16 Eylül 2012 Pazar


 

SANAT DÜNYAMIZIN ÖRDEK TECAVÜZCÜLERİ!  

 
Bu yıl 12  Eylül darbesinin 32.yılı tüm yurtta ve yavru vatanda törenlerle  kutlandı, zafer sarhoşu olan bir herif de, hemen  ertesinde,  13 Eylül’de  bir ördeğe tecavüz etti…  Her anlamda tecavüze uğrayan nice kurum ve insanımızdan sonra, birtek  ördeklerimiz kalmıştı zaten . Zavallı hayvanlarımız  bu kaotik ortamda kim vurduya gittiler …

Eskiden çocuk tecavüzcülerinin icabına  cezaevlerindeki diğer   mahkumlar bakardı, devlet daha çok cezaevinde tecavüzcüyü  koruma görevini üstlenirdi, şimdi  tecavüzcülerini mahkeme koridorlarında alkışlatıyor.… Ördek tecavüzcüsüne sapık diyenler ,yaklaşık  her  televizyon dizisinde bir fantezi olarak taçlandırılan tecavüzler karşısında sessiz! Öte yandan, ördeğe tecavüz edenler kadar, evlerinde ördek besleyerek, akşam yemeği öncesinde ördeğe göz dikenler de suçlu değil midir diye sorasım geliyor.


Aynı soruyu bazı kıdemli  oyuncu arkadaşlarımıza da sormam gerek. ATV’nin Huzur Sokağı dizisinde uzun süredir işi gücü olmayanların oynamasına kızmıyorum da, Devlet Tiyatrosu’ndan emekli olduktan sonra Şener Şen, Türkan Şoray, Halil Ergün gibi starlarla oynama şansını bulan bir kalender oyuncumuzun burada ne işi var, merak ediyorum doğrusu.   Böyle “kıdemli ”  oyuncular, yıllarca Kurtlar Vadisi filan gibi toplumun beynine  derinden tecavüz eden dizilerde dublajlı seslerini konuştururlarken, muhafazakar kanallarda rol alan gençleri aşağılamamışlar mıydı? Nice genç meslektaşımız ekmek parası uğruna belki de hiç istemedikleri dizilerde rol alırken, toplumun bilinçaltına en üst perdeden tecavüz eden bu kişiler nasıl oldu da birden bire aklandı? Gençler, konservatuarı “Huzur Sokağı”ndaki bedbaht ve kötücül laikleri oynamak için bitirmediler herhalde, değil mi? Genç meslektaşları  ekmek parası uğruna hiç istemedikleri işlerde boy gösterirken, onlara zenginlikten kalınlaşmış koca parmaklarıyla höt edenler, ördeklerin neslini tükettiler. Mahkemelerde tecavüzcüler nasıl alkışlatıldıysa, bizim ustalar da memleketin  en çorak vadilerinde milyon dolarlar ödeyerek sahip oldular .  Nasılsa o evler uğruna  kesilen ağaçları onlar kesmemişti  , o yüzden olmayan vicdanları pek rahattı… Ancak doğa katliamının,  başrolündeydiler. Sadece doğa katliamının mı? Darbelerden bu yana sivil hayata ve özgürlüklere yapılan her türlü katliamın sorumlusuydular. Suça ortak olmuşlar ya da en basit anlamıyla sessiz kalmışlardı.

 
Şimdi, 12 Eylül sevinciyle ördeğe tecavüz eden 50 yaşındaki babaya kızıyorlar… Oysa o günden bu yana nice utanç verici karara sessiz kalarak, 50 yaşındaki o babanın 4 çocuğuna tecavüz edenler kendileri  değil mi?

Bu ülkenin ustalarına, sadece tiyatroda değil, bilimde, sanatta, iş ve eğitim  dünyasında, her yerde çocukları iyileştirmek düşerdi. Oysa para uğruna, gelecek kuşaklara  tecavüz edilmesine sessiz kalmaktan utanmadılar.

Utanmadan ördeğe tecavüz edene kızıyorlar. Kendileriyse,her dakika ördeklerin ırzına geçilen bir dizi çekimine başlamışlar  bile!

 

13 Eylül 2012 Perşembe


 

HERŞEYE RAĞMEN TİYATRO


Tiyatrolar  yeni sezon repertuarlarını açıklamaya başlamışken , İstanbul’da mevsim açıldı bile. Alternatif topluluklar bir bir  perde açmaya başladı, özeller soluk almaya çalışıyorlar, ödenekliler ise kendilerine ödenek ayıranlara fark ettirmeden, korsan biçimde  sezon açma peşindeler. İstanbul’da her gece irili ufaklı 30’un üzerinde perde açılıyor. Bu sayı New York, Londra, Paris gibi benzer nüfuslu metropollerde 150 civarında!Ancak birkaç yıl öncesiyle karşılaştırıldığı zaman, İstanbul’da açılan perde sayısı, oynanan oyunların niteliği, yeni kurulan toplulukların düzeyi ve tiyatro mevsiminin uzaması konusunda gözle görülen, hatırı sayılır  gelişme var.Bu arada kentin karanlık  yüzünde, önemli sayıda yeraltı kumpanyada çocuklarımızın gelecek ile ilgili düşlerine zehir saçan yüzlerce çocuk oyunu oynanıyor.

