4 Haziran 2013 Salı

GÜNLERDEN CUMARTESİ MEYDANLARDAN TAKSİM




Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Bale’sinin kapatılarak, kurumların müdürlüklere bağlanması gibi saçmasapan bir tasarıyı protesto etmek üzere çıktık bu defa da Taksim’e…

“Bu eylem renksiz geldi, Ankara Metrosu’nda öpüşmeye gidelim” diye espri yaparken, metro eyleminin şiddetle cezalandırıldığını duydum ve tabi ki bu konudaki esprimden caydım.

Gün geçmiyor ki, protesto edecek yeni bir şeyler bulunmasın…Ve gün geçmiyor ki, protestolar giderek arttırılan faşizan bir şiddet dozuyla cezalandırılmasın…

Madem Galatasaray’a kadar yürüyeceğiz dedik, polisin bize zehir saçmasından korkmayıp, yürüyebilmeli ya da yürüyebilmek için gerekli alt yapıyı sağlayabilmedik. Biz sanatçıların toplumda halen güvenilirliği var, kamuoyu sözümüzün arkasında duracağımıza inanıyor… Ne dediysek yapmalı, bir de şu tahta bacaklı dev kuklalar, gülen/ ağlayan adam maskeli romantik eylem biçimimizden vaz geçmeliyiz. Rus ya da Arap turistlere zengin bir malzeme sağladığımız kesin de, işçimiz/ köylümüz/ kentlimiz/ öğrencimize yaraşan daha politik bir duruşumuz olmalı.

Bir de, sözcükleri yerli yerinde kullanmak gibi bir sorumluluğumuz yok mu? Taksim heykelinden AKM’ye kadar sürüklenmenin adı, ne zamandan beri yürüyüş oluyor ? Kültür Sanat Sen’in bu eylemlerdeki genel duruşu her zaman sağlam… Belli ki bu kez Noel Baba’nın torbasından hop diye çıkan yasanın şokunu yaşamışlar…

Gönül bu eylemlere sadece sanatçıların değil, meydanlarda direnen her kesimin ve tabi ki

seyircilerin de gelmesini istiyor. Seyirciler, yurdun her köşesinde kendilerine böylesine köklü, önemli ve en önemlisi bu kadar ucuza kültür hizmeti getiren bu kurumların yok edilişine seyirci kalmalı…Sanatçılar TEKEL’de, THY’de, Reyhanlı’da, Uludere’de neredeydi diye soranlar haklı tabi…Ancak sanat kurumları yok edilirse, toplumun sadece sözcük hafızası değil, pasif direniş silahları ve kendini ifade edecek notaları tükenir… Onun için meydanda yalnız bırakıldıklarını düşünenler bile, sanatın güdümlenmesine sessiz kalmamalı.

…..



EN SON NE ZAMAN GİTTİN?



Yeni bir saldırı modeli buldular, “Emek Sineması” na en son ne zaman gitmişler de, Emek için ağlıyorlar?” söylemini kullanıyorlar şimdi de. Emek Sineması’nı onlar batırdı demeye getirecekler neredeyse…

İnsan sadece yaşadığı yer için mi yas tutar? Afrika’da bir aç çocuğa, ya da Sudan’da şiddet gören bir kadına ağlayamaz mı?Kaldı ki, Emek, Taksim’in göbeği. Festivallerde binlerce sinemaseverin arasında sanatçılar yok muydu?Hadi yeni bir silah , bir de bu silahı kullanacak yeni tetikçiler bulun …

….



ÖZEL TİYATROLAR



Taksim Eylemi’nde Genco Erkal, Ali Poyrazoğlu gibi özel tiyatro emekçilerinin bulunup da, opera/ balede, tiyatroda aktif görev alanların az sayıda olması tuhaf değil mi?

Çoğu Kurtlar Vadisi’nde oynadığı için, vadiyi meydana tercih etmiş belli ki…Vadide olmayanların derdi de er geç vadiye inmek! Onlar dizide görünene kadar, kimse onları görmesin, fişlemesin derdindeler.Bu ülke Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun sözde yeniden açılışında başbakan eşinin elini öpen solcuları da gördü, tiyatro yıkılırsa buldozer altında yatarım deyip, tiyatro yıkılırken belediye kadrolarına geçenleri de…Devlet Tiyatrosu kapansın, parayı özellere dağıtacağız diye kandırarak eylem kırmalarına bakmayın, tiyatronun özeli/ devleti olmaz diyen herkes meydanlarda artık!

Bu arada Muhsin Ertuğrul için yapılan son eylemle aynı saate denk getirilerek sözüm ona Şişhane’ye dikilecek tiyatro tanıtım kahvaltısına katılanlara soruyorum! Sahi ne oldu o projeye? Hanginiz, belediyeyi arayıp da, bizi eylem kırmak için mi oyaladınız diye sormayı akıl etti?





AMATÖRLERE TELİF HAKKI



Amatör tiyatrolar telif ödemeli mi, yoksa istedikleri oyunları bedava oynama hakkına mı sahip olmalı? Tartışılması tuhaf. Çok güvendiğim Boğaziçi Üniversitesi camiasının konuyu gündeme getiriş biçimi de sağlıksız ve taraflı.

Yazar emekçi değil mi yahu? Bir yapıtın ortaya çıkması kolay bir şey mi ki, bedavadan üstüne konasın?Amatörler kostümleri, aksesuarları çarşıdan bedavaya mı alıyor? Herşey paralı da, fikir neden bedava olsun?

Onk Ajans, Yeditepe Üniversitesi’ne Milan Kundera’nın oyununun ne zaman nerede oynandığını sormuş diye fırtına kopuyor. Soracak tabi. Ajans yazarı temsil ediyorsa, yazara ya da varislerine hesap vermek zorunda.

Kaldı ki, bu durumda telif ücreti de istenmemiş, sadece rapor istenmiş. Kuşkusuz amatör tiyatroya destek vermek gerek, yazar ya da çevirmen telif hakkından vaz geçmekte ya da tüm dünyada olduğu gibi sembolik bir bedel istemekte özgürdür tabi, ancak kimse kusura bakmasın ama dünyanın herhangi bir yerinden biri “amatörüm” diye çıkarak, bir eserin üstüne oturma hakkını kendinde bulmamalı . Öğrenciler fikirlerin de sahipleri olduğunu nasıl öğrenmek istemez !

İşin para kısmını geçin, yazar da oyununa hayat verecek sanatçıyı seçme hakkına sahip olmalı. “Sanatçı istediği oyunu oynar ” yerine “Bu oyun bu sanatçıya teslim edilmiştir ” düşüncesi öne çıkmalı! Uygarlığın şartlarından biri her fikrin özgür olduğunu kabul etmek kadar, her fikrin bir sahibi olduğunu da kabul etmekten geçer.

TWITTER BELASI


twitter: @nedimsaban



Aslında sadece şu anda gittiği Kuzey Afrika Gezisi değil, herşey ama herşey önceden planlanmıştı.Para hakimiyeti, kendi sermayedar grubu, pasif bir muhalefet, cemaatten destek alınarak kuvvetlendirilen bir polis, yandaş bir medya, kindar ama kendince sağlıklı gördüğü , kafası iyi olmayan bir gençlik…

Baskıcı , ayrıştırıcı politikasında satranç hamleleriyle ilerleyebileceğini sanıyordu…

Yurdu “geçici” süre terk ettiği basın toplantısında, borsa Tokyo’da da düşer, isyanı Cumhuriyet mitinglerinde de çıkarttılar, ağaçları Zekeriyaköy’de de, Sheraton’da da kestiler derken”öz güveni” yüksek, “ben seçmenimi sokağa salmıyorum ” derken tehditkar, “bunların hesabını soracağım “ derken kindar, “kendisine soru soran muhabirleri azarlarken” agresifti…

Bir gün önce Fatih Altaylı’yı karşısında muma çevirerek “aciz medyanın belgeselini çektirmiş”, Reuters muhabiri Birsen Altaylı’nın beklenmeyen cesareti karşısında afallamıştı…

Herşey çok önceden belliydi, “Gezi Parkı iki yıl önce belliydi”, “AKM beş yıldır yıkılmaya çalışıyordu”, yeni mi aklınıza geldi derken aslında ne kadar haklıydı…

Demokrasiler sürprizler üzerine kuruludur ama onun yönetim anlayışında sürpriz yoktu, satranç piyonlarına doğru zamanda doğru hamleleri yaptırmak vardı. Şiir okuduğu için hapis yattığı yıllarda sadece bir şeyi ön görememişti. Tarihte örnek aldığı faşistlerin propaganda bakanlığı vardı da, “Sosyal Medya!” henüz keşfedilmemişti!

Twitter belasını hesaplayamadığını itiraf ediyordu… Bu bela olmasa, Taksim’i ilk dakikada püskürtebilecek, belki de rantiyelere çoktan yedirecekti ama dayanışma ruhu ı &‘den & ‘e sıçramış, özgürlük heyecanı @’ten @’a bulaşmıştı.…

Twitleme hızı yasaklama hızının önüne, @ korkuyu yendi … Artık gazetelerin yazması, televizyonların göstermesine gerek yoktu, tarih kendini @ ‘den @’e çoğalarak yazıyordu.

@ bir ağaçtan bir kadın vücuduna, bir öğrenciden bir yaşlı teyze’nin tavasına bulaşmıştı.

Fazla mani olmayayım! Direnişin, dayanışmanın, özgürlüğün tadını çıkartın artık.

Bazı @’ları sadece onurlu direnişinizin anısı olarak sıralıyorum… Yanını siz doldurursunuz… Tarih yazan bir ulus, twitter belasında, @‘ın içini mi dolduramayacak?

@ direngeziparkı, @topçu kışlası, @tencere tava hep aynı hava” @iki ayyaş, @birkaç çapulcu, @marjinal gruplar, @EmekBizim, @Emek Yerinde Güzel, @AKM; @medya istifa, @Halk TV, @Sırrı Süreyya Önder, @Okan Bayülgen, @Roger Waters, @Bruce Willis, @Noam Chomsky, @ Mehmet Ali Alabora, @Nasuh Mahruki, @oyuncular sendikası, @ biber gazı, @kimyasal silahlar, @portakal gazı, @Talcid’li su, @ GsFbBjk, @kırmızılı kız

14 Mayıs 2013 Salı

YAR BANA BİR ÖDÜL


…….)))) AÇ PARANTEZ






Tiyatroda en iyi ödül alkıştır klişesini geçiniz. En çok alkışlanan oyunun tutmadığı nice deneyimlerimiz var… Tuhaf ama gerçektir, herkes beğenir ama kimse gelmez bazen!

