26 Nisan 2009 Pazar

GÜZELLİKLER EVİ

GÜZELLİKLER EVİ


Güzellikler Evi nedir bilir misiniz?
Darülbedayi....
Yani Şehir Tiyatrosu!
Bazı dostlarım soruyorlar, nedir takıntın, iki de bir yazıyorsun bu kurum hakkında?
10 yaşında ilk oyunumu Güzellikler Evi'nde izledim ben.
12 yaşında, ilk oyunum Güzellikler Evi'nde oynandı benim.
13 yaşında seyirci bürosunun 001 numaralı seyirci kartına sahibim Güzellikler Evi'nin.
Kendi evim, yani ikametgah adresim, tesadüfen Güzellikler Evi'nin Muhsin Ertuğrul Sahnesini görür (idi), geçmişin mişli zamanında.
Her perde açıldığında, sanki evime misafir gelmiş gibi titizlenmişimdir yıllarca. Sessiz sessiz yürümüşümdür, Güzellikler Evi'nin o günkü konuklarını rahatsız etmemek için.
Kazmalar vurdular Güzellikler Evi'ne. Eyy lemler yaptık yıkılmasın diye.
Kendimi yıkım ekiplerine yıktırırım diyen kişiler birden bire yok oldular.
Onlar Güzellikler Evi yerine, Güzellikler Avının yöneticisi oldular.
Şimdi odam kireçtir benim. Penceremden tuhaf vinçler, sevimsiz makineler görüyorum.
Kültür komitesi bile olmayan İstanbul'un kültür başkenti olması için böyle gerekiyormuş. Susuyorum.
....
Güzellikler Evi'nde, Yeditepeli Aşk adlı oyun ve Yahya Kemal dizeleri yasaklandı alenen.
Bir de bilinip de şimdilik yazılmayanlar var.
Düşünün komşunuzun çocuğu her gün dayak yiyor, ya da namussuz adam içip içip, karısını dövüyor, sizin de güzellikler evinizin içine sıçıyor, ama aile reisi (!) olur böyle vakalar diyor.
Solcu demesinler diye Yeditepeli Aşk'ın yasaklandığında sustum, sağcı demesinler diye Yahya Kemal'in yasaklandığında yine sustum. Kapadım, perdeleri, duymazdan geldim, komşudan gelen çığlıkları.
Zaten güzellikler evinin dayak yiyenleri de razıydı herhalde ki, pek ses gelmedi oralardan.
Arzu Tramvayı adlı oyunun son sahnesinde Blanche yer dayağı kocasından, kardeşi Stella dehşet içinde girer içeri, ertesi sabah bir bakar ki Stella, kocasıyla yatakta. Dayak yiyen razı, dayak atan razı. Bir de çocuk var yolda.
.....
Dün Güzellikler Evi'ne yeni kadrolar atandı.
Ne zordur biliyor musunuz, maliyeden yeni sanatçılara imza çıkması? Krizin teğet geçmesi için devlet daireleri resmi yazıları bile yarım kağıtlara yazdırırken hele?
Sıkıyönetim zamanında, kenanpaşa, televizyona bir komutan atamış. Onbire on kala ışıkları söndürmüş komutan. Gizli gizli gezerken, birini yakalamış.
"Sen kimsin, elektrik tasarrufu yapılacak. Eve gidilecek, git"
" Canlı yayın var komutanım , ben resim seçiciyim. "
" Oğlum, yarın seç resimleri. Eve gidilecek. Git!"
Ankara bir güzellik yapmış A kadro ataması yapmış.
Ama bizim Güzellikler Evi'nde yine çirkinlik hakim!
