu noktada devreye giriyor ve “çok yazık”
diyorum.
Anadolu’yu arşınlayan nice tiyatro kumpanyası savcı beyin
memleketine uğramış olsa ve bu savcının hayatında futbol formalarının yanı sıra sanatın renkleri de girmiş olsa,
Aziz Yıldırım dosyası yön değiştirecek miydi acaba? Farklı boyutlarda
aydınlanan kişilerin hayata bakışları, Türkiye’de son yılda 25.000’i aşkın
siyasetçi, gazeteci, sporcu, bilim adamı, aydın, öğrenci ve hatta çocuğu
tutuklayanların vicdanına nasıl bir etki yapacaktı?
Çocukluklarında sadece penaltıyı değil, birlikte yaşama
kültürünü de alanlar, yönetimi ele geçirdikleri zaman daha adil bir düzen
kurarlar mıydı acaba?
Hep merak etmişimdir, mahkemeye çıkmakla ünlenmiş Aziz
Nesin’ler, Çetin Altan’ların eserleriyle büyümüş kuşağın yargıdaki
temsilcilerinin kararlarıyla hayranlıkları çatışmış mıdır? Ya Tarkan’ı, Deniz
Seki’yi filan yargılayanların çocukları bu sanatçıların hayranıysa?
Peki, Balbay hayranı
bir Allahın kulu Ergenekon savcısı yok mudur?
Anadolu’da futbol topunun sesiyle büyüyen çocuklar, madem futbolcuları takımlarına göre
yargılıyorlar, keşke ama keşke Anadolu’da kitap okuyarak aydınlanan bir kuşak
da yetiştirseymişiz…
Belki yargılama sistemleri değişirdi. Önyargı sistemleri
tamamen silinirdi…
Belki de vicdan muhasebesini
takım tutma kültürü değil, birlikte
yaşama kültürü üzerine kurmayı daha rahatça başarabilirdik.
Not: Bu yazı Aziz Yıldırım’ı seven bir Galatasaraylı
tarafından yazılmıştır.