Biraz da bu yüzden, sezon sonunda dağıtılan ödüller alkışın da yerini tutar, yıl boyunca harcanan emeğin tam karşılığını veremese de, en azından görmezden gelinmediğini müjdeler.

Ödül sistemleri çöker, ödüller saygınlığını yitirirse, “ödül alsak bile kendi başarımızdan şüphe duyacağımız” için, bugün seçici kurullarda öncülük edenlerin yanlışlarını, kendilerine olan sevgi ya da saygımızdan bağımsız olarak sorgulamamız gerekmektedir.

Türkiye’nin en büyük sorunu bu mudur derseniz, bu sorunuzu “ kavram kargaşalarının ve sözcüklerin kirletilmesinin çok büyük bir sorun olduğu ve nasıl “Demokrasi”, “Cumhuriyet”,

sözcüklerinin içinin boşaltılmasıyla mücadele etmemiz gerekiyorsa , çağdaş toplumun en önemli dinamiklerinden biri olan “ödül” kavramının yozlaştırılmaması için de duyarlılık göstermeliyiz.” diye yanıtlarım. Medeniyet, ceza üstüne değil, ödül üstüne kuruludur çünkü.



….))) ÜSTÜN AKMEN



Üstün Akmen, başkanı olduğu birlik adına yayınladığı ancak genelde kendisinin seçici kurul deneyimlerini vurgulayan ama birliğin gücünü de kontrolsüzce kullanarak yaygınlaştırılan bir bültenle, bir kişinin üç jüride olması, aynı seçici kurul üyelerinin iki farklı ödülde bambaşka adaylar gösterilmesi gibi konulardaki eleştirilerime yanıt verdi.

Kendisini bu konuda eleştiren tek kişi ben değilim, bu yüzden de tiyatro konusunda kalem oynatanlara ettiği yakışıksız sözler ve “neyin peşindeler bilmiyorum ” suçlamasını üzerime almadım. Neyin peşinde olacağım? O ödüllerin seçici kurullarından birinde olmanın peşinde olmayacağıma göre, yapıcı eleştirimin arkasında yukarıda açıkladığım gerekçelerden başka bir şey yok herhalde.

Bir kişi üç seçici kurulun ikisine başkanlık edecek, şahsi meselelerini bile basın bülteni haline dönüştürecek kadar güçlü olduğu bir birlikte ise sadece oy verenlerden biri olduğunu iddia edecek. Hadi buna inandığımızı varsayalım, aynı yıl aynı kişilerin izlediği oyunlardan nasıl taban tabana zıt adaylar çıkar yahu?

“Lions aday gösterdi, biz seçiyoruz” demek ise iyice tuhaf. Onlar aday gösteriyorsa, onlar niye seçmiyor? Siz onların adaylarını hangi kriterlere dayanarak diye sormazlar mı adama? Uzmansanız, adayları niye size seçtirmiyorlar, adayları seçemiyorsanız niye uzmanlığınıza baş vuruyorlar? Bu işi yapabilecek başka kimse yok mu hakikaten?

Mevcut seçim sistemi bizi bazen kendi dışımızdaki kişileri milletvekili yapmaya zorlayabilir, ama yılın oyuncusu yapmaya zorlamamalı!



….))) LİONS TİYATRO ÖDÜLLERİ

Sizi eleştirenler, kendi deyiminizle “cahillikten kaynaklanan terbiyesizlik “ ve “haysiyetsizlik ”içindeler de, siz kriterleri bile belli olmayan bu ödüllerde onlarca kişiye mavi boncuk dayanarak çok mu haysiyetli bir davranış sergilemiş oluyorsunuz? Tiyatro için kalem oynatanlara “haysiyetsiz” denmesini Üstün Akmen gibi aydın bir kişiye yakıştıramadım. Bir eleştirmenin eleştiriye tahamülü yoksa, bu en kibar deyimle, “hoşgörüsüzlüktür”!

Geçtiğimiz hafta açtığım parantezi tekrarlayayım: Farklı misyonları, hedefleri, kriterleri olan (örneğin yerli oyunların özendirilmesi, gençlerin özendirilmesi, yeni tiyatro insanlarının ortaya çıkartılması gibi) ödüllerin seçici kurulunda, “nasılsa 60 oyun görüyorum” diyerek bulunulabilir, ancak yılın en iyi’lerini seçme iddiasında aynı insanların oluşturduğu seçici kurullar apayrı insanları aday gösterirlerse, bu tamamen “deli saçması” olarak algılanır.

Lions Ödülleri gelecekte kendisine “sezonda unutulanlar” gibi bir tema seçebilir. Gerçekten de 200’e yakın oyunda değerlendirilemeyen nice yetenek var. Ödüle bu nitelik kazandırılırsa, o zaman belki aynı jürilerin iki farklı ödül vermesi ve aynı jürilerin bu iki ödülde taban tabana zıt seçimler yapmalarını anlayabiliriz.



…)))SONGÜL ÖDEN’E HAKSIZLIK



Songül Öden’in müthiş bir oyuncu olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. “Küçük Adam Ne Oldu Sana” daki oyununu alkışladık, fazlasıyla hak ettiğine inandığımız övgü yazılarını keyifle okuduk . Sevgili Songül, Sadri Alışık Tiyatrosu’nun Alışık Ödülleri’nin dışında tutulma prensibi yüzünden belki de hak ettiği kategoride aday gösterilmemiştir. Başarısına rağmen her nedense Afife’ye de aday olmadığı bu yıl , Akmen’in başkanı olduğu bir ikinci kuruldan aday gösterilmesi, bu sanatçının emeğini hafife almak değildir de nedir? Songül, diğer ödüllerdeki başka adaylarla Lions’ta karşı karşıya gelse, belki yine yanlış anlaşılmazdı, ama ona jest yaptığını sanan bir seçici kurulun yılın en başarılı isimlerini kategori dışında tutarak sanki gereksinimi varmış gibi Songül’ü ön plana çıkartma telaşı yanlış anlaşılmayacak mı ?

Songül’e özel hayranlığım var. Ne yazık ki bu yıl Lions adayları arasında Songül gibi haksızlık yapılan nice benzer sanatçılarımız var! Ödülün itibarsızlaştırılması nedeniyle hak ettikleri ödül konusunda coşku yerine, kuşku yaşayacaklar.

Çok “haysiyetsizce” bir yakıştırma yapacağım: Ödülü hak ediyorlar ama ödül verenlerin bu tutumunu hiç hak etmiyorlar!

10 Mayıs 2013 Cuma

ödüllendirilemeyenler


….))) ÖDÜLLERE BAŞVURU SİSTEMİ KONULSUN

Geçtiğimiz hafta “tiyatrocular başvurmadıkları ödüllere aday gösterilmesin” diyerek bir parantez açmış ve tiyatromuzda ödül enflasyonunun önüne geçilmesi, sanatçıların istemedikleri kişiler tarafından değerlendirilmemesi , jürilerin de 200’ün üzerinde oyun izlemeyi programlayarak boş yere zaman kaybetmemesi için somut gerekçelerimi sıralamıştım.

Bu önerimin, tiyatroların katılacağı bir imza kampanyasıyla hemen hayata geçirilebileceğine inanıyorum. Büyük destek gören yazımdan sonra gündeme gelen birkaç soruyu hemen yanıtlayayım:

1) Edebiyat ödüllerinde olduğu gibi, her ödül için son başvuru tarihi olabilir.

2) Ödüllere şahıslar ya da kurumlar diledikleri kategorilerde başvurabilir.

3) Ödüller açıklanırken, jüri, seçici kurul seçim gerekçelerinin yanısıra şeffaf biçimde hangi adaylar arasından seçim yaptığını da açıklar.

Bugüne kadar Haluk Bilginer, Işıl Kasapoğlu gibi isimler hiçbir ödüle aday gösterilmek istemediklerini zaten açıklamışlar. Ancak, herkesin bildiği gibi, aday gösterilmeyi istememekle, aday olmayı istemek arasında ciddi fark var.

Candan inanıyorum. Önerimin hayata geçmesiyle, iyiniyetle başladığına hiç şüphe olmayan ancak kontrolden çıkarak yozlaşma tehlikesi yaşanan ödül sistemleri iyileştirilecektir.



…..))) DİREKLERARASI ÖDÜLLERİ

İtiraf edeyim, bugüne kadar Direklerarası ile Lions Ödülleri’nin aynı olduğunu sanıyordum. Direklerarası’nın tiyatro sevdalılarını yakından tanıma fırsatı bulduktan sonra ve bu hafta Lions Ödülleri ile ilgili soru işaretlerinden sonra, geç de olsa, iki ödülün farklı olduğunu öğrenmiş oldum.

Direklerarası Jürileri, oyunları zaten izlemek için belli bir bütçe ayırıyorlarmış. Sanata sembolik de olsa bir değer biçmelerini alkışlıyorum. Öncülük yapmışlar ve yapmaya devam edecekler. Dilerim Afife Ödülleri de bu uygulamayı örnek alarak, sanat yapıtlarının değerlendirilmesi için bütçe ayırır. Sanırım ödül dönemlerinde açıklama yapmamak, polemiğe girmemek gibi bir prensip kararları var ya da hakikaten çok duyarsızlar. Haftalardır yazıyorum, en ufak bir yanıt bile vermiyorlar. Oysa, benimki dikkate alınması gereken, yapıcı bir öneri.

Bu arada Direklerarası, bilet fiyatında anlaşamadığı Kumbaracı 50 yapımı “Kimseni Ölmediği Bir Günün Ertesiydi”yi kategori dışı bırakmış. Bu kadar duyarlı bir seçici kurulun kategori dışında bıraktığı oyunları da açıklaması iyi olurdu diye düşünüyorum.

...))) LİONS ÖDÜLLERİ

Lions Ödüllerinin var olduğunu duymamla beraber, seçici kurulun çoğunun Sadri Alışık Seçici Kurulu ile aynı kişilerden oluştuğunu yazdım. Sadri Alışık ve Lions Ödülleri Jüri Başkanı Üstün Akmen, aynı zamanda TEB Ödüllerinde de jüri üyesi “Allah arttırsın” diyeceğim geliyor, ama ne kadar yetkin olursa olsun bir kişinin üç jüride olmasını aklım almıyor doğrusu. Ödüllerin misyonları farklı olur. Kimi genç yetenekleri (Vasfi Rıza gibi) , kimi Anadolu tiyatrolarını (Direklerarası Gibi) , kimi yerli oyunları (İsmet Küntay gibi) öne çıkartır da, bir derece anlarım.