Apar topar oyun bırakan bir oyuncuyu A Takımına çıkartmışlar.
Ne var bunda demeyin. Tiyatroda rol bırakmak, Leonardo di Caprio'nun Titanic batmadan kaçması gibi birşey. Bu arkadaşımız, gala gecesinde kurumunu zor durumda bırakmış.
Yönetmeni mi beğenmemiş? Olamaz! Çalıştığı kişi, dünyanın en önemli uluslararası yönetmenlerinden biri!
Piyesi mi beğenmemiş? Olamaz! Oynadığı piyes, dünyanın sayılı klasiklerinden: Üç Kızkardeş.
Sözkonusu şahısa yalvarmışlar, yakarmışlar. Herhalde bir dizi, bir dublaj, bir düğünde ekstra, bir sünnette sunuculuk veya daha mühim birşey vardı ki, bırakmış, gitmiş.
Peki, ceza?
O dönemin karnı yumuşak genel sanat yönetmeni, tazminatla ödüllendirmiş arkadaşı.
Yahu, lokantadan kaçan aşçının üzerine kaynar tencere yemeği dökerler, sen devletten ödenek çıkarttırıyorsun, arkadaşı bando mızıkıyla göndertiyorsun.
Güzellikler Evi'nin genel sanat yönetmenliğine vekalet eden yeni şahıs da, welcome armağanı olarak, senfoni orkesrası ile karşılama yapıyor. Arkasına bakmadan kaçan kişiye A takımından kadro veriyor.
O A kadro ki, bir tek Savaş Ay'a nasip olmuş!
O A kadro ki, 7 yıldır, Güzellikler Evi'nde herkes onu bekliyor. Sadece beş A çıkıyor. Biri de, böyle Aaaaaaaaaaaaa kadro oluyor!
....
Güzellikler Evi'nde 21 yıldır stajyer duran sabırlı bir vatandaş var.Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Metin And ustanın en parlak öğrencilerinden olan biri !
İddia ediyorum, bu kilomla 21 yıl at binsem, olimpiyat kazanırım. Tabi 21 yıl yaşayan at bulunursa!
Uzay mekiğinde kıç sallasam, NASA'yı karıştırmayan namerttir.
Güzellikler Evi'ne ödüller kazandıran, başroller oynayan oyuncular, yazarlar stajyer olarak bir ömür boyu kalacak, bir gala için sabredemeyen kişiye A kadro vereceksiniz?
Pardon ama, yarın sabah konservatuar hocaları, öğrencilerinin suratına nasıl bakarlar?
"Burada ses temrini yapmayın hıyar herifler, gidin Ankara'da iş takipçiliği yapın" demezler mi talebelerine?
Güzellikler Evi'nde Bedia Muvahhit olmaya öykünen, bir gün Vasfi Rıza gibi usta bir oyuncu, Muhsin Ertuğrul gibi şerefli bir insan olmayı hedefleyen genç oyuncular, mızrak tutarlarken, o mızrağı bulundukları yeri haketmeyen çirkin aktörlerin (!)
olmayan yüreklerine geçirmeyi düşünmezler mi?
İşin ilginç yanı, İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş, geçen yıl benim de bulunduğum bir yemekte, aynı masayı paylaştığım danışmanı değerli yazar İskender Pala, genel sanat yönetmeni Nurullah Tuncer, İzmit Büyükşehir Belediye Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Nejat Birecik'in yanında, gayet iyiniyetli biçimde, "bu çocukların hakkını yemeyin" diye emretmişken?

