30 Haziran 2012 Cumartesi

OH OLSUN SANA ARİSTOPHANES!

Haberi ilk okuduğumda kahkahayı savurdum.

Elazığ  İl Halk Kütüphanesi,  Mimesis dergisinin son sayısını , çocukların ahlakını bozacağını düşünerek gerisin geri yollamış.

Korku imparatorluğunun küçük askerlerinin düzeni koruma iddiasıyla ucundan yakalamaya çalıştıkları  sansür, absürd, komik ve zavallıca bir şey!

Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nin 19 yıldır yayınladığı Mimesis, bir çocuk dergisi filan değil. Tiyatro alanında çok önemli kuramsal yazılar yayınlayan bir akademik kaynak.

Gel gör ki, Kültür Bakanlığı’na bağlı  Elazığ Kütüphanesi’nin bekçisi, dergideki resimlere şööyle bir bakarak, Washington Üniversitesi öğretim üyelerinden Sarah Stroup’un 2004 yılında  Aristophanes hakkında yayınladığı yazının fotoğraflarını  sakıncalı buluyor ve dergiyi iade ediyor.
 

Bu davranışı” hıyarca” bulup, önemsememek de mümkün tabi.”Olur böyle vakalar, kütüphane müdürü yakalar” diyerek geçiştirdiğimiz bu olay aslında sansürü ne denli kanıksadığımızı da gösterir.Düzenin korucuları olduğunu sanan kurşun askerler artık her yerde karşımıza çıkıyor ve kolay kabul görüyor.

Afyon’da bir vali içkiyi yasaklıyor, Fatih’te bir otobüs şoförü genç bir kızı kıyafetinden dolayı otobüsten atıyor, filan da falan.

Biz  otobüse pantolonla binen bir kızın vücut hatlarına dikkat etmeyi akıl etmesek de belli ki birilerinin gözünden kaçmıyor bu! Belki de yasaklarla donatılmış cinsel fantezileri kabarıyor bu kişilerin. Çağdaş yaşamda  son derece doğal olan bir kadın bedeni,  karanlık dünyalarda yasaklı bir seks objesine dönüşüyor, hem fantezileri okşuyor, hem korkutuyor.

Aristophanes özelinde, Antik Yunan Tiyatrosu’nda kadın ve cinselliğin irdelendiği bir makalede, Atina’nın 2500 yıl once vazolarında yer alan, ve açık seçik olduğunu benim de kabul ettiğim ama hiçbir biçimde dikkatimi çekmeyen bu vazo figürlerine niye takılınsın yoksa?

Senin komşun   seks yaparken görüntülenip, bir vazo üstü kahramanı mı oldu, neden korkuyorsun be adam?Senin magazincinin selülitli bacaklar, denize giren kilolu starları filan  iğrenç  biçimde teşhir ettiği gazeteleri geri yollamak  kimsenin aklına  gelmiyor da, Mimesis’deki bir akademik makalenin ucundaki bir vazo fotoğrafı mı rahatsız ediyor?

Senin kütüphaneni kaç çocuk ziyaret ediyor, bu minik yavruların kaçı, üniversite dengi   Mimesis  dergisini okuyor, kaçı bu derginin sayfalarındaki resimlere takılıyor? Kaldı ki, hangi sapkın ergenin antik çağdaki bir kabartmadan iştahı kabarır?Kendi coğrafyanın kadınlarına kürtaj, sezaryen, çiftleşme baskısı yapman yetmedi de, yüzyıllar once farklı bir coğrafyada yaşamış kadınlara mı geldi sıra?

Ha bu arada National Geographic’teki kabilelerde de memeleri görünen Afrikalı kadınlar var, elin değmişken, bu dergileri de çocukları koruma adına geri gönderiver! Osmanlı minyatürlerinden hiiç söz etmeyelim.

Kültür Bakanlığı, konuyla ilgili soruşturma başlatmış. Bu iğrenç derecedeki absurd olayın faillerini belki de cezalandıracak. Ancak aynı Kültür Bakanlığı geçen yıl heykellerin parçalanmasında suskundu, belki de çok yakında meydanlarda yaşanma olasılığı olan  kitap yakmalara da suskun kalacak. Başbakan, tuhaf biçimde  ve herhalde tesadüfen Nazi döneminin propaganda bakanı  Goebbels’in söylemine paralel bir jargonla, sanatın burjuvasinin güdümünde olduğunu söyleyerek,  tarihteki gibi kitap yakmalarının da önünü açmış oldu kanımca.  