Şu anki uygulama birbirlerinden onbeş gün arayla zamanlanan ödüllerde , “gönül alma”duygusunun daha önde olduğunu gösteriyor.” Bu sefer olmadı, ama haftaya bir tane daha var” gibi bir alt metin çıkıyor, ki bu da Üstün Akmen gibi bir tiyatro sevdalısına yakışmıyor.

Sumru Yavrucuk, Funda Eryiğit, Süleyman Atanısev gibi tartışmasız iyilerin Lions’da adının bile geçmemesi başka nasıl açıklanabilir? Akmen’in, Lions adayları konusunda yazacağını söylediği yazıyı heyecanla bekliyorum doğrusu.



…..))) İSİMSİZ KAHRAMANLAR

Onlar hiçbir jüriden ödül almaz, bazılarının adları bile bilinmez ama tiyatronun isimsiz kahramanlarıdırlar. Bazen galalarda alkışlamayı bile angaryadan saydığımız bu kişiler var olmadan tiyatronun gerçek anlamda var olacağını da söyleyemeyiz. Gişecinin önemini ancak yeriniz kötüyse anlarsınız, yer göstericinin gerekliliğini ancak yerinizde biri oturursa fark edersiniz. Oysa, yerinize zamanında oturmanız , perdenin zamanında açılması için son derece önemlidir. 50 yıldır teşrifatçılık yapan Aysu Abi, tiyatro ödüllerinin tümüne layıktır bence.

Bu hafta yine böyle bir emekçiyi kaybetti tiyatromuz. Alaattin Eraslan, yaşamının büyük kısmını Anadolu’da tiyatroya adamış, Ankara Sanat Tiyatrosu başta olmak üzere pekçok tiyatroya hak ettiği değeri vermiş olan bir tiyatro insanıydı. Son dönemde Aysa Prodüksiyon’da yapımcı olarak öne çıktıysa da, ben onu “Beyaz”ın stand up’ından kazandığı paraları tiyatrolara dağıtan organizatör olarak hatırlamak istiyorum. Işıklar içinde yatsın… Kavgası, yeni kavgalara örnek olsun!













30 Nisan 2013 Salı

MUHSİN HOCA KİME TESLİM?



Geçtiğimiz hafta açtığım parantezlerden biri Direklerarası Seçici Kurulu’nun iyiniyetli yaklaşımı sayesinde çözüldü. 10 farklı ödülde sayıları 100’ü aşan jüri üyelerinin , oyunları ücret karşılığında izleyerek, bu yolla tiyatroların emeğine saygılı davranılması konusunda bir çağrı yapmıştım. Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nin seçici kurulu hemen bir açıklama göndererek, bundan böyle oyunları bilet alarak izleyeceklerini açıkladılar. Bu kararı verebilecek kadar ilkeli davranan bu kurulu kutluyorum.

Yapı Kredi Sigorta’nın yeni sahiplerinin Afife jürilerinin izlediği oyunlara ödenek çıkartacağını umuyorum. Diğer ödüllerin sponsorlarına da aynı çağrıyı yapıyor ve

Tiyatro Dergisi’ne , bu konuda duyarlı davrandıkları için teşekkür ediyorum.

İstanbul Halk Tiyatrosu’nun da bu konuda bir çağrısı var. Umarım pekçok tiyatronun atılımıyla bir imza kampanyası başlatılır ve emek sömürüsüne dönüşme tehlikesi bulunan ödül sistemleri bir an önce düzelir.



….))) JÜRİLER

Bu devirde jüri olmak da başlıbaşına bir özveri gerektiriyor. Öncelikle tiyatro sanatının gücüne inanmak, irili ufaklı 200 oyunun pek karışık programını takip etmek, İstanbul trafiği ve berbat ulaşım koşullarına aldırmaksızın, perde saatine yetişebilmek gerekiyor. Pekçok jüri üyesi gecikmemek için saatler öncesinden oyun bölgesine ulaşıyor, restoranlarda zaman ve para harcıyor. Onların da emeğinin gözardı edilmemesi gerek. Kısacası, “ben de ödül veriyorum diyerek” ortaya çıkmak yeterli değil, kurumsal destek alarak tiyatroya verilen manevi değeri maddi olanaklarla da perçinlemek gerek…



….))) YENİ BİR ÖNERİ

Antalya’da dört yıldır düzenlenen televizyon ödülleri var. Özellikle başbakanımızın “milli içki” konusunun barış sürecinin önüne geçtiği bu dönemde, ödül alan Murat Cemcir’in, “ ödülü 70’lik ayran içerek kutlayacağım” açıklaması dikkatimi çektiği için, bu yıl daha dikkatli baktım. Televizyonculuk duayeni Faruk Bayhan, jüri başkanı olarak, ödüllerin bir başvuru sistemine dayandırıldığını anlattı. “Ben sizi değerlendireceğim” diyerek ortaya çıkmak yerine, ödüllere aday olmak için başvuru yapılıyormuş. Sözgelimi, Kıvanç Tatlıtuğ, bu yıl oyunculuk dalında başvurmamış. Kendisi ya da kurumu değerlendirilme talebinde bulunmadığı için, doğal olarak aday da gösterilmemiş…

Bence, tiyatro ödülleri için de böyle bir sistem geliştirmek gerekiyor. Kurumlar başvurursa, hem jüri başvurmayan adayları değerlendirme çabasıyla başı kesik tavuk gibi koşuşturmaktan kurtulmuş olur, hem her yıl yaşanan adaylık kategorileri konusunda kafa karışıklıkları giderilir.

Bir sanatçı olarak, bir jüri tarafından beğenilmek yerine, ben de bir jüriyi beğenebilmek isterim. Bu nedenle kendim başvurmadığım bir ödüle aday gösterilmek de istemem .

Jüriyi beğenen,başvurur. Jüri tarafından beğenilen de aday olur, olur biter.



…..))) SUNA KESKİN, AYÇA VARLIER

Sadece Tiyatrokare’de birkaç yıl içinde bile, aday kategorileri ile ilgili çok matrak şeyler yaşadık. Ayça Varlıer, “Leyla’nın Evi” ile dört saygın ödül aldı, ama işin tuhaf yanı dördü de farklı kategorilerdeydi. “Yılın Müzikal dalında Kadın Oyuncusu”, “Yılın Kadın Oyuncusu”, “Yılın Yardımcı Kadın oyuncusu”, “En İyi Çıkış Yapan Oyuncu” !

Suna Keskin de geçtiğimiz hafta ,yardımcı oyuncu kategorisinde aday gösterilmeyi red ederek Sadri Alışık ve Afife Ödülleri’nden çekildi. Sadece bir tiyatroda birkaç yılda bu kadar çok şey yaşanıyorsa, kimbilir daha neler neler yaşanıyordur?Kaldı ki, 20 kişilik bir salonda yapılan prodüksiyonu, Devlet Tiyatrosu olanakları ile yarıştırmak hiç akıllıca değil. “Tiyatro iki kalas bir hevestir” deyip, işin içinden çıkılamaz. Bir odada fısıltıyla oynanan bir oyundaki oyunculukla, akustiği olmayan 400 kişilik bir İtalyan Sahne’deki oyunculuk nasıl aynı kefeye konulur? Anlamak mümkün değil!



…))) CEMAAT ÖDÜLLERİ

Bir Cemaate yakın bir vakıf , Haldun Hoca ile Yıldız Hoca’ya onur ödülü vererek, ödül sistemine ihtişamlı bir giriş yaptı! Haldun Hoca, o gecede Muhsin Ertuğrul’un iyi bir tiyatro adamı olduğunu, ama iyi bir yönetmen olmadığını söyledi. Bence, yeri değildi, bu açıklama Cumhuriyet Devrimleri’ni kökten yadsıyanlar için harika bir olanak sağladı. Dormen’in sözünün sadece yarısını kullanıp, Muhsin Hoca’yı yaraladılar.

Bu yazının yazıldığı sırada, ölüm yıldönümünde mezarı başında anılan Muhsin Ertuğrul, iyi bir tiyatro adamı olmanın yanısıra , bir devrimciydi. Selim İleri’nin kitabındaki dedikodulara aldırmayınız, Muhsin Hoca’yı yaşadığı çağ içinde değerlendiriniz. Kısıtlı bir oyuncu kadrosuyla kısıtlı bir zamanda koca klasikleri sahneleyen ve her oyuncudan bir star yaratan Muhsin Ertuğrul’a nasıl kötü yönetmen denilebilir?

Haldun Hoca, bu açıklamayı Afife Ödülleri’nde Muhsin Ertuğrul Ödülü Kategorisi sırasında yapsaydı, “kahramanlık yaptı” derdim, konu cemaat ödülleri olunca, “duyulmak isteneni “söylemiş diyorum



…)))MUHSİN ERTUĞRUL BÜSTÜ

Ayla Algan, Muhsin Ertuğrul büstünü Şişli Belediyesi’ne bağışlamış. Son yıllarda Şişli tam anlamıyla bir kültür sefaleti yaşıyor.Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu hunharca yıkılıp, kongre vadisine dönüştürülürken, Kılıçdaroğlu bile uğradı da, Sarıgül ortada yoktu.

Muhsin Hoca’yı Şişi’ye emanet etmek doğru değil. Onu, genç kuşaklara doğru dürüst anlatacak ustalara teslim etmek, şimdilik daha yerinde olur bence.





22 Nisan 2013 Pazartesi


 

….)))) AÇ PARANTEZ

 
JÜRİLERİN KOLTUK İŞGALİ

 
Bu hafta açılması gereken parantezlerin haddi hesabı yok.  Sadece   tiyatro ödüllerimiz hakkında olan   yazılar  bile google’lara sığmaz. Doğru değerlendirmeler,  yanlış uygulamalar, yönetmelik zaafları, alelacele  alınan kararlar, kararların arkasında duramayan seçici kurullar filan derken binlerce partantez açmak gerekir.
Tiyatro sanatının kural tanımazlığı  da her parantezi çürütecek ve gelecek yıl  başka parantezler açmak gerekecek mutlaka.  Yine de bir tanesiyle başlayalım bari.