Hadi bütün sene Güzellikler Evi'nden gelen dayak, kötek seslerini duymazdan geldik, şimdi emekçilerin haklarına düpedüz tecavüz ediliyor. Bunu da duymayana meydan dayağı çekerler yahu!


--

21 Nisan 2009 Salı

FAZIL SAY YAZAR OLSUN

"Yok mu Fazıl Say'a köşe açacak bir gazete?..Bu kadar mektup, bu kadar isyan, bu kadar polemikten sonra herkesten daha fazla bir köşeyi hak ettiğini düşünmeye başladım.“Bu ülkeden gideceğim” dedi günlerce konuşuldu.Baktı işin popüleritesi tatlıymış, ona buna mektuplar yazmaya başladı...Deniz Baykal'a yazdı, duramadı Ahmet Hakan'a yazdı, Ahmet-Mehmet Altan'ı eleştirdi, son olarak Sezen Aksu'ya mektup yazdı, “Sesini yükseltmek için daha ne bekliyorsun” diye...Son 1 yıldır müziğinden, konserlerinden çok Say'ın mektuplarını konuşur olduk.Bir iki tane daha yazdıktan sonra bu mektupları kitap olarak bastırsın Fazıl Say ya da madem herkese yetiştirecek bu kadar çok sözü var gerçekten başlıktaki önerimi ciddiye alsın.Çünkü kuş kanadına dozunda yazılan mektuplar etkili oluyor da, her hafta bir mektup işin tadını kaçırıyor."
Cengiz Semercioğlu, Hürriyet 18 Nisan 2009

