15 Temmuz 2012 Pazar

ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA




Anadolu toprağının genlerinde sanat olduğunu, Anadolu’nun  her köşesinin aslında  buram buram sanat koktuğunu kanıtlayan çok güzel bir yazı yazacağım bugün.İdealizmleri konusunda açık çek imzalayacağım iki önemli dostumu, Eftal Gülbudak ve Ümran İnceoğlu’nu alkışlayacağım için daha da önem taşıyor bu yazı.

Bugünlerde Eftal’in doğumgünüymüş … Ona bir doğum günü hediyesi olsun bu yazı, o doğduğu yere çok önemli bir hediye vermiş çünkü!

Cami yaptırmak  kutsaldır, okul yaptırmak  da öyle…  Hayırsever insanlar  ilk havasını soludukları memleketlerde ,  kendileri için dua edilmesini umarak,  genellikle bu tip güzellikler yapıyorlar.

Eftal ise bir kültür şenliği hediye etti Taylıeli’ne… Bence eşit derecede kutsal bir şey yaptı…

Böylece çocukluğumuzda dilimize pelesenk olan o iğrenç şarkıyı da nihayet  unutturmuş oldu bize: “Orada bir köy var uzakta, gitmesek de gelmesek de, o köy bizim köyümüzdür! “  

Bir de , “doğruyu söyleyeni, dokuz köyden kovarlar” diye hangi atanın söylediği  belli olmayan bir söz var ya, Taylıeli sayesinde o da tarihe karışacak bir gün.

Bir kültür festivalinde doğru söylenir ve doğru söyleyenler kovulmaz,  alkışlanır. Anadolu’nun genlerinde doğru söyleyeni kovmak değil, bir soğuk ayran vererek misafir etmek vardır çünkü.

Siz bakmayın son zamanlarda yurdun  sağından solundan gelen haberlere…

Birkaç yıl önce Afyon’da tiyatro kapatılıyor dediler, kalktık gittik, hatta  laf aramızda bir süre için kapatılmasının daha faideli olacağını bile düşündük  Tiyatro değil cadı kazanıydı çünkü… Tiyatro kapanıyor diye bağırdılar, sonra bağıran  herkes eteğindeki taşı bir yerlere yamanarak dökmüş olacak  ki, tiyatro kapanmamış gibi davrandı Üç yıl sonra da  Afyon’dan sadece yasak haberleri gelmeye başladı: içki yasağı bunlardan bir tanesiydi! Umarız Afyon’lular caz festivallerine sahip çıkar bundan sonra.

Kars’ta görülmemiş bir ilkellikte heykel parçaladılar, Erzurum’da absürd, grotesk ve gerçeküstü  bir çerçeve içinde, dekorundaki “kahrolsun faşizm” yazısından dolayı  Tiyatrokare’nin “Onca Yoksulluk Varken” oyununun oynanmasını “uygunsuz” buldular. Soranlara da ” salon doluydu. biz onları Açıkhava tiyatromuza yönlendirdik” dediler. Mart ayında Erzurum’da açıkhavada oyun oynanmaz ama Temmuz ayında Burhaniye’de sanat şenliği yapılır!

Dikili’deki  geleneksel barış şenliği ile kardeş bile olur bu güzel çalışma.

Köy muhtarı Halil İbrahim Çakır, o köyün gidilmeyen köy olmaması için olağanüstü bir rmücadele vererek ,  son zamanlarda sadece yasak haberleriyle gündeme gelen  Anadolu ‘nun makus talihini değiştiriyor.

Siz bakmayın Mardin’de  Süryani kardeşlerimize ait  Mor Gabriel Manastırı’na konmak isteyerek, orayı muhtemelen bir alışveriş merkezine çevirmeyi düşleyen devletimize! Siz bakmayın Alevi kardeşinin kapısına ölüm emri veren birkaç zavallıya! Siz bakmayın Sivas katliamının Sivas’ta hatırlanmasını bile istemeyen emniyetimize!