 
….))) DİREKLERARASI

13. Direklerarası Seyirci Ödülleri, bu yıl çok  yerinde kararlar vermiş. Demek ki neymiş, bir ödülün yerine oturması için, yaklaşık  13 sene beklemek gerekirmiş. 234 oyun izlediklerini söyleyerek, değerlendirme kıstasları hakkında ipucu vermişler.  Herşeyin bu kadar şeffaf olduğu bir değerlendirmede,  jürilerin kimliğinin  de  kamuoyuyla tam olarak paylaşılması gerekir. Seyirciyiz deyip, işin içinden sıyrılmak yeterli değil çünkü.  Diğer ödüllerdeki  gibi , bence yılın en önemli oyunlarından biri olan “Adalet Sizsiniz” in görmezden  gelinmemiş olması çok sevindirici.
 Ödüllerin açıklandığı bültende jürinin 2090 koltuk işgal ettiği söylenmiş. Öncelikle, kelime seçimi bana çok ilginç geldi. “İşgal etmek” , bir yeri ele geçirmek, yer kaplamak, işten alıkoymak, oyalamak gibi, karşı tarafın istemi dışındaki zoraki hareketleri tanımlıyor.
Afife, Sadri Alışık, Tiyatro Dergisi, Yeni Tiyatro Dergisi, Eleştirmenler Birliği, İsmet Küntay, Vasfi Rıza, Sanat Kurumu, Direklerarası , Ekin Dostları derken , ona yakın tiyatro ödülümüz var. Bunların seçici kurullarından  her biri, en iyimser durumda 1000 koltuk” işgal” etse, yılda 10.000 koltuk eder. Değerlendirme kıstaslarına 100 tiyatro girse, en iyi ihtimalle her tiyatro yılda 100 koltuğunu ücretsiz "işgal" ettiriyor demektir. Bu da  en azından  3000 TL ciro kaybı demektir ki,  özellikle  küçük salonlarda var olan alternatif tiyatrolar için azımsanmayacak bir bedeldir.

33 kişilik seçici kuruluyla en kurumsal ödüllerin biri olan ve ödül törenine ciddi biçimde ödenek ayıran Afife’nin , tiyatro değerlendirmeleri için  de bir bütçe ayırarak,  Direklerarası tabiriyle jürilerin "işgal" ettikleri koltuklar için bilet satın almasına öncülük etmesi , tiyatro sanatının gelişimine  ciddi bir katkı olur. Kaldı ki,  tiyatro biletine değer biçilmesi de,  bu sanatın pekçok  yara aldığı bir çağda çok önemli bir sorumluluk, hatta görevdir. Bunca emek vererek ortaya konulan oyunlara elini olunu sallayarak girilmemesi, sanata sembolik de olsa bir değer biçilmesinin önünü açar.

 …..))) TURNE MACERAMIZ

Bundan 10 yıl kadar önce,  yaklaşık 80 kişilik bir ekiple bir müzikal turnesinin Anadolu’daki bi durağında , otelde check/out yapıyordum. Sıra, lobide içilen çayları, kahveleri ödemeye geldiğinde, otel sahibi  bana kırgınlığını dillendirdi. Bir gece önce oynanan oyun için 2  koltuk” işgal” etmek istermiş, kendisine  davetiye vermediğimiz için kırılmışmış. Evim kadar tiyatromun da misafirlere açık olmasından mutlu olurum. Ancak bir yandan  80 kişinin içtiği kolaların tek tek hesabını verirken, oyuna 2 bilet alma nezaketini bile göstermeyen otel sahibine  , bizim işimizin de emek yoğun olduğunu anlatmak  zorunda kaldım.
Bir otelde nasıl bedava konaklanamazsa, bir tiyatroya da bedava girilmez, girilmemeli… Bir sergiye girip, nasıl duvardan resim indirme hakkımız yoksa, sinemadaki biletçiye biletimizi kestirmeden nasıl içeri giremezsek, otobüse   Akbil basmadan binemezsek, tiyatroya da aynı disiplin içinde girmeliyiz.  

 Sponsorlu çocuk oyunlarında da tiyatro biletine hiç değilse sembolik bir ücret biçilmeli, bu işin bir değeri olduğu çocukların  bilinçaltına kazınmalı.   Belki o çocuklar büyüdükleri zaman jüri olurlar ve  tiyatronun bedava bir şey  olmadığını da hatırlarlar .

 

 

          

 

23 Mart 2013 Cumartesi

SANAT UZUN HAYAT KISA



……)))) AÇPARANTEZ





SANAT UZUN, HAYAT KISA





NEDİM SABAN

nedimsaban@superonline.com



Sanat uzun, hayat kısa sanıp çıkmıştık sanat yolculuğuna. Ard arda yaşadığımız kayıplarda hayat uzun olsa da, meğer sanat gittikçe kısalan bir yolculukmuş. Galiba bu gerçeği kabullenememek çökertiyor ruhumuzu…

AKP’nin etkileri laiklik, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü filan üzerinde epey tesirli oldu. Yan etkileri arasında umutsuzluk, inançsızlık, güvensizlik var. Ve tabi her alanda, her meslekte olduğu gibi, sanat dünyasında da kavram kargaşalarından beslenen kaygan bir zeminde, ahlak kaybı yaşanıyor. Ahlağı içkide, sigarada, kadın bedeninde arayarak, adres şaşırtan bir hükümetin aslında beynimizde çöküntü yarattığını anlayamıyor muyuz?

Sanat gittikçe kısalıyor, hükümdarlar ise sanatı kısaltarak, hükmetme, zulm etme ömürlerini arttırmaya çalışıyorlar . Bu hafta, hükümetin yan etkilerinin yansımalarını parantez olarak açayım istedim.



…..)))) KLASİKLERE MODERN YORUMLAR


Bernarda Alba’nın evi’ni çok fazla kez, hem de çok kötü yorumlarla izlediğim için, Tiyatro Oyunbaz’ın prodüksiyonuna gitmeyi son oyuna kadar erteledim. Son oyunlarını yakalayabildiğim için kendimi şanslı his ediyorum. Bir daha Bernarda izlemem artık. Lorca’nın kafamda bu mükemmel yorumla kalmasını isterim …

Lorca’nın dünyasını, aşkı, şehveti, sıkıştırılmışlık duygusu ve toplumsal yasakları bu kadar korkusuz ,yaratıcı ve sade biçimde sunma cesaretini gösteren ekibi kutlarım. İddia ediyorum,oyunun yönetmeni Abdullah Cabaluz, klasiklerin modern vurgularını en iyi biçimde yapan üç yönetmenimizden biri. Benim için diğerleri Başar Sabuncu ve Engin Alkan…

Engin Alkan’ın Şehir Tiyatrosu’ndaki “Vişne Bahçesi”nin, Peter Brook yorumundan ve Vanessa Redgrave ile izlediğim prodüksiyondan çok daha iyi olduğuna kalıbımı basarım.

Engin ile Abdullah’ın farkı: Engin, kişiliğini rejisine korkusuzca yansıtıyor, Abdullah ise biraz daha yazarın arkasına sığınıyor sanki.

Engin Alkan’ın kabul edilmeme nedeni sadece dehadan korktuğumuz ve orta zekalılara sığınarak kendimizi güvende his etmemizden değil, , aynı zamanda onun kendini cömertçe ortaya koyması karşısındaki derin kıskançlığımızdan kaynaklanıyor.

Bizler Fazıl Say’ları red edip, Tuluyhan Uğurlu’lara sığınan bunalımlı bir post modern kuşağız.

Tiyatro oyunlarını iyi, daha iyi diye sınıflandırmak doğru değil, insana neden diye sorarlar ama akademik çözümlemeleri okumazlar!!!Hazır ,”Engin’in Vişne Bahçesi Peter Brook’tan daha iyi” demişken, Abdullah’ın Bernarda Alba’sı da, Engin’inkinden kat kat iyiydi” diyelim bari!.





……)))) İBSEN İBSEN OLALI



İbsen, İbsen olalı böyle zulüm görmedi dedirten bir Hedda Gabler var Şehir Tiyatrosu’nda.

Emre Koyuncuoğlu, söylendiği kadar iyi bir tiyatro insanıysa, nasıl bu kadar kötüsünü yapmayı becerebilmiş diye düşünmeden edemedim. Eraslan Sağlam, Alev Oraloğlu gibi yetenekli oyuncuları nasıl böyle harcayabilmiş , bu da bir yetenek doğrusu. Bazıları diyor ki:Şebnem Köstem iyi oynuyormuş. Evet iyi oynuyor, ama Hedda Gabler’da değil başka bir oyunda iyi oynuyor, ekiple değil tek başına harika oynuyor.

Koyuncuoğlu, hem reji, hem çeviriyi yaptığını iddia ediyor. Bence ikisini de yapmamış.O çevirdiyse, demek ki Arapça kökenli sözcükler kullanan bir İstanbul Beyefendisi tadında bir yaşamı var. Oyun dili çok eski çünkü… Aradan sızan, 50 yıllık sözcükler insanın kuşkularını arttırıyor.

Tiyatro Oyunbaz, örnek bir davranışla program dergisinde “Bernarda Alba’nın Evi” çevirisinde Oflazoğlu, Toledo ve Svich çevirilerinden yola çıktığını söylemiş, Şehir Tiyatrosu bunu bile yapmaya zahmet etmemiş. Muhsin Ertuğrul’un evinde, Muhsin Ertuğrul’un çocuğu olan Tunç Yalman’ı anmalarını beklerdim. Para veremiyoruz ama çevirisinden esinlenmek istiyoruz deseler,Yalman’ın varisleri hayır demezdi. Yılmaz Öğüt’e de büyük ayıp etmişler.

Kolay kazanç yolunu seçiyorlar. Karısı yazıyor, kocası çeviriyor, kendisi çevirdiğini söyleyip, başka birinin çevirisinden esinleniyor. Biletin %30’u böylece hesaplara geçiyor. Ne güzel iş!

Oynamıyor, ama emekli de olmuyor. Dizide oynuyor ama istifa da etmiyor. Öte yandan sabırla kadro bekleyen çocuklar var… Bu çocukları öyle yıldırdılar ki, hepsi istifa etmeye hazırlanıyor. Böylece tiyatroyu kapatmadan kapatmış olmayı becerecekler.

Yazının konusu AKP Hükümeti’nin açtığı çöküntülerdi değil mi? Umarım konu dışına çıkmamışımdır.



9 Mart 2013 Cumartesi

HAMİLELİKTE VARİS SORUNLARI


 

Sağlık sorunları yaşadığım bir haftada, yeni deyimle enerji, eski deyimle kaderin beni hep doğru uzmanlarla buluşturması konusunda  yeni deyimle evrene pozitif enerji yolluyorum.

Tesadüfen kader beni evimden çok uzakta olan bir hastaneye attı. Başhekim şefkatle hastane hakkındaki düşüncelerimi sorduğunda, şakayla karışık , “ bu devirde bu kadar Atatürk resmi asarsanız, işiniz zorlaşır ”  dediğimde, “ünlü bilim insanları arasına Türkan Saylan’ın da fotoğrafını astık, bu fotoğrafı indirmezseniz ruhsat vermeyiz diye tehdit ettiler  ” demez mi?