Hürriyet Kelebek Gazetesi editörü ve yazarı Cengiz Semercioğlu ile dünyaya bakışım her zaman aynı olmasa da, pekçok yazısının altına imzamı atabilirim. Fazıl Say'dan nedense pek hoşlanmadığını da Fazıl ile Hande hakkında kaleme aldığı, Fazıl'ın fiziksel özellikleriyle ilgili, kendisine yaraşmayan bir yazıdan sonra anlamıştım.
20 yıl önce ben de Bedri Baykam'ı uzaktan gözlemlediğimde, Cengiz gibi düşünüyordum. DSP ile CHP'nin birleşmesi gibi abuk sabuk bir konuda konuşan bu dahi ressam, resim yapmaya zaman ayırsa, dünyaya çok daha fazla yararlı olur diye geçirmiştim içimden! Solun birleşmesi, laiklik, cumhuriyet gibi konularda herkes konuşurdu ama Bedri gibi resim yapamazdı fazla kimse . Üstelik iyi bir hatip de değildi bence Bedri. Yıllar geçtikçe, keşke Bedri birkaç eksik resim yapsaydı, ya da daha çok Bedri, bu tip konuda konuşsaydı diye düşünür olmuştum. (Gerçi Baykal'ı solda birleşme gibi konularda ikna edebilmek için değil Baykam, Da Vinci'nin bile resim yapmaktan tasarruf etmeye başlaması gerekiyordu ya, neyse, bu ayrı konu)
Sabah mesaiye gider gibi işe giden sanatçılar, işlerini ne kadar iyi yaparlarsa yapsınlar, gıcık etmeye başladılar beni. Dünyanın en iyi oyuncusu da olsa, en büyük şarkıcısı da olsa, en usta ressamı da olsa, ya bir Guernica yaratmalarını bekledim onlardan, ya ne bileyim bir çevreci eylemde kendilerini zincirlemelerini, ya bir imza kampanyasında herhangi bir konuda imza vermelerini, ya da Ferrasini satan bilge gibi, "ben bugün işe gitmiyorum" diyerek başka bir çılgınlık yapmalarını!
Düşünün dışarıda bombalar patlıyor, siz Pastoral'i çalıyorsunuz, hergün aynı notayı aynı biçimde mi yorumlarsınız? Ölüm kamplarında Naziler için Wagner çalıyorsanız, müziğinizin ritmi ve anlamı, şiddeti ve yüreğinizdeki açtığı yara olağan bir resitaldeki Wagnerden farklı değil midir ? Bir sanatçı olarak kendinizi ve dünyadaki yerinizi sorgulamaz mısınız hiç? Dünyanın en büyük sanatçısı da olsanız, yaptığınız işin manasız, kelimelerin kifayetsiz olduğunu düşünmez misiniz bazen?
Biz tiyatrocular sık sık yaşarız bu duyguyu. Senenin başında seçtiğimiz oyunda, oniki ay sonra tıpatıp aynı sözcükleri tekrarlamanın bir anlamı kalmaz bazen. O zaman da kendimizi farklı ifade edebilmek için, başka yollara başvururuz. Kimilerimiz Bodrum'da mandalina büyütür, kimilerimiz e posta iletimine sardırır.
Karanlık günlerde Ürolog Prof. Dr. Ziya Akçetin, kızlarına duygularını bir gazete ilanıyla anlatmak ihtiyacını duyuyor: "Yıllar sonra, Nazi baskısına susarak ortak olmuş Alman babalara hesap sorulduğu gibi bana da baba niye ses çıkarmadın dememeniz için başta Prof. Türkan Saylan olmak üzere öğretim üyesi meslektaşlarıma gerçekleştirilen bütün sindirme operasyonlarına karşı çıkıyorum" diyor. Hiçbir bilim dergisinde, Prof. Akçetin'i, mesleğiyle öne çıkamadığı için, çocuklarına ilan vermekle suçladıklarını sanmıyorum.
22 yaşında Ekin Bernay, London School Of Arts'da dansçı. Eski 19 Mayıs rektörü olan babası gözaltına alınınca, ona facebooktan bir yazıyla sesleniyor. Türkiye'yi defalarca dans yarışmalarında temsil eden Bernay, bu kez kaskatı kesilmiş kalmış besbelli. Kendisini başka türlü ifade etmekten aciz herhalde ki, dansın yerine, yazıya sığınıyor.