Aristophanes ile Nazilerin arasının hiç iyi olmadığını,  Lysistriata’nın 1942 yılında  Yunanistan’I işgal eden Naziler tarafından yasaklandığını biliyoruz. Bizimkiler ise  henüz oyun yasaklayacak kadar bilgili bile değiller! Oyun hakkında  10 yıl once kaleme alınan ve tüm dillere çevrilen bir makaleyi okuyacak kadar ilgili olduklarını da sanmam. Bizimkiler ancak oyun hakkında makalenin fotoğraflarına takılacak kadar yüzeyseller. İşin acı yanı bunun kültürü yaygınlaştırma savıyla ortaya çıkan bir bakanlığa ait bir kütüphanede yapılması. Kütüphaneler bilim ve irfan yuvası olması gerekirken, fotoğraf bağnazlığının kurbanı olmuşlar.

Elazığlı Öğretmenlerle Yardımlaşma Derneği’nin de bilimin nesnelliğini savunması beklenirken, kraldan çok kralcı olan kütüphanecinin yanında olması çok acınılası!

Bu kadar popüler olmak için 21. Yüzyıl Türkiyesi’ni bekleyen makalenin yazarı Sarah Stroup, “Eğer Türkiye’deki insanlar bu olayın ülkenin geleceğine dair olumsuz etkileri olacağından korkuyorlarsa, korkmalılardır” demiş.

Bense oh olsun size diyorum! Döneminin en önemli komedi yazarı Aristophanes’in Sokrates’in yargılanmasında büyük bir etkisi olmamış mıydı? Aristophanes, “Bulutlar “oyununda uzun saçlılarla dalga geçerek, aydın düşmanlığını körüklememiş miydi? Bakın 2500 yıl sonar da olsa sansür belası onu buldu.

Oysa Sokrates mahkum edilmese, bizler gibi üşenmez, diyalektik yöntemlerle Elazığlı kütüphane bekçisini ne kadar abuk birşey yaptığı konusunda ikna etmeye çalışırdı

17 Haziran 2012 Pazar

FIRTINA ÖNCESİ SESSİZLİK




Şehir Tiyatroları’na tepeden inen yönetmelik kurum sanatçılarının haklı protestolarına neden olurken, Devlet Tiyatrosu cephesinde müthiş bir sessizlik hakim.Tehlikeyi görmezden gelmek değil bu, aksine tehlike çanlarının sesini duyup, acı gerçeği kendinden bile  saklayarak, kötü günlerin hiç gelmeyeceğini varsaymak!


Bu kurumun sanatçıları Atatürk Kültür Merkezi kapatıldığı zaman  bile suskun kalmıştı, konuşmak onların genlerinde yok deseniz, Muhsin Ertuğrul  Tiyatrosu dönüştürüldüğünde Şehir Tiyatrosu Sanatçıları da sessizdi ama bugün ortalıktalar! Türk Hava Yolları çalışanlarına indirilen ağır yumruktan sonra sindiler diye  düşünseniz  yönetmelik değişikliği aylardır konuşuluyor, bu korku yeni olamaz.


Bekle gör politikası var…. Sanki bekleyince gördüklerimiz çok parlakmış gibi!


Zaten şimdilerden kulislerde  saygın sanatçıların  bile, “daha iyisi gelecek” dedikleri söyleniyor. İşçiler, memurlar, doktorlar, avukatlar,  öğretmenler, eczacılar sokaktayken, sanatçıların tatilde olması pek ilginç. Hükümete sonsuz güvenleri varsa ne güzel, komşuda pişer bize de düşer diyorlarsa, ne ayıp.


Bazı arkadaşlarım, “ şunun şurasına emekliliğime zaten altı ay kaldı” diyerek  şafak sayıyorlar. Mesele sen değilsin ki a hıyar, senden sonra gelecek olanlar…


Diyarbakır’da hayatını tehlikeye atarak perde açanlar, Sivas’ta sanatçı oldukları için kiralık ev bulamayanlar, Van’da  çocuk tiyatrosu festivali yapan kahramanlar, Trabzon’da gece gündüz prova yapanlar, İzmir’de, Bursa’da salt keşfedilme derdiyle de olsa, belki torpil bulup İstanbul’a  tayin olan meslektaşlarına gönül koyan, ama her şeye rağmen sahneye çıkanlar…


Devlet Tiyatrosu’nun yönetmeliğinin eskidiği uzun süredir konuşuluyordu, Kültür Bakanlığı’nın hazırladığı yönetmelik bu kurumları sadece basamak olarak kullanan ama o basamağı çıktıktan sonra da bu kez yükseldiği yeri pek beğenen küçük bir azınlık karşısında belki iyi çözümler sunacak, ancak ben bu sessizliği hiç hayra yormuyorum.