 Bilim insanları ve sanatçılar kolay mı  yetişiyor? Onlarla onur duymak gerekirken, bu ayrımcılık, bu kin, bu öfke neden?Kaldı ki  hastane koridorlarında karşılaştığım onlarca başörtülü hasta kardeşim, teyzelerim,  sadece doktorların  uzmanlıkları ve insanlıklarına güvenerek şifa arıyor. Doktor hastasının dünya görüşünü nasıl sorgulamıyorsa, hasta da böyle yapmıyor. “Onların doktorları, bizim hastalarımız, bizim hastalarımız, onların hekimleri” gibi bir eleme yapacak halimiz yok, zaten her konuda kamplaşarak beyinlerine hasar verilen bir toplumu bari bedenleri iyileşene kadar rahat bıraksınlar!

Toplumda her alanda bir güvensizlik, şüphe var. Sürekli komplo teorileriyle yaşayan insanlar olarak,  mesela “hastane boşuna mı tahlil istedi” gibi travmalar yaşamamız son derece doğal.

 

…)))KASET ÇIKARAN HEKİMLER


Hekimlerimizin büyük bir bölümü televizyon programlarına para vererek çıkıyorlar. Bu konuda sunucu ve yapımcılara ağır bir sansür uygulanıyor, konuk doktora sadece kendi istediği sorular sorulabiliyor, canlı bağlantılarda sadece doktorların duymak isteyeceği şeyler söyletiliyor.İnanmayacaksınız ama hekimlerin menejerleri, medya planlamacıları, yıllık  reklam bütçeleri filan  var

Kaset tanıtımı yapar gibi kanser tanıtımı yapıyorlar, kalp hastalıklarını filan  konuşurken, bir yandan da yayında pişirilen çorbanın tuzu hakkında yorum yapıyorlar.Zaten politikacıların dayanılmaz istekleri karşısında boynu kıldan ince olan medyamız, parayı verip düdüğü çalan uzmanların sansürlerini de kanıksamış durumda! .

Birkaç yıl önce bir doktor arkadaşım, tedavisi biten bir hastasının, adeta boynuna atlayarak,
“ televizyonda görmediğim için size güvenemiyordum ama iyi doktormuşsunuz” dediğini anlatmıştı !Bu çağda  iyi hekim olmak  sadece uzmanlık alanında doğru paylaşımları değil, doğru duruşları da gerektiriyor. İşi insanla olanların insanlığı çok önemli!

 

…….)))) MACİDE TANIR VE SAĞLIKÇILARI


Prof. Haberal, gerek bilimsel başarıları , gerek insani duruşuyla son derece saygı duyduğum bir insan. Onun mucizeler gerçekleştirdiği Başkent Hastanesi’ne her gidişimde, günde yüzlerce kişiye şifa veren bu bilim yuvasının kurucusunun Bülent Ecevit’i ihmal etmekle suçlanması karşısındaki şaşkınlığımı gizleyemiyorum.

Can dostum Macide Tanır’a , hiçbir karşılık beklemeden , hak ettiği biçimde sahiplenmiş olan bu hastanenin sağlıkçılarının iğrenç ötesi bir gizli kaydı dolaşıyor sosyal medyada . Belli ki Macide Hanım yoğun bakımdayken  bu çocukları  sevmiş ve taburcu olduktan sonra evinde ağırlamış.

Ancak onlar , yoğun bakımdan yeni çıkmış bir kişiye, geceliğiyle horon teptirmeyi ve bunu gizlice kayıt etmeyi her nasılsa içlerine sindirmişler. Bu kaydı sosyal medyada paylaşıyorlar, isyan edenlere  de  terbiyesiz cevaplar yetiştiriyorlar. Benim dostluğumu bilmedikleri ve bilseler de  anlayamayacakları için, “sizi hiç hastanede görmedik” diyebilecek kadar densiz ve yalancı olabiliyorlar.  Tanır’ın hayranları, yakın dostları ve hatta  mirasını bıraktığı Türk Eğitim Vakfı bile bu paylaşımı engelleyemiyor, çünkü  her nasıl olursa olsun  ünlü olmanın hafifliği daha cazip geliyor onlara.  

Ölüm döşeğindeki bir kişiye horon teptirmişsiniz, gizli kayıt yapmışsınız, iyi halt etmişsiniz de, bari öldükten sonra saygı duyun.  Bu davranışızla mensubu olduğunuz hastaneye yakışmadığınız gibi,  videolarınız ne kadar izlenirse izlensin, meşhur olamayacaksınız.

Seda Sayan ya da Saba Tümer’den davet beklediğiniz çok belli, ama bunun için, önce adam gibi dans etmeyi öğrenin! Belki bu yazıdan sonra bir menejer bulup, ünlü sağlıkçılar olarak, bir yayında çorba filan karıştırdığınızı görürüm. İnanın o zaman, ünlü biri arkadaşım olduğum için gurur duyar, arkadaşlarıma hava atarım.

Yazının başlığı hamilelikte varis sorunlarıydı değil mi?  Herhalde çok önemli bir konu ki, Pazar sabahı 04.30’da bu konuda bir spam mail aldım. Mail atanlarla, horon tepenler birleşsin,
mutlaka ama mutlaka  televizyona çıksınlar.  Umarım İmralı Görüşmelerinin arasına, bu konuyu da serpişterecek kadar başarılı bir anchorman  vardır.  

         

26 Şubat 2013 Salı

ÖLÜMÜN DEĞİŞİK ADLARI


 

((((……. SEVDİĞİNİZİN ACI ÇEKMESİ

 
Önce fıtık teşhisi koydular, fıtık olduğum o kadar çok insan ve  o kadar çok şey var ki, “tamam , doğru teşhis” dememe kalmadı,  bu kez de kas problemi filan gibi şeyler çıkardılar.

Acılar içinde kıvranırken, çok önemli olmayan bir hastalıkta bile yaşama sevincinin ne kadar çabuk kaybedileceğini anladım. En ağır sorunlar karşısında savaşmayı ilke edinmiş olan bu yazarınız yalnız gecelerde yedinci kattaki penceresine bakarak, yaşamı sonlandırma fikriyle bile flört etti.

Stefan Zweig’ın politik seçimi olan intihara hep saygı duydum, çağa pasif tanık olarak gözlerini kapamak yerine, yaşama gözlerini kapamak  bana hep daha onurlu geldi..

Bir ağrı kesiciye bağlı olan yaşama sevinci ne kötüymüş! Yaşama sevincinin bir ağrı kesiciye bağlı kalacak kadar umutsuz bir çağa tanık olmak ne acıymış.Bedenin acıları  mutlaka geçer, ancak bedenin acı çekmesinden  sonra ruha bıraktığı mirastan kurtulmak epey acıtır!

Galiba, hepimizin en büyük acısı, ruhumuzun derinliklerindeki acıların bedenin his edebileceği en ağır acılardan bile acı olması. Çağa tanıklık etme acısı  ve inançsızlık, bedenimizin iyileşmesiyle bile iyileşemiyorsa, “geçmiş olsun” bize!

Dini inançları güçlü olan insanları kıskanmamak elde değil bu durumda… Biz solcuların inanacakları o kadar az şey kaldı ki!

Hanake’nin bu hafta Oscar ödülü alan filminde de gördüğümüz gibi, dünya, insanın sevdiğinin acı çekmesi karşısında neler yapması gerektiğini tartışıyor. Tiyatromuzun yüzakı yazarlar Berkun Oya “Babamın Cesetleri” ve Yiğit Sertdemir “Gerçek Hayattan Alınmıştır” da buna yakın  sorular  soruyorlar.

Sevdiğinin acı çekmesi karşısında sevdiğini öldürmeyi düşünebilecek kadar şefkatli olan biz insanlar, çocuklarımızın geleceğinin karartılması  karşısında nasıl bu kadar kayıtsız kalabiliyoruz?  Bugün bir ağrı kesicinin dindirebildiği acılarımızın yarının çocuklarının yaşamlarında önlenemeyecek kadar büyüyeceğinin farkında değil miyiz?

Hala nasıl susabiliyoruz? Yoksa farkında olmadan morfinman mı olduk?

 

 

GÜLRİZ SURURİ


Levent Kırca, Müjdat Gezen kimi zaman çok dik olduğunu düşündüğümüz çıkışlar yapıyor.

Kırca’nın bazı çıkışlarındaki eğlenceli biçeme takılarak, içeriği görmezden gelebiliyoruz. Bazı söylemler de fazla eski gelebiliyor. Ulusalcılık, milliyetçilik ve ümmetçilikle iç içe geçebiliyor bazen. Bazen de , kavramların içinde kaybolacak kadar ağır uyuşturulmuş hastalar olabiliyoruz.

Bu hafta Gülriz Sururi de bir politik  çıkış yaptı. Tiyatromuzun yetiştirdiği en büyük ustalardan, en önemli oyunculardan ve tabi ki en güzel, zevk sahibi kadınlardan biri olan Sururi’nin  bazı söylemleri biraz abartılı gelebilir. Ancak, söylemlerinin eskiyip eskimediğini tartışmak yerine, kendisinin eskimiş olduğunu söylemek, ne büyük ayıp!

Toplum olarak kaset çıkartanın gündem yarattığı insanlara alıştık. Oyuncular da bu kervana dizi tanıtımlarıyla katılıyor son zamanlarda. Sururi’nin hiç kimseden bir  beklentisi, çıkarı yok. Ayrıca eyvallahı hiç yok. İlkeli bir duruşu olduğu gibi, alkışlanma ya da onaylanma derdinde değil. Kaldı kihiçbir zaman bu yola başvurmayacak onurlu bir yaşamı oldu ustanın.

Engin Ardıç, “Gülriz Sururi intihar etti” diye başlık atınca, kimin intihar ettiğini düşünmeden edemedim doğrusu.

Hadi solcuların güçlü bir inanç sistemi olmadığı için boşlukta olduklarını var sayalım,

İnanç sistemlerinde ideoloji ya da din  olmayan,  her şeylerini hükümete endeksleyen dönekler yaşıyor mu?Hiç yaşadılar mı?