"Babam benim...Beni her gün şaşırttı.Aklı, yaşamla başa çıkışı,her anı, tanıdığım herkesten güzel tadışı,üretkenliği, düşünceleri,sevgisi, aşkı,babalığı, arkadaşlığı, dostluğu,liderliğinin yanı sıra gerektiğinde en iyi takım ruhunu taşıyışı,benim için her saniye süren öğretmenliği,ama içinde her zaman öğrenmeye aç öğrenciliği,değer verişi, iyi niyeti,olimpiyatlarda kaybeden atlet için bile gözleri dolacak kadar dokunabildiğim bir insan oluşu,cesur yüreği, büyük yüreği, sevmeye hazır, önyargısız yüreği,bana verdiği güven duygusu,ne yaparsa yapsın, ne derse desin, en doğrusunu bileceğinden en ufak bir şüphe duymamı engelleyen ileri görüşü,elleriyle ameliyat masasında kurtardığı çocuklarla yaşama kattıkları,dünyayı gezerken birlikte, hep en doğru insanla olduğumu hissettiren yol arkadaşlığı...çoğu zaman telefonun ucundaki bir ses olsa da onu gördüğüm anda ait olduğum yere, evime döndüğüm duygusu...üniversitenin aydınlığı, geleceği için yaşamının geçtiğimiz 8 yılını sadece benim değil, binlerce çocuğun babası gibi yaşayışı...Beni her gün şaşırttı babam...Ama bu sefer şaşırdım diyemem.Bugün tekrar yüz binler Anıtkabir’i kırmızıya boyadığında,babam gibi sevdiğim Atatürk’ün evinde,‘Ferit Bernay’ diye bağırıldığında,herkes ‘Burada’ diye cevap verirken gözleri dolan sevdiklerime bu duyguyu yaşattığı,herkesi o eve getirdiği için beni kendine bir kere daha aşık etti, hayran bıraktı.Ama şaşırmadım..."
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, haftasonunda Machiavelli'nin Hükümdar'ından demir alarak, tekneyi farklı yönde hareket ettiriyor, herkesi epey bir şaşırtıyor. Kabinede, kendisini kültür alanında ifade etmesi söyleniyor, baskı yapılıyor ona mutlaka ama belli ki, kendisine ayrılan sınırlı alan bu kez yetmemiş, o daha derin denizlere doğru açılmış.
Fazıl; dünyanın ayakta alkışladığı bu virtüöz, kulaklarını tıkayarak, gözlerini yumarak, hergün başka bir kentte konser vermeye devam edebilir, "ne olacak bu memleketin hali" gibi yarı entellektüel tavırlarıyla kokteyllerde boy gösterebilirdi. Ama farklı alanlarda ifade etmek zorunda kalıyor kendini, sevilmemeyi, antipatik olmayı göze alarak.
Müziğiyle öne çıkmıyor, sivri çıkışlarıyla öne çıkıyor demişsin sevgili Cengiz. Söyler misin, hangi gazetede Beethoven'in konseri manşetten giriyor? Haftanın 7 günü Çağdaş Yaşam için konser veririm diyen, 860 kişilik konserine 1000'in üzerinde katılım yaşanan ertesi sabah Frankfurt'a uçacağı halde, evini Türkan Saylan için açan bu dahi çocuk halen yaptıklarıyla değil,yazdıklarıyla öne çıkıyorsa...
Keşke her hafta değil, her saat bir mektup yazsa!
Keşke sadece Baykal'a, Sezen'e değil, herkese yazsa!
Keşke sadece Fazıl değil, bu memleketin yetiştirdiği tüm büyük insanlar, vatana, millete borçlarını ödemek için, yazsa! Sürekli yazsalar!
Evet, sadece kötüye sövmek için değil, iyiye teşekkür etmek için de yazsalar.
Yazsalar keşke.

