((( AÇ PARANTEZ
MACİDE’M
Parantezin açılamadan kapandığı bir haftaydı. Macidem’i aldı
benden.
Hıncal Uluç ,Macide Tanır için , soyadına ad ekleyenlerdendi demiş. Doğru! Tiyatromuzun Macidesiydi..Büyük Macide!Onu hak ettiği gibi
anlatmayı, daha geniş bir yazıya saklıyorum.Yine de sığdırabileceğimi sanmam!
Tören boyunca herkes
farklı açılardan anlattı Macide’yi. Zeliha Berksoy, tiyatro tarihinde nerede konumlandırılması gerektiğini çok
güzel dile getirdi, Gencay Gürün de
büyük bir oyuncunun role yaklaşımından söz etti. Ders niteliğinde
konuşmalardı!Ama ne yazık ki, bu dersle ilgilenen konservatuar öğrencilerinin sayısı yok denecek
kadar azdı.
Bu çocuklara tiyatroculuğun , sadece rol yapmak olduğunu mu
öğretiyor hocaları? Macide’yi izleyecek
kadar şanslı olamamışlar, bari uğurlama töreninde bir şeyler öğrenmeyi
deneyemezler miydi?Dizilerde popüler olan bir yıldız gitse, cenazede en ön sırada yer alırlar, kendilerini yapımcılara sunarlardı kuşkusuz…
Ben konservatuar hocası olsam, “bugün derse gelmeyin, gidin
Macide’yi araştırın” derdim.
Hadi konservatif konservatuarda yoklama zorunluluğu filan
var diyelim, özel okulların öğrencileri nerede? Macide gibi insanların I Phone
uygulamaları filan çıkmayacak. Ustalara yaşam sırasında tanıklık etmek gibi bir
sorumluluğumuz yok mu ?Toplumun belleği
böyle çalınıyor, yok ediliyor işte.
Tiyatro Dergisi, tiyatro
ustalarının belgesellerini yapma fikrini harika biçimde hayata geçirdi. Önce
Macide Tanır’dan başlamışlardı. O titiz insanı bile mutlu edecek harika bir iş
çıkmıştı ortaya. Ne yazık ki çabaları,
maddi olanaksızlıklar yüzünden yarım kaldı, ne mutlu ki bize 12 ustanın belgeselini hediye ettiler.
Şimdi Macide’nin arkasından açılması gereken birkaç
parantez…
1) İnsanlar,
sadece anılara değil, vefa duygusuna
da sığınırlar cenazelerde. Yolu Ankara’dan
geçmiş olan tüm sanatçılar ve sanat dostları oradaydı. O niye gelmemiş, bu niye yoktu diye yazmak
yaraşmaz ama gözlerim zamanında
Macide’ye şiir bile yazmış olan bir edebiyatçıyı ve yazdığı ilk oyunda Macide Tanır’ın oynadığı şanslı yazarı çok aradı!
2) Lemi
Bilgin, kendisiyle hiç ilgisi olmadığı
halde, kurumun vefasızlığını kabullenerek,
bir kez daha ne kadar büyük bir tiyatro insanı olduğunu
kanıtladı. Sadece göstermelik bir sahiplenme değildi bu, İstanbul Devlet Tiyatrosu
Müdürü de hastalığı süresince yalnız bırakmamıştı Macide’yi. Anma törenindeki
önerimi dikkate alarak, Devlet Tiyatrosu bünyesinde bir Macide Tanır Sahnesi
açacağından eminim.
3) Devlet
sanatçılığı nedir? Neye yarar? Tören boyunca bunu anlayamadık. Devlet
erkanından birkaç çiçek vardı, ama o çiçekler kebapçı açılışlarına da
yollanıyor. Macide’nin: “Devlet
sanatçısı uçağa önden binermiş, tabi uçağa binecek para bulursa” sözü bir kez
daha doğrulanmış oldu.. İşin ilginç yanı, kendisini Cumhuriyet çocuğu olarak tanımlayan
,Atatürk’e çiçek vermekle övünen Macide’yi uğurlamaya Atatürk’ün kurduğu partiden
kimsenin gelmemiş olmasıydı. Onlar da çiçek yollamışlardı ama!
4) Bilgesu
Erenus’un, tören sonrasında benimle
paylaştığı ve mutlaka belgelenmesi gereken bir not vardı. Macide, 2000’li yılların başlarında ölüm oruçları ve
tecritler konusunda eylemci tavrını
koymuştu ! Üstelik bunu devlet sanatçısı unvanıyla
yapabilecek kadar dik bir duruşu vardı.
5) Atatürkçüydü,
laikti, inançlıydı, solcuydu. Bütün bunların aynı anda aynı bedende
yaşanabileceğini ve birbirleriyle zıt kavramlar olmadığını kanıtlayan bir yaşam
çizgisi vardı.
6) Hayatında
İstanbul’a gelmek, sahneye geri dönmek gibi doğru kararlar veren
Macide’nin en son verdiği doğru karar,
mal varlığını Türk Eğitim Vakfı’na bağışlamak olmuştu. Türk Eğitim Vakfı,
sanatçıya hak ettiği değeri verdi, onun bakımını en iyi şekilde üstlendi.
Üstelik gerek Koç Ailesi, gerek vakıf yöneticileri bunu kuru bir görev olarak değil, bir insanlık
görevi olarak yaptılar. Evde, hastanede, ölüm döşeğinde hep yanındaydılar, hep içtenlikle
ağlıyorlardı.
7) Prof. Haberal, Macide’nin hasta yatağının
başına şefkatli hemişireler, doktorlar yollamış, Başkent Hastanesi’nin tüm
olanaklarını seferber etmişti. Her hastane ziyaretimde , bu büyük bilim insanını içeride tutarak, dışarıda kaç hastanın
umutlarının öldürüldüğünü düşünmüştüm.
Haberal, hayat kurtarabilecakken, Haberal’ın hayatını kurtarmak zorunda
kaldığımız bir Türkiye’de yaşıyorduk.
HASTABAKICI AYIBI
Sosyal medyada Macide, Süha Arın’ın “Safranbolu’da Zaman” belgeselindeki nefis şiiriyle hatırlanıyor. Ancak ona hasta haliyle horon
teptiren bir densizin, bence Macide’nin,
kaydedildiğinin bile farkında olmadığı
bir aşağılık görüntü de dolaşıyor. Macide
dans etmeyi severdi, hayat doluydu ve kuşkusuz öyle hatırlanmak isterdi.
Ancak, hasta haklarını ihlal eden bu kaydın, hem de kutsal
bir meslek seçmiş olan bir hastabakıcı
tarafından paylaşılmasın, değil meslek
etiğiyle insanlıkla bile bağdaştıramıyorum. Çok iyiniyetli, sevgi dolu bir şey olsaydı, kaydı kendine anı olarak saklardı,
ancak çirkin biçimde dans ederek, kendi
avamlığını ve zavallılığını da cömertçe sergilediğine göre, belli ki şöhret
peşinde!
Macide’min mezardan çıkıp
haddini bildirmesi imkansız ama belki
bu yazı Silivri zindanına ulaşır ve Prof. Haberal’dan gerekli
dersi alır .