12 Şubat 2013 Salı

MACİDE'M


 

((( AÇ PARANTEZ

 
 

MACİDE’M

 
 

Parantezin açılamadan kapandığı bir haftaydı. Macidem’i aldı benden.

Hıncal Uluç ,Macide Tanır için ,  soyadına ad ekleyenlerdendi  demiş. Doğru! Tiyatromuzun  Macidesiydi..Büyük Macide!Onu hak ettiği gibi  anlatmayı,  daha geniş bir yazıya  saklıyorum.Yine de sığdırabileceğimi sanmam!  

Tören boyunca  herkes farklı açılardan anlattı Macide’yi. Zeliha Berksoy,   tiyatro tarihinde   nerede konumlandırılması gerektiğini çok güzel dile getirdi, Gencay Gürün de  büyük bir oyuncunun role yaklaşımından söz etti. Ders niteliğinde konuşmalardı!Ama ne yazık ki, bu dersle ilgilenen  konservatuar öğrencilerinin sayısı yok denecek kadar azdı.

Bu çocuklara tiyatroculuğun , sadece rol yapmak olduğunu mu öğretiyor hocaları?  Macide’yi izleyecek kadar şanslı olamamışlar, bari uğurlama töreninde bir şeyler öğrenmeyi deneyemezler miydi?Dizilerde popüler olan bir yıldız  gitse, cenazede en ön sırada yer alırlar, kendilerini  yapımcılara sunarlardı kuşkusuz…

Ben konservatuar hocası olsam, “bugün derse gelmeyin, gidin Macide’yi araştırın” derdim.

Hadi konservatif konservatuarda yoklama zorunluluğu filan var diyelim, özel okulların öğrencileri nerede? Macide gibi insanların I Phone uygulamaları filan çıkmayacak. Ustalara yaşam sırasında tanıklık etmek gibi bir sorumluluğumuz  yok mu ?Toplumun belleği böyle çalınıyor, yok ediliyor işte.

Tiyatro Dergisi, tiyatro  ustalarının belgesellerini yapma fikrini harika biçimde hayata geçirdi. Önce Macide Tanır’dan başlamışlardı. O titiz insanı bile mutlu edecek harika bir iş çıkmıştı ortaya. Ne yazık ki  çabaları, maddi olanaksızlıklar yüzünden yarım kaldı, ne mutlu ki bize  12 ustanın belgeselini   hediye ettiler.

Şimdi Macide’nin arkasından açılması gereken birkaç parantez…

        

1)      İnsanlar, sadece anılara değil,  vefa duygusuna da  sığınırlar cenazelerde. Yolu Ankara’dan geçmiş olan tüm sanatçılar ve sanat dostları oradaydı.  O niye gelmemiş, bu niye yoktu diye yazmak yaraşmaz ama  gözlerim zamanında Macide’ye şiir bile yazmış olan bir edebiyatçıyı ve   yazdığı    ilk  oyunda Macide Tanır’ın oynadığı şanslı   yazarı çok aradı!

2)      Lemi Bilgin,  kendisiyle hiç ilgisi olmadığı halde, kurumun vefasızlığını kabullenerek,
bir kez daha ne kadar büyük bir tiyatro insanı olduğunu kanıtladı. Sadece göstermelik bir sahiplenme değildi bu, İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü de hastalığı süresince yalnız bırakmamıştı Macide’yi. Anma törenindeki önerimi dikkate alarak, Devlet Tiyatrosu bünyesinde bir Macide Tanır Sahnesi açacağından eminim.

3)          Devlet sanatçılığı nedir? Neye yarar? Tören boyunca bunu anlayamadık. Devlet erkanından birkaç çiçek vardı, ama o çiçekler kebapçı açılışlarına da yollanıyor.  Macide’nin: “Devlet sanatçısı uçağa önden binermiş, tabi uçağa binecek para bulursa” sözü bir kez daha doğrulanmış oldu.. İşin ilginç yanı,  kendisini Cumhuriyet çocuğu olarak tanımlayan ,Atatürk’e çiçek vermekle övünen Macide’yi uğurlamaya Atatürk’ün kurduğu partiden kimsenin gelmemiş olmasıydı. Onlar da çiçek yollamışlardı ama!  

4)      Bilgesu Erenus’un, tören sonrasında  benimle paylaştığı ve mutlaka belgelenmesi gereken bir not vardı. Macide,  2000’li yılların başlarında ölüm oruçları ve tecritler konusunda eylemci tavrını  koymuştu   ! Üstelik bunu devlet sanatçısı unvanıyla yapabilecek kadar dik bir duruşu vardı.

5)      Atatürkçüydü, laikti, inançlıydı, solcuydu. Bütün bunların aynı anda aynı bedende yaşanabileceğini ve birbirleriyle zıt kavramlar olmadığını kanıtlayan bir yaşam çizgisi vardı.

6)      Hayatında İstanbul’a gelmek, sahneye geri dönmek gibi doğru kararlar veren Macide’nin  en son verdiği doğru karar, mal varlığını Türk Eğitim Vakfı’na bağışlamak olmuştu. Türk Eğitim Vakfı, sanatçıya hak ettiği değeri verdi, onun bakımını en iyi şekilde üstlendi. Üstelik gerek Koç Ailesi, gerek vakıf yöneticileri bunu  kuru bir görev olarak değil, bir insanlık görevi olarak yaptılar. Evde, hastanede, ölüm döşeğinde hep yanındaydılar, hep içtenlikle ağlıyorlardı.

7)       Prof. Haberal, Macide’nin hasta yatağının başına şefkatli hemişireler, doktorlar yollamış, Başkent Hastanesi’nin tüm olanaklarını seferber etmişti. Her hastane ziyaretimde  , bu büyük bilim  insanını içeride tutarak, dışarıda kaç hastanın umutlarının öldürüldüğünü  düşünmüştüm. Haberal, hayat kurtarabilecakken, Haberal’ın hayatını kurtarmak zorunda kaldığımız bir Türkiye’de yaşıyorduk.

 

HASTABAKICI AYIBI

 

Sosyal medyada Macide, Süha Arın’ın “Safranbolu’da Zaman”  belgeselindeki nefis şiiriyle  hatırlanıyor. Ancak ona hasta haliyle horon teptiren bir densizin,  bence Macide’nin, kaydedildiğinin bile farkında  olmadığı bir aşağılık görüntü de dolaşıyor.  Macide dans etmeyi severdi, hayat doluydu ve  kuşkusuz öyle hatırlanmak isterdi.

Ancak, hasta haklarını ihlal eden bu kaydın, hem de kutsal bir meslek seçmiş olan  bir hastabakıcı tarafından paylaşılmasın,  değil meslek etiğiyle insanlıkla bile bağdaştıramıyorum. Çok iyiniyetli, sevgi dolu  bir şey  olsaydı, kaydı kendine anı olarak saklardı, ancak çirkin biçimde dans ederek,  kendi avamlığını ve zavallılığını da cömertçe sergilediğine göre, belli ki şöhret peşinde! 

Macide’min mezardan çıkıp  haddini bildirmesi imkansız  ama belki  bu yazı Silivri zindanına ulaşır  ve Prof. Haberal’dan   gerekli dersi alır .