28 Mayıs 2012 Pazartesi

MUHAFAZAKAR SANAT ARAYIŞLARI: MONEY, MONEY, MONEY

 

Haftalardır tiyatroların özelleşmesi, sanatçının halktan kopukluğu,  muhafazakar sanat filan konularında yazıyor, ama en önemli meseleyi ikinci plana atıyoruz: “Bu işin içinde para var!” 

Bu işin içinde para var ve ne yazık ki inanan kesimin duygularıyla oynanarak, sadece sanat kurumları üzerinden değil, kutsanması gereken inanç ve düşünce özgürlüğü üzerinden rant sağlama niyeti var…

Bugünlerde İskender Pala’nın yerinde olmak istemezdim doğrusu. Divan edebiyatı üzerine kalıcı araştırmalar yapmak, ya da ne bileyim zorla satılan eserler yazmak yerine, daha çok okunan yapıtlarla kalıcı olmak varken, para gibi fani şeylerle uğraşıyor üstad. Manifesto yazmak,en azından  toplumsal dinamikleri  analiz etmek kadar büyük bir ciddiyet isterken, profesörümüz içi boş bir manifestoya (Muhafazakar Sanat)  imza attı. Aslında içi boş değildi ama fikir yerine  parayla doluydu!

İskender Pala’yı, İskender Para’lığa taşıyan iddialar ağır…

Örneğin, İstanbul Belediyesine bağlı Kültür A.Ş’den 3 oyun için 3 milyon TL kopartan şirketin gizli ortakları arasında olduğu konusundaki sapık iddialara  inanmak bile istemiyorum.


Bir yandan  da Aydınlık Gazetesi’nin Balyoz konusundaki suçlamalarını tekzip edecek ki,   işi çok zor. Mehmet Baransu’nun balyoz valizinin İskender Bey tarafından taşındığı, adı Balyoz konulan operasyonun  pek gizli (!) belgelerinin, ordudan ihraç edilen  profesör tarafından basına sızdırıldığı filan iddiaları var ama bu konular bizi aşar, hem de çok aşar… Biz bavuldaki balyozlar değil, parayla ilgilenelim…


Örneğin Kültür A.Ş’nin üç oyununun kamu ihale yasasına uyulmaksızın,  tek şirkete hediye edilen  ihaleyi, olmayan rakiplerini sollayarak kazanan  şirketin ihaleden 41 gün önce kurulmasına 41 kere maşallah diyelim… İhaleden sonra da kurulabilirdi değil mi efendim?


Kadir Topbaş yerinde bir kararla sözkonusu oyunları durdurdu. Fakir devletimize pahalıya mal olan devlet tiyatrolarının (!) kapatılmasını konuşaduralım, 3 oyunun sadece dekor, kostümü için 670.000 TL ödenek ayrılmasına insanlık suçu da denilebilir !!! İnsan o paraya deprem bölgesinde fay hattına nazır kaçak inşaat tamamlar yahu…


 Tiyatro  özelleştirilirse kim alır diye yırtındı bazıları, bense bunun alıcısı  mutlak çıkar diye direttim. Mis gibi binanın otoparkı ve içki satılmayan kantinine göz diken, hayatlarında hiç sanat kurumu görmemiş, yüzlerce şirket var ortada…Bunlar kah AKP’li belediyelerin sanat merkezlerini işletiyorlar, kah Kültür A.Ş ihalesinde olduğu gibi mantar gibi üreyerek, muhafazakar sanatın öncülüğüne soyunuyorlar. Ancak ne yazık ki çoğunlukla  halkın paralarını cukkalayarak, devlete çok daha pahalıya mal oluyorlar. Başbakanın sanat konusunda yanlış yönlendirildiği o kadar ortada ki!

AKM kapatıldığı gün, bazı ulusalcı kardeşler Taksim’e cami provokasyonu yaptılar… Oysa, AKP, AKM gibi geniş rant olanakları olan  bir alanı inananlara hediye etmeyecek kadar akıllı bir parti. Orası dünyanın en güzel otoparkı, ya da İstanbul’un en şeker alışveriş merkezi, 

Taksim’de coplanan öğrenci, işçi, memur kardeşlerime pansuman yapılan, alkol komasına giren ve topluma kötü örnek olanlara serum takılan şeffaf bir hastane olsa şaşmazdım. Haşmet Zeybek, ilk protestoda “bütün dünyayı alışveriş merkezi mi yapacaksınız?” dediğinde, çok haklıymış. Biz böyleyiz işte! Bir yandan bir şarkı yarışması için “popsal dönüşüm” yaparak insanları evinden eden Azerbeycan’a kızar, öte yandan Ankara’daki opera, küçük tiyatroya filan göz dikeriz.


