Tam, muhafazakar sanat tartışmalarının içine itilmişken,
birden bire tiyatrolar özelleştirilsin söylemi içinde bulduk kendimizi.
Ben zehirlenen çocuklardan söz etmek isterdim oysa…
Şehit düşen askerlerden…
Cenazeleri başında ağlayan annelerden…
Hala kayıp insanların olduğu memleketimden…
Son olarak Mersin’de kalbi delik olduğu halde tutsak edilen 15 yaşındaki F.K’dan !
Ancak gündem değil haftalık yazı, dakikalık twit’lerden bile
hızlı akıyor…
Gündemi takip ettiğimizi sanıyorsak da bilgi kirliliği nedeniyle, bir
konu üzerinde sağlıklı bir analiz yapma vakti olmadan, ortaya atılan bir tez
karşısında bilimselliğe dayanan bir anti/tez oluşturma vakti bile bulamadan ,
yüzeysel biçimde akıp gidiyor
tartışmalar…
Emin olduğum birşey var: Tiyatrosunu kaybeden ülkenin
insanları, ifade etme özgürlüğünün yanı sıra, ifade etme gücünü de
kaybedecekleri için, ileride kimse ağlayan
anneleri duyamayacak.
Tiyatronun en çarpıcı özelliklerden biri empati kurma
yeteneğini kazandırmasıdır.
Bir annenin çığlığını his etmek için, mutlaka anne olmanız
gerekmez…
Tiyatronun olmadığı bir ülkede ise, Tunceli’de ağlayan bir
annenin acısını duyumsayabilmek için, ne yazık ki önce çocuğunuzun ölmesi
gerekecektir.
AKP’nin söyleminde tiyatroyu yok etmek değil, aksine
güçlendirmek istermiş gibi bir süsleme
var.Özerk tiyatro, bağımsız tiyatrodur, kendi ayakları üzerinde durur, zaten
iyiyse kendi kendine yaşar muhabeti var.
Oysa, çok iyi biliriz ki, sermayeye dayalı düzenlerde “iyi” olan değil,
“güçlü” olan yaşar!
İyi olan değil,” iyi süslenen” var olur kapitalist
toplumlarda.
Tiyatro gerçeğin savaşçısıdır ama kapitalizmde gerçeği değil, fanteziyi satar, insanların gerçeği
sorgulamalarını değil, bir fantezinin
ambalajına tapmalarını istersiniz.
Farz edin ki, muhafazakar sanat savaşı vereceksiniz… Ülkenin
her köşesinde dindar bir yazar, tutucu bir yönetmen, dünyaya kapalı bir oyuncu
yetiştirme çabanız var!… Bu durumda bile, çözüm , başbakanın söylediği gibi,
sanatı kendi ayakları üzerinde bırakmak olamaz !
Sanatı muhafazakarlığın sözcüsü yapma derdindeyseniz, son konuşulması gereken konu özelleştirmedir!
Ben bu paniğin arkasında, “madem sanatçıyı kontrolümüz
altına alamıyoruz, o zaman kapitalizmin ezici çarklarında eritelim “ gibi bir düşüncenin olduğuna inanıyorum.
Tiyatro konusunda bu kadar çok istatistik vardı da, neden
bugüne kadar paylaşılmadı?Birden düğmeye basılmasından sonra ödenekli
tiyatronun ne kadar pahalı bir şey olduğu konusunda belgeler mi ortaya çıktı?
Kültür sanat bütçesi %0.5’in altında kalan ve bu konuda az gelişmiş ülkelerle bile taş çıkartan memleketimde
kültür sanatın pahalı bir zevk olduğunu belgelemeye çalışmanın, sanatçıyı
halkından kopuk insanlar olarak tanımlamanın derdi başka bence!
Sosyal demokratlar uyurken AKP, uzun zamandır neredeyse her ilde, ilçede agresif bir sanat politikası
uygulamaya çalışıyor, ama ne yaparsa yapsın, istediği sanatçıları
yetiştiremiyor.
Hal böyle olunca da, sanat kurumlarının özelleştirilmesi
gibi dünyada eşi olmayan, uçuk ve bence
yapay bir tartışma başlatılıyor.
Sanat muhafazakar olur mu, bu apayrı bir tartışma konusu…
Ancak AKP’nin söylemiyle, manevi değerlere duyarlı olan sanatçının yetişmesi ve Necip Fazıl ayarında
baş yapıtlar yaratması imkansız!
Peki sağ cenahın pek istediği sanatçılar ne zaman çıkacak?
Eline Osmanlı konulu bir araştırma alıp, kendini sanatçı diye yutturanların
saltanatı ne zaman bitecek?
Çok önceden birkaç
kez yazmıştım bu konuyu. Devlet emriyle sanatçı olunmaz!
Tutucu sanatçıların (!) gerçekten değerli sayılabilecek
eserler yaratması için, önce iktidar olma sevdasından vaz geçmek gerek. Mazlumlar
düşünce ya da inançlarından dolayı ezilir, ezenlerin değil ezilenlerin
söylemiyle bir şeyler yaratmaya cesaret ederlerse, işte o gün tarihe geçecek
eserlerden söz edilebilir.
Bugünlerde bu konularda söylediğimiz başka her şey, kredi notu düşen Türkiye’de
yapay gündeme alet olmamızdan öteye gitmeyecektir.