13 Nisan 2009 Pazartesi

AYDIN DOĞAN VAKFI ÖDÜLLERİ

AYDIN DOĞAN VAKFI ÖDÜLLERİNE DEVLET ŞÜREKASI KATILMADI,
KEREVİZ, LAHANA, PIRASA ŞAŞAKALDI


Bu yıl Aydın Doğan Vakfı, tiyatroyu taçlandırdı.
Kaşınmaya başladılar....
Hürriyet Gazetesi'nde tiyatro köşesi yok, Radikal'de çok sevdiğim tiyatro eleştirmeni Hasan Anamur'u tatile çıkartmışlar. Posta'da Rıfat Ababay bir yenilik getirdi ama sanırım tiyatro eleştirmenleri ayda 30.000 dolar maaş isteyince, sayfalar kaldırıldı!
Gazetelerinde tiyatro köşeleri yok ama tiyatroyu taçlandırıyorlar.
Kaşınıyorlar.
Geçen yıl da heykele ödül vermişler. Melih Gökçek sinir olmuş.Melih hoca Doğan Grubu gazetecilerine "gezeceğim, seveceğim, görürsün sana neler edeceğim" diye iç geçirmiş uzaktan uzaktan! Kemer Belediye başkan adayı geceyi uzaktan uzağa izlemiş,gelir gelmez ilçedeki heykeli kaldırtmış.
Yahu tiyatroya ödül verilir mi?
Kaşınıyor musunuz?
Uzaktan uzaktan size kızanları, kızabilenleri, kızabilecekleri, sizi kızgın yağda eritebilecekleri hesap etmiyor musunuz?
Yakından kızamazlar zaten çünkü geceye gelmediler!
Efendim, yıllarca Aydın Doğan Ödülü vermek için sıraya giren bakanların hiçbiri bu yıl İstanbul Hilton'a teşrif etmemişler.
Buna da en çok Hilton'un aşçısı üzüldü.
Ödül töreninden sonra yanıma geldi.
"Bakın Nedim Bey, kerevizim kaldı, lahana yapraklarım sarardı, kuskusum renk attı, ben bunları ne edicem dedi."
Acaba Ankara Hilton'a mı gittiler diye düşündük önce. Olur ya, yolu şaşırmışlardır. Hani bazıları parti şaşırıyorlar. CHP'den AKP'ye geçen bakan var, ne bileyim DSP'den MHP'ye geçen belediye başkanı olur, haydi haydi İstanbul Hilton yerine Ankara Hilton'a giden bakan da vardır!
Yok efendim nerede?
Aşçıya akıl verdim, Amerikalıların "doggy bag" (köpek paketi) dediklerinden yapıp, gelemeyen erkana gönderecek.
Ama olaylara aşçıbaşının gözüyle bakmak yüzeysel bir bakış açısı olur tabi!
Niye gelmedi bu şureka onu derrrinden sorgulamak gerek?
Mesela tiyatroya değil de, güreşe ya da futbola ödül verilse, spor bakanı gelir miydi?
Pekala, tiyatroya ödül verilince, kültür bakanı niçin gelmedi?
Acaba, barkovizyonda da olsa Fazıl Say'la karşılaşmaktan mı korktu?
Ya da şöyle soralım: Sözgelimi bu ödül Cüneyt Gökçer hocaya verilseydi, Yıldız Kenter'e verilseydi, birkaç bakan teşrif eder miydi?
Soruları genişletelim: (pardon aşçıbaşım): ödülü Aydın Doğan Vakfı değil de, başka bir vakıf (ama güçlü bir vakıf) verseydi,
kaç bakan gelirdi?
Aşçıbaşından son kez özür dileyerek: Ödül, 2009'da Aydın Doğan Vakfı tarafından değil de, 2007 de filan, statükoyla
biraz daha barışıkken verilseydi, kimler gelirdi. (Right time, right place sorunsalı)
Ödül töreninde Tilbe Saran'la, Zuhal Olcay şarkı söyledi ya, o zaman Ajda Pekkan : "Kimler Geldi, kimler geçti" der miydi?
2009 Aydın Doğan Ödülü tiyatro sanatının saygın ustasına verildi: Genco Erkal'a!
Biliyor musunuz ki, artık usta sanatçı olmanın ötesinde, usta insan olmak gerekiyor.
Genco, usta insan. Çağına tanıklık eden, onurlu, dik duran bir kişi. Şvayk mı oynamış, Übü mü oynamış, Nazım mı seslendirmiş, Sokrates, Galileo ile belleklere nasıl yer etmiş, bunlar ikincil derecede önem taşıyor.
Üç maymunu oynayan onursuz insanların ödüllendirildiği bir toplumda, Genco Erkal, 2009 Aydın Doğan Tiyatro
Ödülü'nü alıyor.
12. Ergenekon Dalllgaası, eğitimin, kültürün, aydınlığın alnına kurşun sıkmış.
O gece 50,000 TL ödülünü Türkan Saylan'a armağan ediyor usta insan Genco!
Oysa tiyatrosu rahatça yeni bir prodüksiyona imza atabilir bu parayla.
İşte usta sanatçının usta insana dönüştüğü an.
Ve tabi Aydın Doğan Vakfı'nın kaşındığı an.
Hem karikatür ödülü, hem heykel ödülü, hem tiyatro, biraz fazla.
Aşçıbaşı, gelecek yıla kuzu kapama yapıyor. Yemekler artarsa kıyameti kopartır.
Bakın: En iyi gökkdellenn, en iyi belediye sarayı, en iyi çok amaçlı salon projesi, en manyak alışveriş merkezi projesi,
spor kompleksi(!).
Bunlar sizin başınızı belaya sokmaz.
Ne olur bırakın şu kahramanlığı. Tiyatro köşesi bile olmayan medyaya yakışmıyor.

8 Nisan 2009 Çarşamba

OBAMA'NIN ARDINDAN

NE OLUR GİTME OBAMA



Bush'u deviren adam diye hayal meyal duymuştum adını.
Hatta ilk basın toplantına katılım epey düşük olmuş, sonra birden devlet başkanlığına kadar yükselmişsin.

Ama açıkçası, bizim memlekete gelene kadar, Garanti Bankası reklamlarında oynayan bir reklam kahramanından başka birşey değildin benim için.

Taa ki o Salı günkü ziyaretine kadar!

Sen neymişsin be ağabey?

Kısıtlı bir bütçeyle yaşadığımızdan, malum ay sonunu zor getiriyoruz. Yani kusura bakma, bize, Türkiye'yi yabancı ülkelere şikayet etmek yakışmaz ama yeri geldiği için söylüyorum. Yanlış anlama.

