29 Nisan 2012 Pazar

EZBERİNİ UNUTAN AKTÖR




Şehir Tiyatrosu’ndaki darbe  provalarına yıllardır seyirci kalınıyordu, son neşter vurulunca  epey yankı  oldu… Yazılan üç köşe yazısından ikibuçuğu neredeyse aynıydı: Sanata müdahale edilemez  filan gibi şeyler.  Konudan uzak olanlar, 1980 darbesinden bu yana sanat pek özgürmüş de, yalnızca  son yönetmelik değişikliğiyle müdahaleye uğramış diye düşüneceklerdir kuşkusuz.

İskender Pala’nın muhafazakar sanat manifestosunu okumamıştım,   televizyonda  tesadüfen duydum. Aynı programa katılan Pınar Kür konuyla ilgili son noktayı koydu: “Okulda öğrencim böyle bir şey  yazsa,  bu ne  yahu derdim”. Bu konuda çok doğru bir belirleme de    Salih Tuna’dan geldi: “Bu manifestoda a muhafazakar sözcüğünün yerine pekala  başka  bir şey  de konulabilir!”

Pala’nın  muhafazakar sanat manifestosunda muhafazakarlık  zaten yoktu da,  sanat adına da bir şey yoktu! 

Sanat muhafazakar olamaz çünkü dünyayla beraber değişir, sanatçı olmak  da muhafazakarlık çerçevesine sığdıralamayacağı  gibi,  hiçbir  tanıma hapsedilmeyecek   kadar geniştir. Sözgelimi Picasso’nun mavi ya da kırmızı döneminden bahsedebiliriz de,  uçak, bomba, silaha gerek duymaksızın  insanların savaş karşısındaki çaresizliğini dile getirebilen   Guernica’sını , sırf ressamı komünist partisi üyesidir diye, “ komünist sanat” diye sınıflandıramayız  herhalde, değil mi ?

Şimdi  sıra tiyatroda en önemli şeyin ezber olduğunu sananların ezberini bozmaya geldi…

Muhafazakar sanat hatçılık, kuklacılık filandır: Nasıl yani? O zaman opera elitist, tiyatro burjuva filan mıdır?Oysa ödenekli tiyatroların seyirci profilinde yoğunluklu  olarak  gençler, orta sınıf aileler  filan var!

Muhafazakar  sanat yoktur ama muhafazakar sanatçı vardır: Nasıl yani?   Dramatik sanatların temelinde zıtların çatışması var! Farz eyleyin ki, “muhafazakar”  diye adlandırılan sanatçı, içki kötülüklerin anasıdır tezinde bir oyun yazmaya yeltendi… Ana  eksende  bir alkol bağımlısını göstermek istese, muhafazakar sanat sahnede alkole izin vermez  ki!

Şehir Tiyatroları ezici çoğunluğun değil, herkesindir:  Nasıl yani ? Ezici çoğunluk, ezmekten  oyun yazmaya  vakit mi buluyor?  Ekrem Dumanlı, yıllar önce “sağ cenahta sanatçı yetiştirelim” dediğinden bu yana, dişe dokunur bir eser  yaratılmış mı da , repertuara alınmamış?

Şehir Tiyatroları kadrolarına sızılamaz : Nasıl yani? Son yıllarda AKP buraya kendi kadrolarını akıtmadı mı ?

Parayı veren düdüğü çalar: Nasıl yani?  Şehir Tiyatrosu  sanatçılarının maaşlarını belediye ödemiyor ki, Maliye Bakanlığı ödüyor, o zaman tiyatrodan neden doğrudan doğruya Maliye Bakanı sorumlu olmuyor?

Belediye zaten yönetimde  7’de 2 ile sadece varlık gösteriyor, güdümleme derdinde değil: Nasıl yani? O zaman İETT’nin yönetiminde  niye  ağır vasıta ehliyeti olan 2 sanatçı yok?

Belediye, yönetmeliği eskidiği için değiştiridi: Nasıl yani? Ayşenil Şamlıoğlu, zaten görevi kabul ederken, yönetmeliği değiştirmeyi hedeflememiş miydi? Bu kadar süre boş mu oturdu?

Şehir Tiyatrosu sanatçıları eylemcidir: Nasıl yani? Tiyatroları kongre vadisinin parçasına dönüştürülürken, kaçı buldozerin altına yattı?

