8 Eylül 2007 Cumartesi

MUTSUZ PAVAROTTİ

Ünlü tenor Pavarotti, ölümle boğuşurken yaşadığı mutsuzluğu bir tatlı huzura dönüştürdü.
Dünyaysa onun için ağlıyor!

Ama o, herhalde mutlu…

Şarkı söyleyemediği anlarda yaşadığı umutsuzluk, Şili konserinde yaşadığı gibi konseri byarıda bırakmak, onun gibi bir sanatçı için, ölümden bile ürkünçtü kuşkusuz.

Edith Piaf’ın, içki ve uyuşturucu bağımlılığına rağmen vermekte direttiği Olimpia konserinde, seyircinin karşısında yıklıdığı an, “Kaldırım Serçesi” adlı filmin en unutulmaz karelerinden biri değil miydi?

Pavarotti’nin en mutsuz olduğu 3 anı şöyle bir düşünürken,üçüncü mutsuz anı bulmam için Hürriyet Roma muhabiri Reha Erus imdadıma yetişti.
1)Konseri tamamlayamama
2) Konserden sonra makarna yiyememe,
3) Ankara Operasında geçirdiği zamanlar!

Pavarotti, Cüneyt Gökçer tarafından yönetilen Ankara Operasından “sesi gevrek ve şişman bulunduğu” için kovulmuşmuş!
Belki kovulmasaydı, 7 yıl öncesine kadar (yasa sanatçıların 65’inde emekli edilmesi şartı koşar çünkü) Ankara Operası’nın mutlu tenorlarından biri olarak kalırdı.
Cüneyt Gökçer’le arası iyi olduğu için, operada yöneticilik bile yapma fırsatı bulurdu belki ama dünyanın arkasından ağladığı bir opera sanatçısı olamazdı!

Usta tiyatrocu Macide Tanır’dan da, Cüneyt Hocayla arası iyi olmadığı için, Ankara’nın ücra semtindeki bir tiyatroya sürgüne gönderiliş öyküsünü dinlemiştim. Hatta prova başlamadan bir gün önce tiyatroyu ziyaret ettiğinde, bir hademenin hummalı çalışmasını görmüş Macide Tanır.
“ Ne oluyor” diye sorduğunda, kendisini tanımayan hademenin,
“ Macide diye titiz bir oyuncu geliyormuş, ona hazırlık yapıyoruz” dediğini anlatmıştı gülerek.

Büyük sanatçılar, sürgünde de olsalar ışık saçıyorlar! Hiçbir sürgünün gücü, onların ışıklarından daha baskın olamıyor.
Pavarotti’yi Ankara’dan sürgün eden felsefe, aslında memleketine kötülük yaparken, dünyaya bilmeden iyilik yapıyor! Küçük insanlarla mücadeleyi kaybedenler, büyük insanlık için çalışıyorlar, büyük insanlığa yardım ediyorlar.

Kimse, Kenan Evren’in elini öpen Şehir Tiyatrosu sanatçılarını hatırlamıyor ama o dönemin 1402’likleri sahneye koydukları başarılı oyunlarla halen alkışlanıyorlar.

Ödenekli kurumlara hakim olan, “yönetimin adamı” olmayı becerememiş Pavarotti. Yönetimin adamı olamadığı için adam mı olamamış peki? Tarih onu Türkiye’den sürenlerin
hatalarını tuvalet kağıdıyla temizliyor.


Mehmet Yılmaz, Hürriyet Gazetesinde 8 Eylül 2007 tarihinde yayınlanan yazısında Pavarotti’nin asıl günahının, iddia edilen gevrek sesi ve şişmanlığı değil, dönemin cumhurbaşkanı karşısında ezilip büzülmemesi olduğunu anlatıyor. Kendisini ayağına çağıran Cumhurbaşkanı’nı rededen büyük sanatçı, ömür boyu varolmayı becermiş.

Eğer büyük tenor Cevdet Sunay’ın karşısında gocunmadan dikilseydi, bir gün Turgut Özal’a Arım Balım Peteğim’i söylemek zorunda da kalırdı kuşkusuz. Belki de iktidarı ele geçirenler darbelerin gür sesi olarak Hasan Mutlucan’ı değil, kendisini kullanırlardı.

“Cadı Kazanı” piyesi belli ki sadece Amerika’da değil, Türkiye’de de oynanmış. İktidarlara muhbirlik, muhabirlik, yeni deyişle de yalakalık yapanlar Ankara’da el üstünde tutulurken,
sanatçı kimliklerini, onurlarını çiğnetmeyenler, sürgüne gönderilmiş. A.B.D, Mccarthy döneminde muhbirlik yapan Elia Kazan’a hiçbir zaman sanatçı payesini eskisi gibi iade etmedi (Kazan bunu anılarında itiraf ediyor) ama rejim karşısında rejim yapmayanlar Türkiye’de birtakım yerlere getirildiler besbelli.

İktidar ilişkilerinde sürekli viraj değiştiren gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, Pavarotti’yi örnek almalılar ara sıra! “Bir devlet adamının ayağına gitmeyi rededen” ve sesinin gevrek, kilosunun fazla olduğu gerekçesiyle rejim karşısında rejim yapmayan kişiyi Türkiye’den sürenler, onu dünyaya kazandırdılar. Yılmaz Güney nasıl yuvadan uçarak dünya sinemasındaki yerini kaybetmediyse, Nazım Hikmet nasıl dünya çapında bir şair olabildiyse,
Lucianno Pavarotti de, yetersiz bulunduğu ülkeden, ayak oyunlarıyla sürgün edildi ama belli ki kimse onun gür sesini kısamadı !

O gün salt Cüneyt Gökçer’e yakınlıkları nedeniyle sesi gevrek, göbeği büyük bulunmayanlar, belki Ankara Operasında hüsrana uğramadılar ama hayatta Pavarotti kadar başaramadılar besbelli.

İktidarlar gelir geçer! Tarih iktidarla birlikte gelip geçenlerin onurunu tuvalet kağıdıyla silmeye çalışırken, iktidara geçirmeyi başaranların ölümsüz aryalarını sonsuzluğa kaydedecektir. Bugün kralın soytarısı olanlara yarın hepimiz ağlayacağız. Bugün sesi kesilenleri ise, büyük tenorlar olarak hatırlayacağız.

( BU YAZI EMİN ÇÖLAŞAN’A ADANMIŞTIR)