Kimbilir ne ağır acılar çektiriyor onlara inançsızlıkları. Ağrı kesicilerimden ikram edeyim diyorum ama şu aralar  ilaçların hepsi bana lazım…

SİDİKLİ KASABASI MÜZİKALİ
 

İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda birkaç yıldır  oynanmakta olan “Sidikli Kasabası Müzikali”ni uzun zamandır izlemek istiyordum. Oyunu gördüğüm 17 Şubat’ı yaşamımın şanslı tarihleri arasına not ediyorum. Etki altında kalmamak için, izlemediğim oyun ve film eleştirilerini  hep ertelemeye çalışırım. “Sidikli Kasabası Müzikali”ni izlerken de , jüriler  kesin “Umut Veren Çalışma”, ya da “ En İyi Ekip Ödülü” filan gibi bir ödül uydurmuşlardır diye kendi kendime geyikler yapıyor ve tiyatromuzdaki tutucu yapılanmayı düşünüyordum.  Ancak bu kez onu bile  yapmamışlar. Bu şahane çalışma, hak ettiği ödülleri sadece seyirciden almış.

Oyunu izledikten sonra ciddiye aldığım eleştirmenlerin   olumsuz görüşlerini okuyup,  şaşırdım doğrusu.

Eleştirmen olmadığım için bu konuda fazla  sözüm olamaz,  ancak “Sidikli” beni bir tiyatrocu olarak çok  heyecanlandırdı  . Sadece mükemmeli dans eden, şarkı söyleyen o kadar çok genci bir arada izleyebilmek, adını daha önce duymamış olsak da sahnede müthiş parlayan genç starları alkışlamakla kalmadım , cesur bir içeriği, sahnelerimizde çok az rastlanan bir kara mizahla aktarabilen bu devrimcileri ayakta alkışladım. Oyundaki eşcinsel polis ve engelli karakterlerin kabaca karikatürize edilmiş olmasını dünya görüşümle bağdaştıramadıysam da, oyunun dünyası ve iletmek istediği mesajla bağdaştırdım.

 
V FOR VENDETTA

 Program dergisindeki çevirmen notunda , Sidikli’nin, müzikal tiyatrodaki yeri çok iyi anlatılmış. Broadway’de daha çok Japon turistler için hazırlanan Çin işkencesi müzikallere tepki gösteren Amerikan toplumu, AIDS sonrası toplumsal bilinçlenmede, “nasıl eğleniyoruz biz” diye  özeleştiri yaparak, ortaya 21. Yüzyıl burlesque gösterilerini koydu. (  “Artık bizlerin de  “nasıl eğleniyoruz ” sorusunu sormamız gerektiğinin zamanının geldiğini  düşünüyorum.)

Broadway tiyatrosundaki değişimi “Angels In America” ile Tony Kushner başlattı, “Rent”  ve “Avenue Q”müzikalleri de korkusuz biçimde  öncülüğünü yaptı. “Sidikli”yi bu noktada
müzikal tiyatronun “V For Vendetta” sı olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu olağandışı özgün ve olağanüstü yetenekli ekibe  yeni bir proje olarak  “V For Vendetta” yı da önerdiğimi
ayrıca belirtmek isterim.

 

TİYATROMUZDA DEVRİM

Oyunun sadece sahnelenmesi değil, sahneye taşınma süreci de çok heyecan verici. Şehir Tiyatrosu’nun en köklü geleneklerinden biri olan “Gençlik Günleri” nde, amatör bir ruhla  oynanıyor ve şu güzelliğe bakın ki,  Devlet Tiyatrosu Müdürü Şakir Gürzumar, CD’yi  seyrettikten sonra oyunu repertuara alacak kadar cesaretli davranıyor.

İşte bu bile tiyatromuz için başlıbaşına bir devrimdir!

Bugüne kadar   kurumdaki hassas dengeleri gözeterek , kurum içindeki sanatçıların getirdiği projelere” he diyen” kişiye, çoğunlukla  genel sanat yönetmeni  denirdi. Dramaturgların kuru kuru okuyarak raporladıkları oyunların  böyle sıradan biçimde hayata geçirilme süresinde yol kazaları olması, ekip ruhunun sağlanamaması, oyunda rol  asılan oyuncuların başka işlerinden ödün vermek istemeyerek projeyi sabote etmeleri sıkça rastlanan bir olguydu.

Oysa diğer sektörlerde olduğu gibi, tiyatromuzun da yenilik arayan  “head hunter” lara, yetenek avcılarına gereksinimi  var. Tiyatro sanatı masada kotarılmadığı  için, sokağa çıkmaktan üşenmeyen ve yeraltındaki projelerde, yetenekli insanları keşfederek, onları “yerüstü” nde, tiyatronun mutfağına davet eden sanat yönetmenleri lazım bize. Şakir Gürzumar başarmış bunu…. Umarım Türk Tiyatrosu’ndaki bu yenilik,  bir geleneğe dönüşür.

 

ÖZEL BİR ÖNERİ

Sidikli Kasabası Müzikali, 150 oyundur kapalı gişe oynanıyor… Bilet bulmak için kapıda yalvaran insanlar var. Genç seyirci için şimdiden kült olmuş durumda…ödenekli tiyatrolar  böyle büyük çaplı projeler yaptıkları zaman, ister istemez bütçelerini daha küçük prodüksiyonlarla dengeliyor, bazen oyun seçimlerinde özel tiyatrolarla bile haksız rekabete giriyorlar.

Başbakanın  köksüz ve   öfkeli  çıkışı olarak kalan özelleştirme modeli için somut  bir önerim var. “Sidikli Kasabası Müzikali”ni Cevahir’den daha büyük bir salona daha yüksek  bilet fiyatlarıyla transfer edersin. Hem tiyatrona ek gelir sağlarsın, hem Cevahir’de yeni oyunların önünü açarsın, hem de bir yeniliğe daha imza atmış olursun.

Bilmemne kanununun bilmemne maddesine sığınarak mazeret uydurma, yıllar önce Evita ile bunu deneyen Gencay Gürün’e atılan iftiralardan da korkma! Ödenekli kurumu riske atmayacak olan  şeffaf bir ortak yapım anlaşması yapmak mümkün.

West End’de National Theatre’ın çözüm ortağı olduğu kaç proje var, Broadway’de çıkış noktasını bölgesel ödenekli  tiyatrolardan alan yüzlerce  oyun var …

Genç Günler’de denenir, Cevahir’de iki yıl oynanır ve varsa donanımlı sahnelerimizden birinde en az 10 yıl daha devam eder, yüzbinlerce kişiye ulaşır…. Bir hayal olarak başlar, tarihe geçen bir başarı olarak biter.

Zaten böyle büyülü  ve özel  bir şey değil midir tiyatro?

12 Şubat 2013 Salı

MACİDE'M


 

((( AÇ PARANTEZ

 
 

MACİDE’M

 
 

Parantezin açılamadan kapandığı bir haftaydı. Macidem’i aldı benden.

Hıncal Uluç ,Macide Tanır için ,  soyadına ad ekleyenlerdendi  demiş. Doğru! Tiyatromuzun  Macidesiydi..Büyük Macide!Onu hak ettiği gibi  anlatmayı,  daha geniş bir yazıya  saklıyorum.Yine de sığdırabileceğimi sanmam!  

Tören boyunca  herkes farklı açılardan anlattı Macide’yi. Zeliha Berksoy,   tiyatro tarihinde   nerede konumlandırılması gerektiğini çok güzel dile getirdi, Gencay Gürün de  büyük bir oyuncunun role yaklaşımından söz etti. Ders niteliğinde konuşmalardı!Ama ne yazık ki, bu dersle ilgilenen  konservatuar öğrencilerinin sayısı yok denecek kadar azdı.

Bu çocuklara tiyatroculuğun , sadece rol yapmak olduğunu mu öğretiyor hocaları?  Macide’yi izleyecek kadar şanslı olamamışlar, bari uğurlama töreninde bir şeyler öğrenmeyi deneyemezler miydi?Dizilerde popüler olan bir yıldız  gitse, cenazede en ön sırada yer alırlar, kendilerini  yapımcılara sunarlardı kuşkusuz…

Ben konservatuar hocası olsam, “bugün derse gelmeyin, gidin Macide’yi araştırın” derdim.

Hadi konservatif konservatuarda yoklama zorunluluğu filan var diyelim, özel okulların öğrencileri nerede? Macide gibi insanların I Phone uygulamaları filan çıkmayacak. Ustalara yaşam sırasında tanıklık etmek gibi bir sorumluluğumuz  yok mu ?Toplumun belleği böyle çalınıyor, yok ediliyor işte.

Tiyatro Dergisi, tiyatro  ustalarının belgesellerini yapma fikrini harika biçimde hayata geçirdi. Önce Macide Tanır’dan başlamışlardı. O titiz insanı bile mutlu edecek harika bir iş çıkmıştı ortaya. Ne yazık ki  çabaları, maddi olanaksızlıklar yüzünden yarım kaldı, ne mutlu ki bize  12 ustanın belgeselini   hediye ettiler.

Şimdi Macide’nin arkasından açılması gereken birkaç parantez…

        

1)      İnsanlar, sadece anılara değil,  vefa duygusuna da  sığınırlar cenazelerde. Yolu Ankara’dan geçmiş olan tüm sanatçılar ve sanat dostları oradaydı.  O niye gelmemiş, bu niye yoktu diye yazmak yaraşmaz ama  gözlerim zamanında Macide’ye şiir bile yazmış olan bir edebiyatçıyı ve   yazdığı    ilk  oyunda Macide Tanır’ın oynadığı şanslı   yazarı çok aradı!

2)      Lemi Bilgin,  kendisiyle hiç ilgisi olmadığı halde, kurumun vefasızlığını kabullenerek,
bir kez daha ne kadar büyük bir tiyatro insanı olduğunu kanıtladı. Sadece göstermelik bir sahiplenme değildi bu, İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü de hastalığı süresince yalnız bırakmamıştı Macide’yi. Anma törenindeki önerimi dikkate alarak, Devlet Tiyatrosu bünyesinde bir Macide Tanır Sahnesi açacağından eminim.

3)          Devlet sanatçılığı nedir? Neye yarar? Tören boyunca bunu anlayamadık. Devlet erkanından birkaç çiçek vardı, ama o çiçekler kebapçı açılışlarına da yollanıyor.  Macide’nin: “Devlet sanatçısı uçağa önden binermiş, tabi uçağa binecek para bulursa” sözü bir kez daha doğrulanmış oldu.. İşin ilginç yanı,  kendisini Cumhuriyet çocuğu olarak tanımlayan ,Atatürk’e çiçek vermekle övünen Macide’yi uğurlamaya Atatürk’ün kurduğu partiden kimsenin gelmemiş olmasıydı. Onlar da çiçek yollamışlardı ama!  