Şehir Tiyatrosu sanatçıları emekçidir: Nasıl yani? 4 C meselesinde kaç tanesi Tekel işçilerinin yanındaydı? 1 Mayıs’ta kaç tanesi meydandaydı? Mesele kendi haklarını korumak olunca mı emekçi oldular?  

Tiyatronun yeni genel s. yön’ü  güdümlüdür: Nasıl yani? Bugün muhalefet sözcüsü olarak konuşan Orhan Alkaya,  birkaç yıl önce aynı görevde  rejime hizmet etmedi mi? (Bu arada sevgili Hilmi Zafer Şahin’e, “18 aylık”  yeni serüveninde başarılar!)

Sanat sansürlenemez: Nasıl yani? Rosenbergler kaldırılırken öfkeleniyoruz da, Yahya Kemal’in dizelerinin sansürlendiği belgelenmişken, kaçımız  bu haksızlığa ses etti?

Sanat ile ibadet yan yana olamaz: Nasıl yani? National Theatre’ın içinde kilise mi var da,  tiyatroda mescit uygulamasına rıza gösterildi?

Sanat ile iktidar  yan yana gelmez: Nasıl yani?  Birkaç yıl önce Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun açılışında hükümet görevlilerini Şehir Tiyatrosu’nun değerli  sanatçıları alkışlamamış mıydı?

Sosyal demokratlar  sanata sahip çıkar: Nasıl yani? Kılıçdaroğlu’nun tiyatroyla ilgili kaç konuşması var? Bedri Baykam, bir tv programında, bizim CHP’nin gündeminde şimdilik sanat yok derken, kaç kişi, sorgulamayı akıl etti?

Tiyatroda büyüklere saygı vardır, tülüat yapılamaz: Nasıl yani? Temaşa sanatlarımızda tülüat yok mu? Lüküs Hayat’ta doğaçlama yapılır da, Sümeyye Erdoğan’ın karşısında mum gibi mi durulur?   

Tiyatro kendi ayakları üzerinde durmalıdır: Nasıl yani? Tiyatro biletlerini 1 liraya düşüren aynı belediye değil miydi? AKP’nin kültür politikasında, yerel belediyelerde ücretsiz oyun oynama yok mu ki?

Şehir Tiyatroları oyunları özel tiyatrolara ihale edilecek:  Nasıllll yaniiii?  Komşuda pişer bize de düşer mi? Bizim  tiyatroya   iki çocuk oyunu, bir de Kavacık sırtlarında  bir villa  (pardon  home ofis) tahsis ederseniz vatana millete hayırlı bir evlat olarak ben de varım   bundan böyle!

Detaylar için cepleşelim. 

28 Nisan 2012 Cumartesi

Nedim Saban : Bu fotoğrafı silin

Nedim Saban : Bu fotoğrafı silin

22 Nisan 2012 Pazar

SERBEST ÇAĞRIŞIM




Bu yazıyı kebaplar ve tabi ki medeniyetler kenti Hatay’dan yazıyorum…

Son geldiğimden bu yana ne yazık ki kebaplar medeniyetlerin önüne geçmiş! Tarihte çok önemli medeniyetlerin beşiği olan Hatay’ın Harbiye’sinde, Fransızlar döneminden kalan tüm çınar ağaçları kesilmiş, Harbiye çirkin apartmanlar ve kendin pişir kendin ye’cilerin medeniyetine dönüşmüş..

Dünyanın en büyük üçüncü mozaik müzesi olan müzede ise, yer sıkıntısı çekildiği gerekçesiyle, onlarca tarihi eser bahçede   kimi zaman güneş ışığı ,   kimi zaman  kar yağışının  altında  kaderlerine terk edilmiş.

Hatay’da, askeriye gazinosunun karşısına mimari açıdan hiçbir özelliği olmayan bir apartman dikerken, binlerce yıllık tarihi eserler bulunmuş, Hilton oteli için kazı yapılırken, antik bir hamama denk gelinmiş. Yeni otel artık bir müze otel olacakmış,  tarihi eserlerin eşelenmesinden sonra dikilen yeni bina ise, 21. Yüzyıl zevksizliğinin örneği olarak kalacakmış!

Burada onlarca  medeniyet, yüzbinlerce insan, yüzlerce hükümdarın çöküşüne tanık olan taşlara bakıyorum da, tarih 21. Yüzyıl insanını nasıl belgeleecek çok merak ediyorum. Bizden 300/400 yıl sonra bu taşlara bakanlar, bizleri alışveriş merkezi, gökdelen, TOKİ konutları ve salak sulak apartmanlar diken bir kebapçı nesil olarak mı hatırlayacak? Sözde pek sevdiğimiz torunlarımıza nasıl bir dünya bırakacağız?