İnançlı insanlar tahrik edilerek, toplumu kamplaştırmak, hele hele bunu sanat kurumları üzerinden yapmak cehennemde bile kabul edilmeyecek   bir kötü insanlık örneği! Sanatçı, her koşulda cennete gitmeyi hak eden insandır, ama zaten sanat konusunda hiç iyi sınav vermeyen bir hükümeti kendi çıkarları için yanlış yönlendiren, bir belediyede arkadaşlarından gizli biçimde yönetmelik değiştiren sanatçıların cehennemdeki zebanilerden önce , bu  dünyadaki çocuklarıylas bir vicdan muhasebesi yapmak zorunda kalacakları kesin!  

 Mustafa Mutlu, geçtiğimiz hafta tiyatrocuları bugüne kadarki gidişata göz yummakla suçlayan ağır bir yazı yazdı… Keşke romantik tepkiler vermek yerine, özeleştiri yapacak kadar sağduyulu  olabilseydik…



Yayınlanmayan kitaplar toplatılınca susan, yazarlar hapse girince konuşmayan, Tekel işçileri yürürken bakan, memur grev yaparken kös kös izleyen sanatçıların suskunluğu apolitik değil, son derece sinsice! Özünde kendini televizyon starı olarak kabullendirmek isteyen şaşkın insanların, doğru ya da yanlış da olsa  bir   politik duruşları olmadan star olunamayacağını Oscar törenlerinden bile öğrenemeyenler  var…Bu  camia, ne yazık ki şahsi  çıkarları için işbirlikçilik yapanları da eleyemiyor.



Şehir Tiyatroları’na birkaç kez müdür olan ve bence bundan sonra da müdür olacak Abdullah Kaplan’ın görevden alınmasının nedenlerini tahmin etmek çok zor değil. Tahmin edilmesi ve kabullenilmesi  çok zor olan şey, Kadir Topbaş’ın yönetmelik değişikliği için beraber çalıştık deyip, ortaya çıkma cesareti taşımayan  sanatçılarımızın adları, soyadları, doğum tarihleri ve biliniyorsa analarının kızlık adları!    






20 Mayıs 2012 Pazar

DOĞRU KİŞİLERİN YANLIŞLARI




Geçtiğimiz haftaki yazımda şu çağda bir  tek yanlış yapmanın bile, pek çok doğruyu götürebileceği konusundaki çekincelerimi yazmıştım…Bu hafta da doğru olduğuna inandığım kişilerin, bir çırpıda yüzlerce doğrularını  götüren yanlışlarına parmak basayım.

Yoğun kavram kargaşası yaşadığımız şu günlerde artık  haftalık bir yazı yazmak bile daha fazla emek ve sorumluluk gerektirdiğinden olsa gerek, yazılarımda  bir süre sadece değer verdiğim kişilere yer vereceğim için, aşağıda kendimce yanlış bulduğum çıkışları  hakkında görüş bildirdiğim dostlarımın analizimi olgunlukla karşıyacaklarından eminim.



Yılmaz Erdoğan:

Türk sinemasının kimliği tartışmalarına, “neden filmlerimizde yeterince ezan sesi yok?” diyerek yaptığı çıkış, bazılarına saldırı fırsatı doğurdu.

Bizim toplumda başarılı kişiler kıskanılır; yetenekten haz etmeyiz genelde .Hele hele yetenekli bir sanatçıya yarattığı eserden dolayı saldıramazsak, onu başka yönden  yaralamak için fırsat kollarız.

Yılmaz’ın en büyük  hatası bu sözleri, hükümetin sanat tartışmalarını alevlendirdiği şu günlerde söylemesi  oldu.  Ertuğrul Özkök’ün  de onu eleştirerek, “korkak” olduğunu ima etmesi ,başlı başına bir  kara mizah örneğiydi tabi! Bu arada, işleri güçleri kasa tutmak olanlar, Yılmaz’ın filmi için Kültür Bakanlığı’ndan 500.000  TL alması  ile açıklamasının zamanlamasını ilişkilendirmeye çalıştılar. Oysa bütçesi 1 milyon doları aşan  bir film için, 200.000 USD ödenek alınmasına takılmak çok gerçekçi değil!