Bir katliamı unutturmak için tarihi silmek değil, yeniden yazmak gerek... Bir vicdanı aklamak için  geçmişe sünger çekmek değil, vicdan muhasebesi yapmayı bilmek gerek!

Taylıeli Festivali, bu topraklarda barış ve huzurun bir düş olmadığını, kanlı çarpışmalar yerine

çoksesliliğin yaşanabileceğinin kanıtı.

Kültür evriminin önünü tıkayan tıpaçlara değil, önünü açacak elçilere gerek var. Taylıeli muhtarı gibi önemli adamlara başbakanlardan, parti başkanlarından, kültür bakanlarından fazla ihtiyaç var.

Gün olur da,  bugünün muhtarı Taylıeli’ne otuz katlı bina dikmediği için  yeniden seçilemezse,  hatta daha da ileri giderek köyünde bir ilki gerçekleştirdiği için dokuz köyden kovulup, maazallah cezaevine filan da girerse (!) ,yeni muhtara rağmen, Taylıeli halkının bu şenliğe hep sahip çıkacağını  umuyorum!

Beklan Algan’ın  düzenlenen şenlik, üçüncü kez yapılıyor.  Düzenleme komitesinde Özdemir Nutku, Hülya Nutku gibi çok önemli  tiyatro üstadları var! Taylıeli Şenliği,  bu ülkede halen uyuma lüksüne sahip olan yan ve festival yapmayı şarkıcı getirmek sanan belediye başkanlarına örnek olmalı! Kapak olmalı! Küçücük bir köyde başarılan büyük  iş, büyük yerde küçük iş beceremeyen zavallıları utandırmalı!

Beklan Algan’ın Türk Tiyatrosu’na en büyük hizmetlerinden biri Muhsin Ertuğrul’un çocukları olarak  Zeytinburnu, Gültepe gibi tiyatrodan uzak semtlere tiyatroyu taşıyarak, Muhsin Ertuğrul’un bayrağını hiçbir zaman indirmemiş olmasıdır.

Geçtiğimiz hafta,” Fenerbahçe Savcısı’nın Çocukluğu” başlıklı yazımda Anadolu’da sadece futbolla büyüdüğünü itiraf eden bir savcının hezeyanlarına değinmiştim. Taylıeli’nde büyüyen çocuklar önemli yerlere geldiklerinde bu hezeyanları yaşamayacaklar, çok daha aydınlık bir geleceğin alt yapısını sağlayacaklar.

Eftal ile Ümran, köye okul yaptıran hayırseverden de önemli bir şey yapıyor bence.
Sanatın ışığını his edenler, okul olmayan köye üniversite bile dikerler. Geçenlerde Elazığ’da Yunan fresklerini müstehcen bulan kütüphaneciyi savunan öğretmenler gibi, sanatın köşesinden geçmemiş olanlar ise, okulları bile karanlık zindanlara çevireceklerdir.

8 Temmuz 2012 Pazar

FENERBAHÇE SAVCISININ ÇOCUKLUĞU

 

Bu hafta medyanın gündeminde Aziz Yıldırım’ın tahliye olması ve tabi ki tahliyesinin ardından Ertuğrul Özkök ile konuşması vardı… Cemaat/futbol ilişkisini çözebilmiş değilim, çok da merak ettiğim bir konu değil doğrusu! Türkiye’de güç odakları  para dönen her alanla ilgilendikleri için, şike davasının ardında başka güçlerin olmasına şaşırmam.

Ertuğrul Özkök’ün  Aziz Başkan ile röportajının  ardından, Balyoz’da olduğu gibi  bu  davanın da etkin isimlerinden olan Savcı Mehmet Berk, açıklama yapmak zorunda kalmış. Cemaatçi olmadığını ilginç bir örnekle anlatmış: Aramızda Aleviler de var!

İnsanların politik eğilimlerini dinleriyle tanımlamak, inanç ile düşünceyi ayrıştırmak son yıllarda  kimi zaman bilinçli, kimi zaman bilinçsiz biçimde sıkça yapılan bir hata. Zekeriya Öz’ün  Galatasaray’ı tuttuğu için davayı Fenerbahçeli Mehmet Berk’e paslamış olması bile,

ne yazık ki hukuğa güvenimizi sarsmak için yeterli.