Kadir Topbaş, geçtiğimiz hafta, vekili aracılığıyla utanç verici bir karara imza attı. 19 Nisan’da Kenan Işık’ın da istifasıyla, İskender Pala’nın şehir tiyatrosu üzerindeki egemenliği kesinleşmiş oldu. Pala,televizyonları dolaşarak muhafazakar sanat üzerine düşüncelerini paylaşıyormuş. Nur içinde yatsın Ali Taygun, İskender Pala’nın  bir oyununu  Şehir Tiyatrosu’nda sergileyerek, Pala’nın keskin burnununu  şehrin tiyatrosunun kokusunu almasını  sağlamıştı. Hıncal Uluç,  sanatsal olarak hüsranla biten bu fiyasko üzerine en güzel yazıyı yazdı, ben daha fazla yazmaya gerek duymuyorum.  Pala’nın fiyaskoyla sonuçlanan oyunu  bile  tepeden inme bir anlayışla sanat yaptırılamayacağının kanıtıdır bence.

Sosyal medyada Şehir Tiyatrosu  üzerine onlarca görüş paylaşıldı , ancak ne yazık ki twitter ve facebook kahramanlığı yeterli olmuyor!

Kanımca herkes Pala’nın palasına kilitlenmişken,  en parlak twit’i İskender Pala adının serbest çağrışımıyla, canı İskender kebap çektiğini söyleyen sade vatandaş atmış…

Ben de kültürlerin yerine kebapların öne çıktığı gezim sırasındaki bazı serbest çağrışımları yazayım bari…



1)       Şehir Tiyatrosu operasyonun son dalgasında, hayatlarında hiç tiyatroya gitmeyen  köşe yazarları tarafından,    koskoca repertuardaki birkaç oyun cımbızlanarak, sözümona ahlak dışı bir içerik bulunduğu konusunda yoğunlaşıldı. Belki de  hayatlarında hiç tiyatroya  gitmemiş,  muhafazakar seçmenler üzerinde  “bizim paramızla Aziz Nesin oyunları mı oynanacak?” türünde  bir telaş yaratıldı..

2)      Haftada 7  temsil oynayan,  zamanlarının çoğunu kimi zaman çocuk oyunu, kimi zaman yeni oyun provalarda geçiren, İstanbul’un dört bir yanındaki oyunlara yetişmek için canlarını tehlikeye atan oyuncuların, sanat emekçilerinin emeği hiçe sayılarak, kurumda sayıları parmakla gösterilecek kadar az olan  birkaç  tembel ya da kabiliyetsizin yeterince çalışmaması  bahane edilerek, sanki Türkiye’deki tek KİT Şehir Tiyatrosu’ymuş gibi bir hava yaratıldı. Yeniden yapılındırılması çok kolay olan sistem özellikle  kilitlendi.

3)      Şehir Tiyatrosu’nun halen sıkıyönetim yönetmeliğiyle yönetildiğini söyleyecek kadar abuk sabuk iddialarla, olay günün dillere pelesenk olmuş politik söylemine uyulmaya  çalışıldı. 

4)      Sözde bir muhafazakar sanat söylemi uyduruldu…. Sanatın yapısında muhafaza etmek yoktur, devlet eliyle  din adamı, hukukçu, profesör  filan yetiştirilebilir belki ama özellikle “muhalefet etme dürtüsünden arındırılmış bir sanat nasıl yaratılır?” soruları sorulmadan, içi boş  muhafazakar sanat söylemleri ortaya atıldı. Tarihte saray soytarılarının bile kafasının kopartıldığı, saray şairlerinin hükümdarı fazla poh pohlamadıkları zaman ipe çekildiği,  dünyanın her bölgesinde karanlık çağlarda, saray ressamlarının  kraliçeleri yeterince güzel çizilemedikleri zaman yok edildikleri hiçe sayılarak, halktan ve gündemden kopuk bir yapay sanat anlayışı üretildi.

5)      Ödenekli tiyatro sanatçılarının, kendi tiyatroları yıkıldığı, kültür merkezleri  çürüdüğü zamanki tavır yoksunlukları , kamplaşmaları dikkate alınarak, muhalif eylemlerin er geç bastırılacağından iyice  emin olundu.