Bu arada  sosyal medyada bazı kişilerin , “Noel Baba filminde tabi ezan sesi olmaz” diyerek, Yılmaz’ın son filmini harcamaya çalışması da yakışıksızdı! Tam tersine sözkonusu film , Yılmaz’ın kimlik arayışını destekler nitelikte,  bir anti/ kahramanın kendi kültürüyle bağdaşmayan bir işte dikiş tutturamama dramını anlatıyor.

Yılmaz’ın ezan sesiyle ilgili  genellemesiyle, sözgelimi son zamanlarda “Beş Vakit”, “Takva” gibi çok önemli filmleri görmezden gelmesi , söylediklerinin özünden öte, ezan sesi detayına takılınmasına neden oldu. Bu yanlış örnekleme nedeniyle, bir sanatçının sinemamızın kimliğini sorgulama  davetini dışlamış olduk.

Ha, İran Sineması meselesine gelince… Mazlum halkların film dili oluşturmaktaki çabası ve samimiyeti konusunda haklı olabilir  ama  son dönemde gündeme eserlerinden çok sanatçılarına yaptığı baskıyla gündeme gelen İran Sineması’nın pek de öykünülecek bir yanı yok bence…Acı çeken sanatçının her şeye rağmen ürettiğini görmek bir milletin sinemasına kimlik kazandırmaz, sadece laboratuar usulü bir araştırmaya konu sağlar. 





Nurullah Tuncer:

Yurtdışında büyük başarılara imza atmış bir yönetmen ve tasarımcı olarak, gölge adam olmak ona yaraşmadı. İstanbul Belediyesi’ne bağlı Kültür A.Ş, başbakanın “istediğim oyunları desteklerim” sözünü doğrulamak istercesine, 3 oyuna 3 milyon TL ödenek ayırdı. Bu ülkede 120’ye yakın özel tiyatro yıllardır 3 milyon TL’yi pay edemez, bakandan “para yok” sözünü duyarak dilenci durumuna düşürülürken, eski genel sanat yönetmenini sevenlere 3 milyon dağıtılması  yakışıksız oldu!

Evet böyle uygulamalar İskender Pala lehine,  değerli tiyatro ustası Ali Taygun’un rejisörlüğünü yaptığı bir oyunda da denenmişti. Ancak Şehir Tiyatroları’nda yüzlerce insan işsiz kalma derdiyle  sokağa dökülmüşken, alelacele çıkan bu muhteşem oyunlara imza atmak , hele hele Nurullah Tuncer gibi nitelikli  bir sanatçıya yaraşmadı…

Oyunların içeriğine değinme gereksinimi duymuyorum bile. Bu yıl apar topar  biçimde kaldırılan “Rosenbergler Ölmemeli”, göstermelik olarak  tekrar sahnelenirse bile şaşmam.



Behzat Uygur:

O, yıllar boyu devlet yardımı almayı red etmiş olan Nejat Baba’nın oğludur. Ödenekli tiyatroların özelleştirilmesi konusundaki çıkışı bu yüzden samimi olabilir, ancak bunu reform olarak görmesi bence ağır bir hata! Hani tepeden inen reformlar, reformdan sayılmazdı?

Ömrünü turnelerde geçirmiş bir tiyatro emekçisi, meseleye İstanbul’dan bakmamalı, Doğu’da, Güneydoğu’da her gece canını dişine takarak perde açan ve büyük kitlelere hizmet götüren  ödenekli tiyatroları küçümsememeliydi.

Kaldı ki sevgili Behzat hükümetin samimiyetini, sadece Kültür A.Ş’nin adam kayırma politikası ve son uygulamadaki taraflılığıyla ölçebilir.  Devlet Tiyatroları özelleşirse, özel tiyatrolara gün filan doğacak gibi bir şey yok. Göstermelik olarak yardım bu yıl 3’ten 5’e çıkartılıp, sonra da  “bizden para alanlar bize dil uzatamaz” denilerek, hepten  sıfırlanabilir.Bunun altyapısı da, bir yönetmelik değişikliğiyle, şimdiden  hazırlandı bile.