Mesele ortada suç olup olmadığı bile değil, Galatasaray’lıların, Fenerbahçe’lileri yargılama meselesi sanki.

Cumhuriyet tarihimiz ne yazık ki haklının haksızı alt etmesi değil, güçlünün mazlumu ezdiği örneklerle  dolu. Güçlülerin mazlumlarla yer değiştirdiği zaman değişen güç dengelerinin kurbanları azımsanmayacak sayıda.

Ergenekon’da Kemalistlerin, Balyoz’da askerlerin hesabı soruluyor gibi bir imajın üzerine, Fenerbahçe dosyasına  Fenerbahçe’li savcı  savunması bile, yargının kendini temize çekme ihtiyacı duyduğunun bir göstergesi değil mi? Suçlu varsa suçunu konuşun, dinini, vatanını, cinsiyetini, takımını değil!

Anayasa Mahkemesi  eski raportörü Dr. Osman Can, geçenlerde bir röportajında yargının siyasallaşması konusuda en çarpıcı örneği, bu kurumlardan Kemalistlerin iyice temizlendiğini söyleyerek verdi. Kısacası Fenerbahçe’liyi adil biçimde yargılayamayacağını düşünen savcılar, yargıçlar gibi, Kemalistleri daha kolay yok edeceğini düşünen bir Anti/Kemalist tayfanın da hükümdarlığı sözkonusu.

Savcı Berk, Fenerbahçe davasının bu kadar büyüyeceğini düşünmemiş, balyozda olduğu gibi birkaç ayda unutulacağını ve tutukluların bir bakıma içeride unutulacaklarını düşünmüş, ama evdeki hesap çarşıya uymamış.

Berk’in en büyük dertlerinden biri,  artık maça gidememek, çocuğuna Fenerbahçe fuları takamamakmış. “Ben Anadolu çocuğuyum. Bizim hayatımızda futboldan daha renkli bir şey olmamıştır” diyor.

İşte ben de tam bu noktada devreye giriyor ve “çok yazık” diyorum.

Anadolu’yu arşınlayan nice tiyatro kumpanyası savcı beyin memleketine uğramış olsa ve bu savcının hayatında futbol formalarının  yanı sıra sanatın renkleri de girmiş olsa, Aziz Yıldırım dosyası yön değiştirecek miydi acaba? Farklı boyutlarda aydınlanan kişilerin hayata bakışları, Türkiye’de son yılda 25.000’i aşkın siyasetçi, gazeteci, sporcu, bilim adamı, aydın, öğrenci ve hatta çocuğu tutuklayanların vicdanına nasıl bir etki yapacaktı?

Çocukluklarında sadece penaltıyı değil, birlikte yaşama kültürünü de alanlar, yönetimi ele geçirdikleri zaman daha adil bir düzen kurarlar mıydı acaba?

Hep merak etmişimdir, mahkemeye çıkmakla ünlenmiş Aziz Nesin’ler, Çetin Altan’ların eserleriyle büyümüş kuşağın yargıdaki temsilcilerinin kararlarıyla hayranlıkları çatışmış mıdır? Ya Tarkan’ı, Deniz Seki’yi filan yargılayanların çocukları bu sanatçıların hayranıysa?

Peki,  Balbay hayranı bir Allahın kulu Ergenekon savcısı yok mudur?

Anadolu’da futbol topunun sesiyle büyüyen çocuklar,  madem futbolcuları takımlarına göre yargılıyorlar, keşke ama keşke Anadolu’da kitap okuyarak aydınlanan bir kuşak da yetiştirseymişiz…

Belki yargılama sistemleri değişirdi. Önyargı sistemleri tamamen silinirdi…

Belki de vicdan muhasebesini  takım tutma  kültürü değil, birlikte yaşama kültürü üzerine kurmayı daha rahatça başarabilirdik. 




Not: Bu yazı Aziz Yıldırım’ı seven bir Galatasaraylı tarafından yazılmıştır.