6)      Dünyada eşi benzeri olmayan bir uygulamayla sıradan bir müdürlüğe dönüştürülen Şehir Tiyatrosu sanatçılarının  henüz ciddi bir örgütlenmesi olmadığı göz önüne alındı. 4 C uygulamasında hiçbir  kurum sanatçısının işçilerin yanında olmadığı  düşünülerek,  savaşlarında yalnız bırakılacakları düşünüldü.

7)      Sanatta sözümona baskıya karşı çıkan  ama ülkesinin heykellerinin parçalanmasını seyreden Kültür Bakanı, ödenekli tiyatrolarda  tuluat yapılmaması ve  özellikle  hükümete dil uzatılmaması konusunda konuşarak, Devlet Tiyatrosu’nu da vurmaya hazırlanan yeni dalgayı hazırladı. 

Hatay gezimde muhafazakarların tarihlerine sahip çıkmak yerine, kebaplarına sahip çıktıklarını yakından gördüm.21. yüzyıl insanının tarihe kebap ve çirkin yapı diken şahsiyetsizler olarak geçeceğine inanmak istemiyorum…

Fani bir dünyalı olarak, taşlara ve ağaçlara nasıl hesap vereceğimizi bilemiyor, çok utanıyorum.

15 Nisan 2012 Pazar

SIRADAN BİR İSTANBULLU'NUN NACİZANE TALEPLERİ

Birkaç gün önce genelde Şehir Tiyatrosu sanatçıların oluşturduğu kalabalık bir sanatçı grubu, İstanbullu tiyatroseverlerle beraber Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun
önünde “Tiyatroma Dokunma” dediler..
Şehir Tiyatrosu ile ilgili bundan önceki son eylem , birkaç yıl önce tiyatro yıkılmaya başladığı
günden az öncesinde tiyatronun önünde
yapılmış, değerli Türkan Saylan da biz tiyatrocuların yanında olmuştu. Bu
vesileyle kendisini anarken, bu yıl Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Onur ödülünü alan tiyatro duayenlerimiz Gülriz Sururi ve Genco Erkal’ı kutluyorum.
Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun dönüştürülmesine karşı bir grup olarak, önceleri çok kalabalıktık. Tiyatro yıkıldığı zaman buldozerlerin altına yatacağını söyleyen Orhan Alkaya, genel sanat yönetmeni koltuğuna oturarak bizi şaşırtan ve ilk yalnız bırakan kişi oldu..Muhalif Alkaya, kısa bir süre için bu koltukta susturuldu, bu yıl ise kılıfına uydurulmuş bir tuşa basma sonucunda Alkaya’nın başarıyla sahneye koyduğu ve kapalı gişe oynanan “Rossenbergler Ölmemeli”oyunu sahneden kaldırıldı. Olay bir yönetim zaafı gibi sunuldu , suç tiyatro sanatına her zaman karınca kararınca destek olan Onk Ajans’ına atıldı. Oysa, tekrar tuşa basılmış, bu kez de yeni genel sanat yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu’yu
harcamak üzere harekete geçilmişti. Yeni genel sanat yönetmeninin adı kulislerde duyulmuş, yolculuğu çoktan başlamıştı bile! Bunu herkes biliyor, ama bilmezden
geliyordu.
Yandaş olsalar belki saygı duyardım ama her dönemin düzendaşı olan
kalemlerin tiyatroya gitme alışkanlıkları olmadığı halde, aniden Rosenbergler ile ilgilenecekleri tuttu! Zaman zaman samimiyetine güvenerek eleştirdiğim Ayşenil Şamlıoğlu’nun yaptığı işler
son derece önemliydi. Alkışlanacağı yerde, Rosenbergler ile birlikte, “Günlük
Müstehcen Sırlar”, “Otobüs” gibi oyunlar da sudan sebeplerle hedef gösterildi. Son günlerde de, halkın vergileriyle neden Aziz Nesin oynanıyor? gibi gereksiz tartışmalar başlatıldı.
Milyonlarca İstanbullu’ya ait olan bu kurum sadece iktidara hizmet etmeli gibi
bir havayla, sanki ortada çok doğru dürüst muhafazakar oyun varmış da
oynanmıyormuş gibi bir rüzgar estirildi.
Sözümona oyunlar tartışılarak gündem değiştiriliyor,