Tiyatrosunu yıllardır  kahramanca ayakta tutan Ferhan Şensoy’a linç politikası  uygulanmaya başlandı … “Nasri Hoca ve Muhalif Eşeği”, bakanlık desteğiyle  oynanıyormuş! Para bakanlığın değil, halkın bir kere…. Bu böyle biline!


Kaldı ki, benim tanıdığım  Şensoy, devlet yardımı olsa  da, olmasa  da, ne yapar eder,   o eşeğin hoşaftan anlamasını sağlar! Bakanlık  ile ters düşmemek için görüş bildirmeyen “terbiyeli” sanatçılar, devletin salonlarına kaçak inşaat katı çıkmak isteyen rantiyeler,  Kültür A.Ş’nin çocuk tiyatrosu ihalesinden dışlanmamak için susan ve geleceğin çocuklarını sütten daha fazla zehirleyen çocuk tiyatroları utansın!  

13 Mayıs 2012 Pazar

KAÇ YANLIIŞ KAÇ DOĞRUYU GÖTÜRÜR?


Lise yıllarımda  sınıfın en kötü öğrencisiydim. Ancak  bütünleme  sınavlarından yırtmayı başarır , hiç sınıfta kalmazdım. Tembelliğin  bir bedeli vardı…Tembel olmak  ek olarak aklıllı olmayı gerektirirdi çünkü…

Üç yanlışın bir doğruyu götürdüğü sınav sisteminin inceliklerini  keşfetmiş,   sözgelimi 20 konuya çalışıp, 20 sorudan 15 yanlış yaptığınızda sınavı 2 adet doğruyla bitireceğinize, sadece  5 konuya çalışıp 4 doğruyla bitirerek yırtmanın daha az yorucu olduğunun ayırdına varmıştım.

Şu dönemde hepimiz aynı riski taşıyoruz… Neredeyse bir yanlışın üç/beşi doğruyu götürdüğü bir dönemde aydınların kafa karışıklıkları son derece tehlikeli olabilir. Ağır bir dezenformasyon sürecinde, tarihteki yrıntılar da çarpıtılınca, ortaya karanlık  bir tablo çıkıyor…

Bugünün sosyalistlerine hemen darbeci yaftası yapıştırmak için sırada bekleyen bir kitle  var…Sol, iç hesaplaşmasını ivedilikle tamamlamazsa, Deniz Gezmiş’lerin sadece “kemalizme” kilitlendiği, 1 Mayıs’larda kardeşin kardeşi vurduğunun söylendiği  komplo teorilerine mahkum edilerek, baskıcı rejimlerin tarihteki yerlerinin sağlamlaşmasına olanak tanıyacaktır..

Bir yanlış birkaç doğruyu bile götürecektir..

Bu anlamdaki bazı riskli soruları peşinen yanıtlayayım ki,  Mayıs 2012’de konuşulanlardan geriye  en azından birkaç doğru kalsın.


Başbakan’dan tiyatroculara yarım porsiyon aydın benzetmesi:

Başbakan’ın, tiyatroculara Cem Karaca’nın sözleriyle  yaptığı  bu benzetme yersizdir. Bu ülkenin tiyatrocularının büyük bir çoğunluğu aydın olma derdinde olmamışlardır.  Politik düşünce üretmedikleri gibi, ülkenin aydınlarının da yanında olmamışlar, politize olmayarak yılanı deliğinden çıkartmayacaklarını sanmışlardır.  Susmanın, kabullenmek olduğunu anlamamışlardır. …

( Kaldı ki bence her oyuncunun aydın olmasını beklemek yanlıştır. Oyunculuk bir meslek dalıdır. Oyunculuk mesleğinin  etiğini uygulayıp, pekala aydın olmadan da  iyi oyuncu olunabilir.)



Başbakan’dan tiyatroculara aydın diktası suçlaması:

Aydın ile diktatörün yan yana  en son gelebilecek iki sözcük olduğunu düşünerek, zaten tiyatrocuların büyük kısmının  aydın olma telaşında olmadığını  da göz önüne alırsak, bu tez kendi kendine çürümüş olacak….

Ancak gerek Kürt Açılımı, gerek referandum sırasında, aydınların ellerini taşın atına koymadığından yakınan bir başbakan vardı…Şimdi aynı başbakan aydın diktasından söz ediyor.Dilediği zaman  aydınlara çağrı yaparak kullanan, işi bittiği zaman onları hedef gösteren biriyle karşı karşıyayız.