Radikal’de Ömer Erbil  birkaç hafta önce çok önemli bir kapatma haberine imza attı. .

Gerçi Başbakanlık bunu yalanladı, yönetmelik değişikliği hakkında yetkinin Kültür Bakanlığı’na verildiğini filan söyledi, ama geçmiş deneyimlerim bende güven değil, sadece şüphe bıraktı.Kültür  Bakanı Kars’taki  heykeller konusunda da teminat vermiş, başbakan ucube sözünü adeta inadına kullanarak, heykeli parçalatmıştı. Geçen hafta da Çamlıca’nın en tepesine, tüm İstanbul’dan görülen bir cami yapılacağını söyledi başbakan, bu sefer de Kültür Bakanı, “yok öyle bir şey dedi”!  Bir vatandaş olarak, tiyatro konusunda da aynı durumu yaşayacağımızdan korkarım..


Mustafa Mutlu geçenlerde, sanatçıların önde giden olmak yerine, her şeye sessiz kaldıklarını yazdı, çok haksız da sayılmazdı . Devlet Tiyatrosu sanatçıları da önden gidecektir kuşkusuz, ancak her şeyin daha iyi olacağını sanıyorlarsa, aptallıkta önde gideceklerdir!


Performans sisteminin sağlığımıza açtığı yaralar ortada.  Bazı hekimler, sırf daha çok para almak için adam keser hale geldiler.  Bu kıyıma sessiz kalanlar da parasız kalıyor. Şimdi, bu uygulama ortadayken, sanatçıyı parça başına para ödemek hangi aklın ürünü? Adam Hamlet’i oynamış, arkadaşı ise üç adet dandik oyunda oynar gibi yapmış, şimdi Hamlet mi daha çok para alacak, üç oyunda görünen mi?


Cumhuriyet Gazetesi, Devlet Tiyatrosu için  tasarlanan yönetmeliği  ele geçirmiş, bu hafta yayınladı. . Yönetmelikte,  sanatçıların bir an önce gimesi  isteği hakim!  Öğretmen istemeyen bir eğitim sistemi olabilir mi, sanatçısız tiyatro nasıl olur?


Dizilerde oynayanların gelirlerinin %30’unu kuruma vermesi gibi, abuk sabuk bir madde de  var bu yönetmelikte .   Adamlar zaten aldıkları ücret üzerinden stopaj ve vergi veriyorlar. Bu %30 neyin nesi? Profesör, özel muayene ücretinin %30’unu Çapa Tıp Fakültesine mi bağışlıyor Allah aşkına?

Kaldı ki her şeyi yapan yapım şirketlerinin bu ücretleri düşük göstermesi, masraf göstermek  için naylon fatura almaları gibi hinlikler ve cinliklerin de  önünü açar bu uygulama… İki  dizide gördüğü  bir İstanbul ya da Ankara oyuncusuna bakıp, herkesin böyle bir kazanç sağladığını düşünmek, kamuoyunu yanıltmak ne acı! Kaldı ki, dizilerdeki kazanç haksız bir kazanç değil ki! İnsan üstü bir emek hakim.
 

Dizi yüzünden oyun kabul etmeyen küçü bir azınlığı hedefleyerek emekçi bir çoğunluğu yaralamak içler acısı bir durum!  Oyuncular Sendikası’nın son derece doğru bir söylemle geliştirdiği, “oyuncu da emekçidir” görüşünün kabul görmesi çok önemli.. Magazin programlarındaki oyuncu imajının yıkılması , çok önemli!


Oyuncu emekçidir ve bir ülkede emeğin yolları tıkanırsa, oyuncunun hayat damarları  kesilir. Gazetecileri, öğrencileri, siyasetçilerinin kodese tıkıldığı bir memlekette, oyuncudan %30 pay almanıza gerek bile  kalmaz. Mutsuzların ülkesinde mutlu biçimde üretemeyen insanın zaten %99’unu ele geçirmişsiniz demektir.         