4)      Bilgesu Erenus’un, tören sonrasında  benimle paylaştığı ve mutlaka belgelenmesi gereken bir not vardı. Macide,  2000’li yılların başlarında ölüm oruçları ve tecritler konusunda eylemci tavrını  koymuştu   ! Üstelik bunu devlet sanatçısı unvanıyla yapabilecek kadar dik bir duruşu vardı.

5)      Atatürkçüydü, laikti, inançlıydı, solcuydu. Bütün bunların aynı anda aynı bedende yaşanabileceğini ve birbirleriyle zıt kavramlar olmadığını kanıtlayan bir yaşam çizgisi vardı.

6)      Hayatında İstanbul’a gelmek, sahneye geri dönmek gibi doğru kararlar veren Macide’nin  en son verdiği doğru karar, mal varlığını Türk Eğitim Vakfı’na bağışlamak olmuştu. Türk Eğitim Vakfı, sanatçıya hak ettiği değeri verdi, onun bakımını en iyi şekilde üstlendi. Üstelik gerek Koç Ailesi, gerek vakıf yöneticileri bunu  kuru bir görev olarak değil, bir insanlık görevi olarak yaptılar. Evde, hastanede, ölüm döşeğinde hep yanındaydılar, hep içtenlikle ağlıyorlardı.

7)       Prof. Haberal, Macide’nin hasta yatağının başına şefkatli hemişireler, doktorlar yollamış, Başkent Hastanesi’nin tüm olanaklarını seferber etmişti. Her hastane ziyaretimde  , bu büyük bilim  insanını içeride tutarak, dışarıda kaç hastanın umutlarının öldürüldüğünü  düşünmüştüm. Haberal, hayat kurtarabilecakken, Haberal’ın hayatını kurtarmak zorunda kaldığımız bir Türkiye’de yaşıyorduk.

 

HASTABAKICI AYIBI

 

Sosyal medyada Macide, Süha Arın’ın “Safranbolu’da Zaman”  belgeselindeki nefis şiiriyle  hatırlanıyor. Ancak ona hasta haliyle horon teptiren bir densizin,  bence Macide’nin, kaydedildiğinin bile farkında  olmadığı bir aşağılık görüntü de dolaşıyor.  Macide dans etmeyi severdi, hayat doluydu ve  kuşkusuz öyle hatırlanmak isterdi.

Ancak, hasta haklarını ihlal eden bu kaydın, hem de kutsal bir meslek seçmiş olan  bir hastabakıcı tarafından paylaşılmasın,  değil meslek etiğiyle insanlıkla bile bağdaştıramıyorum. Çok iyiniyetli, sevgi dolu  bir şey  olsaydı, kaydı kendine anı olarak saklardı, ancak çirkin biçimde dans ederek,  kendi avamlığını ve zavallılığını da cömertçe sergilediğine göre, belli ki şöhret peşinde! 

Macide’min mezardan çıkıp  haddini bildirmesi imkansız  ama belki  bu yazı Silivri zindanına ulaşır  ve Prof. Haberal’dan   gerekli dersi alır .

   

 

4 Şubat 2013 Pazartesi


 

((( AÇ PARANTEZ

 

Nedim Saban

nedimsaban@superonline.com

 

 

Bu hafta  açacağım 3 parantezde, 3 konuda ezber bozacağım.  Sanat dünyamız da artık düşünerek tepki göstermek yerine, bir olayı irdeleme zahmetine bile katlanmadan alışılageldik, kanıksanmış tepkiler vererek, kolaya kaçıyor. Açtığım parantezler kolay kapanmayacak , tartışılacak. Tartışılırsa, farklı düşünceler çıkar ortaya. Sağlıklı olanları evlat edinir,istemediklerimizi  evlatlıktan red ederiz.

 

((((…..IN YER FACE

Son yıllarda tiyatromuza giren   , “In yer face” akımı bizleri pek heyecanlandırmış, gerçeğin yüzümüze vurulmasıyla  kendimizden bile sakladığımız duygularla yüzleşme fırsatı vermişti. Öncelikle Royal Court Tiyatrosu’ndan  “ithal” edilmiş duygular bize yabancı kaldıysa da, zamanla kendi toplumumuzun sorunlarını mercek altına alan oyunlar ortaya çıktı. Ancak, küçük mekanlarda alternatif tiyatro arayışları gibi görünen işlere, şimdilerde çağın vebası bulaştı.

1)      Bu oyunlarda ekip ruhu yerine, star sistemi ortaya çıkmaya başladı. Televizyon yıldızlarını izleme modası başladı.

2)      Oyunlardaki şiddet, dış dünyaya bir manifesto oluşturmak yerine, televizyonun bize dayattığı şiddetle örtüşmeye başladı. Şiddeti kanıksadık,  kınayacak yerde, ihtiyaç duyar olduk.   

3)      Oyunların tonunda erkek egemen, cinsiyetçi  bir hava var.

4)      Bu oyunlar burjuva geleneklerini sorgulamak yerine, burjuvaların gönlünü hoş eden seyirlik gösteriler olmaya başladı.

5)      Oyunların izleyici profillerini televizyondaki  jönü yakınında his etmek isteyen bankacı hanımlar ve onların mesai arkadaşları oluşturmaya başladı.

Hadi bana “demode” deyin, “yenilikçi” değilsin, “tutucusun” deyin. Deyin ama , yukarıdaki şu beş paranteze    bir tanecik  sağlam karşı parantez açın.

 

((((…  BAKIRKÖY BELEDİYE TİYATROLARI

Mehmet Ergen,  Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda,“Carrar Ana’nın Silahları” nı yönetmiş. Oyunun değiştirilmesi üzerine, oyunu yarıda kesip, sahneye fırlamış ve yönetimi  protesto etmiş. Şimdilerde yeni moda,  protesto biçimini beğenmeyip, hak vermek. Bu aslında, kişiliksizce, kaypakça bir  tutum. Tam olarak arkasında durmayarak, gerektiğinde toz olabilme zeminini hazırlamak..Birkaç kişiden “ protesto biçimi “ile ilgili tepkiler geldi yine.

 Bense  protesto biçimine bayıldım. Bu tür bir protesto biçimi yaraşır bu sanata, çünkü tiyatro dinamik, yaşayan bir şey.  Ancak bence  protestonun özü yanlış. Mehmet Ergen, daha önce Kocaeli’nde de böyle bir talihsizlik yaşamış, oyunu genel sanat yönetmeni tarafından genel provada kaldırılmıştı. Şimdi konuyu Mehmet Ergen, Kadriye Kenter ve Bertolt Brecht’ten arındırarak, sakince irdeleyelim.

Bir sanat kurumu yöneticisi seyirciye karşı belli sorumluluklara sahiptir. Konuk yönetmenler gelip, geçicidir, ama kurumu  genel sanat yönetmeni i ayakta tutar. Bu yüzden sinemada , filmin “last cut” tabir edilen son versiyonunda nasıl yapımcının hakkı varsa, tiyatroda da genel sanat yönetmeninin  hakkı vardır.

Sanat yönetmeni öncelikle yönetmenle prodüksiyon öncesinde bol bol  toplantı yapmalı, oyun yorumu konusunu netleştirmeli, oyun çıktıktan sonra sahneye yansıyamayan bir şey gözlemlerse yönetmenle tekrar konuşmalı, onu yeniden provaya davet etmelidir. Yönetmen gelmiyor, gelemiyorsa,  sanat yönetmenin seyirciye karşı bir sorumluluğu olduğu için, mantık çerçevesinde  değişiklikler yapabilir.  Bu durumda yönetmen oyundan imzasını çekebilir, ki  tiyatro tarihimiz böyle olaylarla doludur. Yönetmenin dünyasını karartmak ya da bir metne sansür uygulamak kabul edilemez, ancak yaşayan bir sanat olan tiyatroda, kağıt üstünden sahneye taşınamayan her şeye yeni önermeler yapılabilir.

Bu arada  Mehmet’in, Tiyatrokare’de yönettiği “Çelik Manolyalar”ın neredeyse her dakikasını değiştirdiğimi geç de olsa  itiraf ediyorum. O sıralar aynı anda, hem de farklı ülkelerde sekiz/ dokuz oyun yönettiği için fark etmemiş olabilir, ya da çocukluk arkadaşım olduğu için hoşgörmüştür belki.

 

(((….. TELİF HAKKI

“Okul tiyatrolarına telif darbesi” diye başlık atılır mı yahu? Telifin darbesi mi olur? Yazar emeğinin karşılığını tabi ki alır. Tüm dünyada oyunların amatör  tiyatro hakları denen bir şey var.  Dünyanın en büyük tiyatro yayıncısı Samuel French’in kitaplarını açın, lise tiyatrolarının telif ücreti bile net olarak belirtilmiştir.

Kaldı ki, bazı eserlerin amatör tiyatro hakları uzun zaman saklı tutulur. Yazar ya da onun varisleri, oyunun öncelikle profesyonel olarak yorumlanmasını ister. Konu sadece para meselesi değil, oyunun yazar kontrolünde yorumlanması…

Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları son derece önemli işler yapan bir topluluk. Ancak, medeniyetin beşiğinde bir üniversitenin öğrencileri, medeniyetin en önemli  gerekliliklerinden birinin telif hakkı olduğunu bilmiyor mu? Madem amatörler , o zaman marangoza da para vermesinler, kostümler i de evden getirsinler. Bir amatör prodüksiyonun bütçesinde yazara  mutlaka pay ayrılmalıdır. Amatör olan oyuncular olabilir, diğer emekçilerin suçu ne? 

Kemal Sunal her filminin tekrarından komşu hakları alsa, dolar milyoneri olmuştu. Lorca, Bernarda Alba’nın evinin oynandığı her kız lisesinden bir dolar istese, Salvador Dali’den bile zengin olmuştu.    

.

 

 

30 Ocak 2013 Çarşamba


 

(((….. AÇ PARANTEZ

 

  

Bu hafta pek çok parantez açıldı. Siz kapatırsınız artık…

  

((((……. BAKAN

 
İçişleri Bakanı gitti diye sevinmeye vakit bulamadan, Kültür Bakanı’nın da gittiğini öğrendik.

 Kültürün bu kadar önemsiz olduğu bir devlet politikasında, neden önce Kültür Bakanları gider, koalisyonlarda neden ilk önce Kültür Bakanlığı paylaşımı konuşulur ,cevabını  siz bulun artık.

Politik olarak hiçbir zeminde buluşmamın  mümkün olmadığı Ertuğrul Günay , açıkçası Devlet Tiyatrosu konusunda sessiz ve derinden epey mücadele verdi . Yasa çıkmadan görevden alınmasının ardında,bu kurumu tarihten silme dürtüsü var mı, emin olamadım.