Haliyle, bakkala borç, çakkala borç. Salı günü sen geldin ya, yollar kapalı, benim bakkala görünmeden toz olduğum bir yol var, çakkala zaten görünmüyorum çünkü, o zaten, sanal bir kahraman!.Ağabey, senin hatırına, kapamışlar mı yolu, namussuzlar.İlla, Cengiz Efendinin önüne düşürecekler beni. Hayır, ortalık kan gölüne dönecek. Bize de yakışmaz yani, Amerikalıların geldiği gün kavgaya tutuşmak.

Allahtan ortalık polis kaynıyor. Bizim çıkmaz sokakta genelde bir iki sivilden şüpheleniriz. Boyacı lostracı filan. Bu kez
üniformalılar.

Evden çıkmamla bir "günaydın" sesi ve nidalar.
Herhalde şeflerini selamlıyorlar dedim kendi kendime.

Meğer bana günaydın dermiş üniformalılar hep bir ağızdan.
Bana, yani mahallenin zencisine.
Bana, bakkala borçlu olan, iki yakası bir türlü bir araya gelmeyen, Garanti Bankası'nın reklamında bile oynatılmayan zenciye.

"Günaydın, hayırlı görevler. Şu bakkal barikatını beraberce geçsek" diyesim geldi, ama zalim bakkal da olsa, bakk mahalleliyi polise gammazlamak bize yakışmaz. Ahh bir de ne göreyim, Cengiz Efendi, taksitle taktırdığı takma dişleriyle günaydın diye bağırıyor mu avaz avaz.
" Bir borç vardı Cengiz Efendi"
" Günaydın Beyim...Ne borcu? Bugün Obama geldi. Türkün Türke borcu olmaz!"

Ay kulaklarıma inanamadım! Cengiz Efendi, yerel seçimde AKP'den belediye meclisine adaydı, kaybettiği günden beri, takma dişleri çürümüştü üzüntüden . Ben, mahallenin zencisi olarak, bu kez AKP yerine, Kılıçdaroğlu'na oy attım. Gandi'ye benziyormuş. O da zenci sayılır.

Cengiz Efendi barikatını aştık, gözler Obama'da.
Baklava mı yiyecek, kebap mı sevecek, lokum mu yiyecek...
Aman sevsin yemeklerimizi...
Sevsin de üç öğün daha yesin.

Böylece, Cengiz Efendi, barikatını bir kez daha atlatırım.
Sonra gider, Obama kontenjanından kredi alırım.
Vay be kim inanırdı elin zencisinin Türk zencisini bakkal derdinden kurtaracağına?