Başbakan’dan tiyatroculara istedikleri oyunları oynuyorlar suçlaması:

Bu ülkenin ödenekli tiyatro sanatçıları, genellikle repertuara alınan oyunlarda, kendilerine reva görülen ve panoya asılan distribüsyonlardaki rolleri oynadılar.   “Benim canım bu yıl Hamlet oynamak istiyor” diyecek lükse sahip olmadıkları gibi, bazen dünyalarının uyuşmadığı yönetmenlerin projelerinde ,rollerinin haklarını vermeye çalıştılar…

Ödenekli tiyatrolar repertuar politikalarında denge sağlamak için kimi zaman çok kötü oyunlarda oynattı oyuncularını…




Başbakan’dan sanat pahalıdır savunması:

Devlet tiyatrosunun 4 milyon TL  gelirine rağmen 140 milyon TL gideri olduğunu söyleyerek  işi bakkal hesabına indirgemek, Şehir Tiyatroları’nda 8 TL’ye satılan bir koltuğun 120 TL’ye mal olduğunun altını çizerek, toplamı 100 milyon doları bile bulmayan bir bütçe açığını genç kuşakların geleceği için lüks olarak nitelendirmek, popülist söyleme bile yaraşmaz.… Çünkü o popülasyon, batık işadamlarına, medya patronlarına , diyanet kurumları, silahlı kuvvetlere ne büyük  paralar akıtıldığını  çok iyi bilir.  

Kaldı ki, neoliberal bir söylemde sanata para ayrılmamasını buyuran hükümet , geçtiğimiz hafta İstanbul Belediyesi’nin üstelik kendi sanatçılarına  ihale ettiği 3 oyuna 3 milyon aktarmıştır.

Bu ülkenin 100’e yakın özel tiyatrosuna 3 milyon  yardım edilmezken , küçük bir grubun devleti hoş beş edecek birkaç piyesine 3 milyon ayırabilecek kadar gönlü zengin bir devletin, sanat pahalıdır söylemi de doğru değildir tabi…



Ben başbakanın tiyatroculara öfkesinin ardında hem belediye başkanı olduğu yıllarda Şehir Tiyatrosu’na yeterince diş geçirememiş  olması, hem de sözgelimi Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkamayarak, yeni Taksim projesini gerçekleştirememiş olmasının yattığını sanıyorum.

Oysa başbakan AKM konusunda tiyatroculara kızacağı yerde, onarım için 30 milyon alıp, binayı çürüten Kültür Ajansı’ndaki dostlarına kızmalıdır bence…

Ne yazık ki hükmedenin söyleminde çok yanlış var… Keşke bir o kadar doğru da olsa, en azından devletin sanatla maçı 0/0 bitebilseydi!

Bundan sonra aydınlar ve sanat insanları çok dikkatli olmalı çünkü onların yapacakları en ufak  bir hata yüzlerce doğruyu götürür!



Gelin haftaya kadar sus pus olmuş yetmez ama evetçilerin, Yılmaz Erdoğan gibi yetenekli insanların, düzene çanak tutan komedyenlerin, Muhsin Kızılkaya gibi Kürt aydınlarının olası yanlışlarının kaç doğruyu götürebileceğini düşüne duralım!


6 Mayıs 2012 Pazar

NEREDE ŞU MUHAFAZAKAR SANATÇILAR?



Tam, muhafazakar sanat tartışmalarının içine itilmişken, birden bire tiyatrolar özelleştirilsin söylemi içinde bulduk kendimizi.

Ben zehirlenen çocuklardan söz etmek isterdim oysa…

Şehit düşen askerlerden…

Cenazeleri başında ağlayan annelerden…

Hala kayıp insanların olduğu memleketimden…

Son olarak Mersin’de kalbi delik olduğu halde  tutsak edilen 15 yaşındaki F.K’dan !

Ancak gündem değil haftalık yazı, dakikalık twit’lerden bile hızlı akıyor…

Gündemi takip ettiğimizi  sanıyorsak da bilgi kirliliği nedeniyle, bir konu üzerinde sağlıklı bir analiz yapma vakti olmadan, ortaya atılan bir tez karşısında bilimselliğe dayanan bir anti/tez oluşturma vakti bile bulamadan , yüzeysel biçimde  akıp gidiyor tartışmalar…

Emin olduğum birşey var: Tiyatrosunu kaybeden ülkenin insanları, ifade etme özgürlüğünün yanı sıra, ifade etme gücünü de kaybedecekleri için,  ileride kimse ağlayan anneleri duyamayacak.