Kars’ta heykeller, Frankfurt’ta kitap fuarı, Fazıl Say kini, Sümeyye Hanım’ın sakızı  konusunda çok kötü bir sınav verdi , Kültür Bakanıydı ama  sanatçı dostu olamadı. Yine de m Devlet Tiyatrosu’nu sahiplendi, AKM’yi kurtarmaya çalıştı, kendi partisinde buharlaşan bir paraya rağmen tadilatı başlattı, kültürün Anadolu’ya yaygınlaşması için çok çalıştı. Herhalde turizm konusunda da bizim aklımızın ermediği güzel şeyler yapmıştır. Velhasıl,  hiç değilse tarihteki kötü kültür bakanlarından olmadı..

Yeni bakana öneriler

1)      AKM konusunda  Sabancı ile yapılan sponsorluk anlaşmasını açıklamalı

2)      Devlet Tiyatrosu yasasını çıkartmalı

3)      Özel tiyatrolar ile ilgili yönetmeliği derhal gözden geçirmeli

4)      Sinema teşviklerindeki  tarikatçı, dinci ve oportünist yapılanmayı  engellemeli

5)      Başta Fazıl Say olmak üzere, sanatçılarla barışarak, kamplaşma yerine üretime destek vermeli.

…..

 

(((….. TİYATRO BİNALARI

 
Adamların Cumhuriyet’in köklü  kurumlarıyla olduğu kadar, binaları ile de dertleri olduğunu defalarca yazdım. İnci Pastanesi’ni tahliye ederlerken bile sadece kentlinin yemek kültürünü silmek değil, koca tarihi binaya alışveriş merkezi yaptırmak derdindeler.  Taksim Tiyatrosu da AVM oluyor . Bana bir medeniyet beşiği söyleyin ki, meydanlarında tiyatro, opera, bale olmasın. Paris mi, New York mu, Moskova mı, Pekin mi, Bağdat mı, Beyrut mu?

Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nu parçalayıp, kongre merkezi yaptılar. Geçen gün de televizyona çıkmışlar, Avrupa’nın küçük ölçekli kongrelerinde rekor kırdıklarını anlatıyorlar.

AKM için hain planları vardı, sendika sayesinde uygulayamadılar. Neyse ki  Taksim kışlası hayalleri de yattı.

Hırslarını yenemeyip, bu kez gözlerini Ankara’ya diktiler. Ulus’ta Küçük Tiyatro, Büyük Tiyatro alanını kongre ve otel vadisi yapacaklar. Akün ile Şinasi Sahneleri’ni de satıyorlar.

Bütün memleket alışveriş merkezi oldu. Kendileri satıyor , kendileri alıyor.

 
…..
 

((((….SOSYAL DEMOKRATLAR VE KÜLTÜR(!)
 

AKP kent merkezlerindeki değerli binaları yok ederek, kültürü kentin ilçelerine hapsediyor, bir anlamda bir geto kültürü yaratıyor. Öte yandan kentin ortasındaki belediyelere sahip olan sosyal demokratlar inanılmaz bir umursamazlıkla, kültürün çürümesine göz yumuyorlar.

Beşiktaş’ta Ayfer Atay döneminde yapılan birkaç külktür merkezi utanç verici biçimde eskidi,  Mustafa Kemal Merkezi, adına ve konumuna yaraşmayacak bir pislik içinde, kaderine terk edildi. Yeni başkan İsmail Ünal tarafından yapılan tek yeni kültür mekanı, Fulya Konser Salonu, herhalde eskimesin diye,  yılın 355 günü boş tutuluyor.

Ertuğrul Günay en kötü kültür bakanı değildi ama Şişli , Gülay Atığ dönemini aratmayan , en kötü kültür müdürüne sonunda kavuştu.Şişli Belediye Tiyatrosu kurulacaktı , sanatçılar işe alındı, aylarca kadro beklediler, hem zamanları çalındı, hem ekmek paralarıyla oynandı.İşsiz kalmaları yetmediği gibi, ceplerinden para da harcadılar. Cumhuriyetin kalesi(!) Şişli için değer, değil mi ama?

 

((((…. HALDUN DORMEN

Haldun Dormen’in sessiz çığlıklarını dinleyin. Ergenekon Caddesi’nde sürekli lağım basan bir binaya hocanın adını vermişler, en amatör oyunlar lağım kokusu içinde oynanıyor. Belediye her nedense bu mekanı her yıl onarır gibi yapıyor . İhaleler açılıyor, şudur budur derken, ertesi sabah tiyatroyu tekrar lağım basıyor.

 Dormen adına yaraşmayan bu pisliğin temizlenmesini istiyor, duyarsızlık ve umarsızlık devam ediyor.

Atatürk ne yazık ki yerinden kalkıp Mustafa Kemal Merkezi’nden ,   bir Sabancı kuruluşu olan  Atatürk Kültür Merkezi’nden  adının silinmesini isteyemez .

Ama halen  hayatta olan büyük  sanatçılarımız var!

Atatürk’ün kültür devrimini hiçe sayan şu sosyal demokratlar, en azından Atatürk’ün manevi çocukları olan sanatçılarına saygı gösterseler olmaz mı?

     

 

MUTFAKTA NELER OLUYOR?
nedimsaban@superonline.com
 

((( ZENGİN MUTFAĞI.

Vasıf Öngören’in yıllar sonra tekrar sahnelenen yapıtı “Zengin Mutfağı”, AKP usulü bir sansürle ortadan yok edildi.  Kendisi olan ama  adı olmayan bu uygulama sıkıyönetim dönemlerinde  tebliğ edilen yasakları bile aratacak  neredeyse. En azından o dönemde neyin yasak olduğunu anlamasan bile,  bir biçimde  öğrenmek mümkündü. Aralık ve Ocak aylarında  topu topu üç hafta oynanan oyun, Şubat programına alınmadı. Tabi ki bu kararın ardında herhangi bir sanatsal öngörü filan yatmıyor, yani oyun kötü olur, sanat yönetmeni kaldırır, ya da gişeye kimse gelmez de yıllık  izleyici  ortalamasını  düşürdğü için yönetimin performansını etkileyecek diye korkulur  azaltılır, ya da yasalarla  çakışır da, yasal gerekçeler uydurularak yasaklanır    filan.
 

(((( ZENGİN MUTFAĞI İSTANBULLULARINDIR

Oyun yasaklamak  tabi ki kabul edilmez ama bu yöntemden  iyidir.. Yeni yönetici Hilmi Zafer Şahin  kaçak dövüşüyor , “oyun programı benim tasarrufumdadır” gibi saçma sapan şeyler söylüyor. Oyun seçimi senin tasarrufunda olabilir, ama  o prodüksiyonlara harcanan para İstanbullularındır. Dünyanın masrafı edilerek sahneye konulan bir oyunu aniden yok etmek hem İstanbul halkının parasını , hem sanatçıların emeğini  ısraf etmek demektir.…  Daha basit bir deyimiyle  Park ve Bahçeler Müdürü binlerce fidan alıyor, ama bazı kişilere batabilir diye, bunları dikmiyor. Var mı böyle bir şey müdürüm ya?

Bir avuç  ülkücüyü nedense ve nasılsa tahrik eden     bu oyun da  ,  geçtiğimiz yılki yönetimde  İskender Pala’nın ahlak yapısını bozan  “Günlük Müstehcen Sırlar”, Hadi Uluengin’i dönekliğiyle yüzleştirdiği için tiksindiren “Rossenbergler Ölmemeli” nin kaderini paylaşarak, yakın tarihimizin şanlı  ayıpları arasına giriyor. Kaldı ki oyunun ikinci gününde birkaç sözü ayıklayıp, slogan atarak protesto etmeye götürecek kadar ileri gidebilecek hassas ve dikkatli  bir kesim filan olduğuna inanmak güç.Tiyatronun kapısından adım bile  atmayan Pala’nın  ve Hadi Uluengin’in  tuşuna basanların  yeni bir oyunu bu!.

 (((( ESKİLER OLSA

Düşündüm de eski  genel sanat yönetmenleri bu durumda ne yapardı diye?… Muhsin Ertuğrul   “şapkasını alıp giderdi” kuşkusuz. Bence  Vasfi Rıza, oyuncuları polise ihbar ederek Silivri’ye postalatırdı, Orhan Alkaya “oyunun yasaklanması halinde mutfak  yıkılana kadar direneceğini söyler, sonra yıkılan mutfakta önce kendine bir tas yemek pişirttirirdi. Nurullah Tuncer, oyunu İstanbul’da oynatmaz, ama kaldırtmadığını söyleyerek ,  Sibirya  turnesine yollatırdı. Kenan Işık, bizleri Zengin Mutfağı’nın  sanatsal açıdan yetersiz  bir oyun olduğuna ikna ederdi.

((((…. HİLMİ ZAFER 

Hilmi Zafer bunları yapmıyor,” oyun kalkmadı ama oynanmıyor” diyerek  lafı dolandırıyor. Oysa oyunda oynayan birini Gaziosmanpaşa’da çocuk oyununda görevlendirebilir, başka birine dört ay prova yapacak bir oyunda rol asabilir, emekliliği yaklaşan birine kıyak emeklilik verip, açılan kadroya  mutfaktan birilerini yerleştirebilir, oyunun yönetmenine hemen çok büyük bir müzikal teklif ederek sus payı verebilirdi!!!!  Zaman kazanıyor sadece! Bu zaman boyunca önce belediyeye gidip “bunun yerine ne istersiniz mi?”diyecek, Bahçeli’yle barış müzakeresi yapıp, “AKP giderse de,  Zengin Mutfağı jestime karşılık, bana ömür boyu sahip çıkarsınız artık” mı diyecek bilemem artık.

Yazarlar bu rezaleti  tarihe kayıt etsin, tiyatroseverlerin yüreği yansın, işçi sınıfı da kendisiyle ilgili bir oyunun hazmedilememesinin  hesabını sorsun. Ha bir de kurumda  çalışanlar var.. Ne yapıyorsunuz sanatçı dostlar?   Hani tiyatronuza dokundurtmazdınız? Nöbetler tutardınız, sanat maratonları yapardınız  kurumunuz için? Siz, kurumda kalmak için mi savaşıyorsunuz, kurumunuzun kalması için mi?
Belli ki, “Zengin Mutfağı  “ çabuk etkilemiş sizi… Bir oyun karakterinden bile daha hızlı biçimde dönüşmüşsünüz.  Yeni rolünüz yakışmamış ama!