 

OYUNCULARA SSK

Geçtiğimiz günlerde setlerde sigorta konusu gündeme gelmiş, götürü usulu makbuz kesen oyuncuların sosyal güvenliği tartışılmıştı. “Uzun dizi, kısa hayat” filan gibi kulağa  hoş  gelen sloganlarla Atatürk Kültür Merkezi’nin önünü fuzuli yere kaplayan meslektaşlarımız, masal endüstrisinin güçlü ve boyalı hakimiyeti karşısında tırsmış olmalı ki, artık dizilerin süresi konusunda gıkları bile çıkmıyor. Sanatçıların sigortalı olması konusundki savaşı da  başlamadan kaybedeceklerinden eminim. 

Tiyatro Oyuncuları Derneği’nin bir dönemki başkanın bile  oradan buradan toplama  gençleri hiçbir sosyal güvence olmadan çalıştırdığı bir diyar  burası…Bu konuda Oyuncular Sendikası’nın mücadelesine inanıyor ve destekliyorum. Umarım çağdaş örgütsüzlük politikasını, dayanışma ruhuyla kırmayı becerirler.

 

 

ŞEHİR TİYATROSU

 
Öte yandan tarihin en renksiz mevsim açılışına hazırlanan  Şehir Tiyatrosu, aynen Atatürk Kültür Merkezi’nde uygulanan politikayla çürümeye terk ediliyor. Şehir Tiyatrosu’nun yeni görevlisi Hilmi Zafer Şahin, bu kuruma hizmet eden yevmiyeli sanatçılarayaz boyunca bir kuruş para  para ödenmemesi konusunda son derece sessiz..

Amaç belli!Yevmiyeliler yılsın, kadrolular gitsin, yevmiyelilerle kadrolular bir birine girsin, sonra da merkez medyadan Hadi Uluengin gibi birilerine “tiyatro öldü” deme görevi verilsin.

 

OTOSANSÜR

Geçtiğimiz haftaki yazımda otosansürden söz etmiştim. Ülkenin yüzde doksanyedibuçuğunu ele geçiren muhafazakar belediyeciler, valiler, kaymakamlar ve en önemlisi bu kişilerle kira, vergi, rant ilişkisi filan olan karanlık sosyal demokratlardan tırsan  tiyatrolar, içinde çıplaklık olmayan, karakterlerinin sigara, içki içmedikleri, seks yapmadan üredikleri, soyunmadan yatağa girdikleri, küfür etmeden bağırdıkları oyunlar sahnelemeyi seçiyor.  Bu ülkenin kültür  bakanı, dünyanın en önemli virtüözlerinden birini överken terbiyeli oyunlarda rol aldığını, sahnede küfür etmeyen bir beyefendi olduğunu filan söylüyor.

İnsan  hükümet kanadındaki bazı açıklamalar karşısında küfür mü etsin, iki şişe rakı mı devirsin, dört paket sigarayla mı sakinleşsin, kanserojen gıdalar mı tüketsin, karar veremiyor doğrusu.

 
 

RANTİYELER

İstanbul’un siluetinin içine eden , altyapısı, yolu, yangında kaçacak sokağı bile olmayan gökdelen mezarları diktikten sonra, Bodrum’un en güzel koylarından biri olan Cennet koyunu cehenneme çeviren rantiyeler için cennet diyarı burası.. Bu diyarda Başbakanlığa bağlı TOKİ en çirkin konutları yapar, başbakanlığa bağlı holdingler, başbakanın elinin yetmediği kültür merkezlerine  sponsor olma bahanesiyle, gizli saklı yapılan protokollerle kentin göbeğine dükkan açarlar.

 

CUMHURİYET HALK FIKRASI

Sanat adına alternatif bir söylem gerçekleştirmesi gereken  Cumhuriyet Halk Fıkrası’nın yöneticisi Kemal ( Koskoca Müşfik Kenter’i kendi belediyesinin elemanı olmaya kadar düşürdüğü sözünü geri almadıkça  sadece Kemal’dir benim için)  partisinin o dönem kültüre duyarlı milletvekili Çetin Soysal’ın çekiştirmesi sonucunda, niye gittiğini bile bilmediği “tiyatroma dokunma” gösterilerinde boy gösteriyor ama mesela geçen hafta Hatay'daki Apaydın kamplarını eleştirirken,  AKP’ye, “ sizin tiyatronuzda oynayacak figüranlar değiliz “diyebiliyor. Cumhuriyet Halk Fıkrasında  Aylin Nazlıaka dışında tiyatroya duyarlı bir tek eleman olmadığı için, kimse Kemal’in gaflarını sorgulayamıyor..

Kemal’in figüran olduğu kesin … Ama Yeşilçam’ın emektar figüranlarından biri olmadığı da kesin. O figüranların tek bir takım elbisesi  ama  birkaç saniye göründükleri  filmlere kattıkları bir şeyler var. Kemal’in çok takım elbisesi var , televizyonlarda da  onbeş yirmi saniye yer alabiliyor bazen, ama emektar figüranların ruhunu taşımaktan çok uzak.

 

HERŞEYE RAĞMEN TİYATRO

Bu ahval ve şeraitte bile tiyatro sezonunun  açılımasına sevinebiliyoruz.Tiyatro  sezonun daha dolu dolu geçmesi için kötü insanlara, çıkarcılara, şapşalara gereksinimimiz var,  öyle değil mi efendim?

Tiyatro, iyiyle kötünün savaştığı bir er meydanı…Hayatta kötüler kazanmalı ki, sahnede iyilik olsun.