Tiyatronun en çarpıcı özelliklerden biri empati kurma yeteneğini kazandırmasıdır.

Bir annenin çığlığını his etmek için, mutlaka anne olmanız gerekmez…

Tiyatronun olmadığı bir ülkede ise, Tunceli’de ağlayan bir annenin acısını duyumsayabilmek için, ne yazık ki önce çocuğunuzun ölmesi gerekecektir.

AKP’nin söyleminde tiyatroyu yok etmek değil, aksine güçlendirmek istermiş  gibi bir süsleme var.Özerk tiyatro, bağımsız tiyatrodur, kendi ayakları üzerinde durur, zaten iyiyse kendi kendine yaşar muhabeti var.

Oysa, çok iyi biliriz ki,  sermayeye dayalı düzenlerde “iyi” olan değil, “güçlü” olan yaşar!

İyi olan değil,” iyi süslenen” var olur kapitalist toplumlarda.

Tiyatro gerçeğin savaşçısıdır ama kapitalizmde  gerçeği değil, fanteziyi satar, insanların gerçeği sorgulamalarını değil, bir fantezinin  ambalajına tapmalarını istersiniz.

Farz edin ki, muhafazakar sanat savaşı vereceksiniz… Ülkenin her köşesinde dindar bir yazar, tutucu bir yönetmen, dünyaya kapalı bir oyuncu yetiştirme çabanız var!… Bu durumda bile, çözüm , başbakanın söylediği gibi, sanatı kendi ayakları üzerinde bırakmak olamaz !

Sanatı muhafazakarlığın sözcüsü yapma derdindeyseniz,  son konuşulması gereken konu özelleştirmedir!

Ben bu paniğin arkasında, “madem sanatçıyı kontrolümüz altına alamıyoruz, o zaman kapitalizmin ezici çarklarında eritelim “  gibi bir düşüncenin olduğuna inanıyorum.

Tiyatro konusunda bu kadar çok istatistik vardı da, neden bugüne kadar paylaşılmadı?Birden düğmeye basılmasından sonra    ödenekli  tiyatronun ne kadar pahalı bir şey olduğu konusunda belgeler  mi ortaya çıktı?  

Kültür sanat bütçesi %0.5’in altında kalan ve bu konuda  az gelişmiş ülkelerle bile taş çıkartan memleketimde kültür sanatın pahalı bir zevk olduğunu belgelemeye çalışmanın, sanatçıyı halkından kopuk insanlar olarak tanımlamanın derdi başka bence!

Sosyal demokratlar uyurken AKP, uzun zamandır neredeyse  her ilde, ilçede agresif bir sanat politikası uygulamaya çalışıyor, ama ne yaparsa yapsın, istediği sanatçıları yetiştiremiyor.

Hal böyle olunca da, sanat kurumlarının özelleştirilmesi gibi dünyada eşi olmayan, uçuk  ve bence yapay bir tartışma başlatılıyor.

Sanat muhafazakar olur mu, bu apayrı bir tartışma konusu…

Ancak AKP’nin söylemiyle, manevi  değerlere duyarlı  olan sanatçının yetişmesi ve Necip Fazıl ayarında baş yapıtlar yaratması imkansız!

Peki sağ cenahın pek istediği sanatçılar ne zaman çıkacak? Eline Osmanlı konulu bir araştırma alıp, kendini sanatçı diye yutturanların saltanatı ne zaman bitecek?
Çok önceden  birkaç kez yazmıştım bu konuyu. Devlet emriyle sanatçı olunmaz!

Tutucu sanatçıların (!) gerçekten değerli sayılabilecek eserler yaratması için, önce iktidar olma sevdasından vaz geçmek gerek. Mazlumlar düşünce ya da inançlarından dolayı ezilir, ezenlerin değil ezilenlerin söylemiyle bir şeyler yaratmaya cesaret ederlerse, işte o gün tarihe geçecek eserlerden söz edilebilir.
Bugünlerde bu konularda söylediğimiz  başka her şey, kredi notu düşen Türkiye’de yapay gündeme alet olmamızdan öteye gitmeyecektir.