4 Nisan 2009 Cumartesi

CADININ BOHÇASI

21.YÜZYIL İNSANININ KİMLİK MÜCADELESİ



21.yüzyıl insanın bohçasındaki en önemli ağırlık, tabi ki toplumda varolma savaşıdır.
Özellikle farklı kimlikteyseniz ve onurlu bir yaşam mücadelesi vermek için direniyorsanız, bohçanız mutlaka ağırlaşacaktır !
Esmeray, Kürt kökenli bir travesti. Yaşam mücadelesinde cinsel kimliğini kabul ettirebilmek ve büyük kentin bu kimliğe hediyesi olan fuhuş bataklığından sıyrılmak için varoluşu midye satmakta bulmuş. İşin ilginç yanı bu farkındalığıyla kimi zaman diğer travestilerce alay konusu olmuş. Sadece midye satmasıyla değil, politik bilinciyle de transseksüeller arasında farklı bir kimliğe sahip...
İnsan polisten dayak yiyen, emniyette saçları kazıtılan, hortum süleyman tarafından işkence gören travestilerin politik bir bilince sahip olmasını beklerken, onların yaşam mücadelesi içinde, kuaför ve kulüp arasında kafalarının depolitizasyonla bir dünya olmasını beklemiyor değil mi? Ancak Lambda v.b toplumsal örgütlenmelerin önünün kesildiği düşünülürse, bunun aksinin olması ve eski Mehmet, yeni Esmeray'ların fuhuşun dışında seçeneklerinin kalmaması son derece doğal değil mi?
Bizim Esmeray'sa yılmıyor! Büyük şehirde börek ustası olarak başladığı mücadelesini, çok başarılı bir öykünme ustası olarak devam ettiriyor.
Aptal saptal, donanımsız çocukların, geyik yaparak, hiç kimseyi ilgilendirmeyen cinsiyetçi, apolitik, kadın düşmanı fragmanlar anlattıkları stand up gösterilerinden tiksiniyordum. Cem Yılmaz, öykülerine, samimiyetini ve kişiliğini akıttığı için seviyorum onu. Tabi parayı bulduktan sonra anlattığı öykülerde aynı samimiyet var mıdır, öyküleri can yakar mı, açıkçası hayal kırıklığına uğramaktan ve idölümün gözümden düşmesinden korktuğum için izlemedim, bilmiyorum.
Esmeray'ı ise, izlerken yüreğim parçalandı. Dramatik anlatımda kahramanınızın yükselmesini, başarmasını ve hiç düşmemesini istersiniz.
Kars'ta doğan, okumasına izin verilmeyen, İstanbul'a gönderilen, dayısının yanında çalıştığı gün tiner kokusundan bayılan nazik delikanlı olarak işini kaybeden, Eminönü'nde işporta tezgahını kaybeden, Ümraniye'de bir ayda börek ustası olan, Aksaray'da gay alemine düşen, vücudundaki kadını keşfettikten sonra, onu fuhuş aleminden kurtarmak için mücadele veren, beynindeki güzel insanın mücadelesini politize etmekten korkmayan kahramanı anlatırken, Esmeray'ın anlattığı kahramanımın hiç düşmesini istedim.
Esmeray'ın anlatımının sonunda, midye tezgahı bölümünde; oyunun içine düşüverdim. "Nerde midye satıyorsun?"
Esmeray'dan cevap: "Sonra konuşuruz beyefendi, seminer vermiyoruz"!
İşte başarılı bir oyun! Duyarlı öyküsüyle beni çekmiş ki, dalıvermişim içine. Çok mu ustaca anlatıyor? Alakası yok!
Kocaman bir şivesi var. Bazen kulağı bile tırmalıyor. Öyle aptal saptal stand upçular gibi gag mag yapmıyor. Ama o kadar samimi, o kadar içten ki.... Bu insanın midye tezgahının çok başarılı olmasını, çok tutmasını istiyorsunuz... Onun için kendinizi oyunun içinde sorarken buluyorsunuz , nerede midye satıyorsun diye.
Öteki aptal çocuklar sizi oyuna dahil etmek için osuradursunlar, siz burada kendiniz giriyorsunuz.
İşin ilginç yanı, Esmeray'ın Mehmet'ten Esmeray'a geçiş öyküsünü dinlerken ve ağır bohçasında taşıdığı kişilik mücadelesine katılırken, toplumun da fuhuştan sıyrılarak onurlu bir yaşam mücadelesi vermeye çalışan bu üçüncü cins insanına destek olduğunu görüyorsunuz. Esmeray, hiçbir çaba göstermiyor ama samimiyetiyle, size, ona destek vermek için midye yapan Mardin'li ev sahibini sevdirtiyor!.
Esmeray'ın nerede midye sattığını tam olarak öğrenemedim. (Beyoğlu'nda bir yerdeymiş tüyo aldım.) Ama iki yıldır oynanan ve çok farklı zevklere, sosyal sınıflara hitap eden "CADININ BOHÇASI"adlı stand up gösterisinin Nisan ayı boyunca her Cuma Rengahenk Sanatevi'nde oynandığını söyleyebilirim. (Telefon: 2122923247)