             

3 Haziran 2012 Pazar

DÜŞLERİ ÇALINAN ÇOCUKLAR İÇİN

 

Amerika’da büyüyen orta halli çocukların çoğunun düşlerini  Disneyland’ süsler. Disney kahramanlarının korunaklı dünyasında düş kurmak çocukluğun baş harflerinden biri olsa gerek…  Bu yıl  kimbilir kaç çocuğa, anneleri , “ derslerine iyi çalışırsan,  deden seni Disneyland’a götürecek” demiştir ?
 

9 yaşındaki Brendan Haas ise kazandığı Disney seyahatini, Afganistan ’da şehit düşen  bir askerin çocuğuna hediye ederek, adeta kapitalist toplumda büyümenin ezberini bozmuş.


Olay, Brendan’ın facebook sayfasına bir kurşun asker yüklemesiyle başlamış. Oyuncak  askerini değiş tokuş etmek için uykuya yatan  Brendan, sabah uyandığında yüzlerce insanın  karşı   teklifiyle karşılaşmış ve sonunda kurşun askerini gözden çıkartarak,  bir  Disneyland yolculuğu kazanmış… Bir kurşun askerin getirdiği şansa sığınmak yerine, bu yolculuğu  babası Afganistan’da ölen  iki yaşındaki  bir kız çocuğuna armağan etmiş Brendan…

Disney yetkilileri,  Amerika’ya,  “kardeşliği” ve “yeniden paylaşmayı” hatırlatan  bu çocuğa, onur üyeliği vermişler… O yaşta çocuk onur üyeliğini anlayamayabilir ama kesin olarak  anlayacağı bir şey  vardır tabi: Bir Disney seyahati daha!

Bu hafta  Amerikan basınında manşet   Brendan, bu  ikinci yolculuk hakkından da  feragat ederek, “düşleme gereksinimi” olan başka bir çocuğa hediye etmek istemiş!

 “Çocukluğun ruhunda paylaşımcılık vardır, insan büyüdükçe paylaşmayı değil, mülk edinmeyi öğrenir” diye düşünebilir, Brendan’ın  bu cömertliğinin ardında  henüz bencilliği tanımayan katıksız bir çocuksuluk olduğuna inanabilirsiniz .

Bense, sınıflı toplumlarda malın, mülkün kalesini ilk koruyanların çocuklar olduğuna inanırım.  İnsan ilişkilerinin nesnelerle tanımlandığı toplumlarda, bir çocuğun  kendi bisikletini ya da  bilgisayarını bırakın diğer çocuklarla, kardeşiyle bile paylaşması çok zordur.…


9 yaşındaki Brendan,   49 yaşına geldiğinde, umarım bugünkü paylaşımcı ruhunu kaybetmez… Toplum, ona, sürekli almak yerine, vermeyi seçmiş olmasının bedelini ağır ödetmez…Onun  Disneyland’ı da en kısa zamanda  görebileceğini  umuyorum. hikayesini okuyunca, sanki dünyanın en korunaksız polis teşkilatına sahipmişiz gibi, korumasız korumalarımıza bir  taş attıkları için gelecekleri  karartılan Kürt çocuklarını, sütten zehirlenen ve özür dilenmesi gerekirken, “onlar sütü tanımadığı için vücutları red etmiştir” denilerek   memleketimin  ötekileştirilen bebelerini  düşündüm.

Babasını hiç tanıyamayan Liberty Hope Steele’in ,  Disney’e gittiği gün  başına bir şey gelse Amerikan hükümetinin  “ 2 yaşına kadar hiç eğlence parkı görmediği  için  heyecandan kalbi durmuştur” diyebilecek kadar duyarsız olup olamayacağını sordum kendime.

Pozantı’da tecavüze uğrayan, yani sözümona devletin koruması altında olan cezaevlerinde bile  koğuş ağalarına peşkeş çekilen çocuklarımız varken, sağlık bakanının  hangi yüzle “doğurun gerekirse devlet bakar” dediğini sordum


Şu an Türkiye’de 2000’in üzerinde tutuklu öğrenci var… Salt poşu taktığı için cezaevine genç olarak girip, yaşlı çıkacak delikanlılarımız, genç kızlarımız  var…

Umarım kindar bir gençlik yetiştirmiyoruzdur. Umarım  bu topraklarda bizim de oyuncaklarını  talihsiz çocuklarla  paylaşmaya hazır olan gençlerie sahipizdir..
 
Disney bileti  de şart değil…  Savaşın düşlerini çaldığı    çocuklarımıza bir selam gönderen, bir kardeşilik türküsü söylemeyen, kendilerinden olmayı kucaklamayı bilen birkaç Brendan yeter bize…