Haftalardır tiyatroların özelleşmesi, sanatçının halktan
kopukluğu, muhafazakar sanat filan
konularında yazıyor, ama en önemli meseleyi ikinci plana atıyoruz: “Bu işin
içinde para var!”
Bu işin içinde para var ve ne yazık ki inanan kesimin
duygularıyla oynanarak, sadece sanat kurumları üzerinden değil, kutsanması
gereken inanç ve düşünce özgürlüğü üzerinden rant sağlama niyeti var…
Bugünlerde İskender Pala’nın yerinde olmak istemezdim
doğrusu. Divan edebiyatı üzerine kalıcı araştırmalar yapmak, ya da ne bileyim
zorla satılan eserler yazmak yerine, daha çok okunan yapıtlarla kalıcı olmak
varken, para gibi fani şeylerle uğraşıyor üstad. Manifesto yazmak,en azından toplumsal dinamikleri analiz etmek kadar büyük bir ciddiyet
isterken, profesörümüz içi boş bir manifestoya (Muhafazakar Sanat) imza attı. Aslında içi boş değildi ama fikir
yerine parayla doluydu!
İskender Pala’yı, İskender Para’lığa taşıyan iddialar ağır…
Örneğin, İstanbul Belediyesine bağlı Kültür A.Ş’den 3 oyun
için 3 milyon TL kopartan şirketin gizli ortakları arasında olduğu konusundaki
sapık iddialara inanmak bile
istemiyorum.
Bir yandan da Aydınlık
Gazetesi’nin Balyoz konusundaki suçlamalarını tekzip edecek ki, işi çok
zor. Mehmet Baransu’nun balyoz valizinin İskender Bey tarafından taşındığı, adı
Balyoz konulan operasyonun pek gizli (!)
belgelerinin, ordudan ihraç edilen
profesör tarafından basına sızdırıldığı filan iddiaları var ama bu
konular bizi aşar, hem de çok aşar… Biz bavuldaki balyozlar değil, parayla
ilgilenelim…
Örneğin Kültür A.Ş’nin üç oyununun kamu ihale yasasına
uyulmaksızın, tek şirkete hediye edilen ihaleyi, olmayan rakiplerini sollayarak
kazanan şirketin ihaleden 41 gün önce
kurulmasına 41 kere maşallah diyelim… İhaleden sonra da kurulabilirdi değil mi
efendim?
Kadir Topbaş yerinde bir kararla sözkonusu oyunları
durdurdu. Fakir devletimize pahalıya mal olan devlet tiyatrolarının (!)
kapatılmasını konuşaduralım, 3 oyunun sadece dekor, kostümü için 670.000 TL
ödenek ayrılmasına insanlık suçu da denilebilir !!! İnsan o paraya deprem
bölgesinde fay hattına nazır kaçak inşaat tamamlar yahu…
Tiyatro özelleştirilirse kim alır diye yırtındı
bazıları, bense bunun alıcısı mutlak çıkar
diye direttim. Mis gibi binanın otoparkı ve içki satılmayan kantinine göz
diken, hayatlarında hiç sanat kurumu görmemiş, yüzlerce şirket var
ortada…Bunlar kah AKP’li belediyelerin sanat merkezlerini işletiyorlar, kah
Kültür A.Ş ihalesinde olduğu gibi mantar gibi üreyerek, muhafazakar sanatın
öncülüğüne soyunuyorlar. Ancak ne yazık ki çoğunlukla halkın paralarını cukkalayarak, devlete çok
daha pahalıya mal oluyorlar. Başbakanın sanat konusunda yanlış yönlendirildiği
o kadar ortada ki!
AKM kapatıldığı gün, bazı ulusalcı kardeşler Taksim’e cami
provokasyonu yaptılar… Oysa, AKP, AKM gibi geniş rant olanakları olan bir alanı inananlara hediye etmeyecek kadar
akıllı bir parti. Orası dünyanın en güzel otoparkı, ya da İstanbul’un en şeker
alışveriş merkezi,
Taksim’de coplanan öğrenci, işçi, memur kardeşlerime
pansuman yapılan, alkol komasına giren ve topluma kötü örnek olanlara serum
takılan şeffaf bir hastane olsa şaşmazdım. Haşmet Zeybek, ilk protestoda “bütün
dünyayı alışveriş merkezi mi yapacaksınız?” dediğinde, çok haklıymış. Biz
böyleyiz işte! Bir yandan bir şarkı yarışması için “popsal dönüşüm” yaparak
insanları evinden eden Azerbeycan’a kızar, öte yandan Ankara’daki opera, küçük
tiyatroya filan göz dikeriz.
İnançlı insanlar tahrik edilerek, toplumu kamplaştırmak,
hele hele bunu sanat kurumları üzerinden yapmak cehennemde bile kabul
edilmeyecek bir kötü insanlık örneği! Sanatçı, her koşulda
cennete gitmeyi hak eden insandır, ama zaten sanat konusunda hiç iyi sınav
vermeyen bir hükümeti kendi çıkarları için yanlış yönlendiren, bir belediyede
arkadaşlarından gizli biçimde yönetmelik değiştiren sanatçıların cehennemdeki
zebanilerden önce , bu dünyadaki
çocuklarıylas bir vicdan muhasebesi yapmak zorunda kalacakları kesin!
Mustafa Mutlu,
geçtiğimiz hafta tiyatrocuları bugüne kadarki gidişata göz yummakla suçlayan
ağır bir yazı yazdı… Keşke romantik tepkiler vermek yerine, özeleştiri yapacak
kadar sağduyulu olabilseydik…
Yayınlanmayan kitaplar toplatılınca susan, yazarlar hapse
girince konuşmayan, Tekel işçileri yürürken bakan, memur grev yaparken kös kös
izleyen sanatçıların suskunluğu apolitik değil, son derece sinsice! Özünde
kendini televizyon starı olarak kabullendirmek isteyen şaşkın insanların, doğru
ya da yanlış da olsa bir politik duruşları olmadan star
olunamayacağını Oscar törenlerinden bile öğrenemeyenler var…Bu camia, ne yazık ki şahsi çıkarları için işbirlikçilik yapanları da
eleyemiyor.
Şehir Tiyatroları’na birkaç kez müdür olan ve bence bundan
sonra da müdür olacak Abdullah Kaplan’ın görevden alınmasının nedenlerini
tahmin etmek çok zor değil. Tahmin edilmesi ve kabullenilmesi çok zor olan şey, Kadir Topbaş’ın yönetmelik
değişikliği için beraber çalıştık deyip, ortaya çıkma cesareti taşımayan sanatçılarımızın adları, soyadları, doğum
tarihleri ve biliniyorsa analarının kızlık adları!