sözümona ahlak dersleri veriliyor ama aslında alttan alta yeni bir yönetim
modeli hazırlanıyordu.
Ayşenil Şamlıoğlu’nun en büyük hatalarından biri belki de sözgelimi İskender Pala’nın eserlerini sahnelememektir ! Mesela Pala’nın telifi tıkır tıkır işlese, mesela hükümete yakın görünerek aslında hükümete de hükmeden tayfanın çıkarları korunsa acaba aynı
tuşa basılır mıydı?
Mesela 98 yıllık köklü bir kurumun yönetim yapısının eskidiğini iddia eden bürokratlar, kendi yakınlarına kadro sağlansa, aynı abuk sabuk iddiaları tekrarlarlar mıydı?
Hazır iktidar ve muhalefet demişken, Şehir Tiyatroları’nın yönetmeliğini apar topar değiştiren yasa aniden il meclisinden geçerken, meclisteki 3 CHP’li ne yaptı ? İstanbul’u yönetmeye aday
olan Kılıçdaroğlu, AKM eyleminde şöyle bir görülmüştü. Peki, şimdi hiç bitmeyen
kongreleri boşverip, kentin tiyatrosuna sahip çıkacak mı? .İstanbulluların
sanattan yararlanma hakkına müdahale eden bu tepeden inme değişiklik karşısında 21. Yüzyıl CHP’si nasıl bir tavır koyacak?
Birkaç yıl önce 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde, tiyatro yıkılırken ortada pek az insan vardı.
İlk eylemlerdeki kalabalık yavaş yavaş sindirilmiş, dağıtılmıştı. Bazı sanatçılarımız ise tesadüfen eylem saatine denk gelen bir bilgilendirme (!) toplantısında, Tepebaşı’nda hala ortada olmayan hayali bir projeyi anlatan Büyükşehir Belediye Başkanı’nı alkışladılar.
Tiyatro salonu dönüştürüldüğünde, belki de şu anda hakları için eylem yapan çok saygın
sanatçılarımız bugünkü iktidarı alkışladılar. Açılış günü Başbakan’ın
programı doğrultusunda oyun oynandığı için, tiyatronun sanatçıları Ümraniye’deki oyuna geç kaldılar. Muhsin Ertuğrul’un hiç kapatmadığı perde, lanet
olası sıkıyönetimde sokağa çıkma yasağı sırasında bile kapanmayan perde, o gün saatlerce geç açıldı. Kurumun sanatçılarının yine gıkı çıkmadı. Kongre Vadisi’ndeki akıl almaz toplantılardaki güvenlik gerekçesiyle oyunlar günlerce iptal edildi, ne yazık ki kimse “tiyatroma dokunma” diyemedi!
Oysa Şehir Tiyatroları’nın özelinde, sanatın, eğitimin üzerinde oynanan oyun çok belliydi!
Bunu kavrayamayanlar, dünyada hiç görülmemiş bir sistemle bürokratların tiyatro yönetimini ele geçirmesine niye şaşırdılar ki? Kafa karışıklığı, bilgi eksikliği, suya sabuna
dokunmama hali , biz tiyatroculara yakışmadı.
Suyun önüne çıkmak için artık geç kalınmış olabilir…
Bu suda boğulmamak için, sağduyulu sanatçılar olarak
belediye başkanına, belki de kendisinin farkında bile olmadığı ayak oyunları
anlatılmalı, bir an önce diyalog
kurulmalıdır. Kadir Topbaş olaya sağduyulu biçimde yaklaşmalı, yeni
yönetmeliği kurumun sanatçılardan görüş almadan hiçbir biçimde
imzalamamalıdır. Bu yönetmelik hiçbir vicdan sahibinin imzalayacağı bir şey değildir. Hazırlandığı zaman sanatçılara danışıldıysa, kimlere danışıldığı açıklanmalı, kraldan kralcıların ayak oyunlarıyla aceleye getirilmemelidir.
Artık binalar, oyunlar, hatta insanları da aşan bir mesele var karşımızda…
Şehir Tiyatrosu İstanbullularındır ,, belediyenin değil.
Şehrin tiyatrosu oy verene değil, vergi verene aittir.
2012 Türkiyesi’nin kentlileri, İstanbul’lular ve İstanbul’da
yaşamayı seçenler, daha iyi şeyler hak ediyor., Bunu talep etmekte kararlı ve sabırlı
davranmalılar.
Geçmişte sınıfta kalınan tavır eksikliği, gelecekte iyi şeyler istemeye engel değil, aksine kamçılayıcı olmalı!.