18 Ocak 2009 Pazar

" KEL ŞARKICI ERGENEKON'DA!"

Eugene Ionesco'nun "Kel Şarkıcı" adlı oyunu absürd tiyatronun ilk ve önemli örneklerinden biridir. Orada Mr. ve Mrs. Smith, uzun bir sorgulamadan sonra birbirlerinin aslında karı koca olduğunu anlarlar.
1950'lerde yazılan ve kimilerince abartılı mizah olarak adlandırılan , absürd bulduğumuz, garipsediğimiz bu sahnenin bir gün Türkiye'de yaşanacağı aklınıza gelir miydi? Hem de 50 yıl sonra!

Bugün okudunuz mu gazetede? Adam bilgisayarda pornosunu seyrettiği kişiyi karısı sanıyor ve sorgusuz sualsiz öldürüyor. Belki de her gece koynunda yatan kadınla gerçekten sevişmediği için, o kadını tanıyamamış. Bilgisayar başında becerdiği kadınla, koynunda yatan kadını ayrımsayamamış!

Absürd tiyatro örneği mi? Değil tabi ki! İnsan bıçaklamadan önce, pornoyla gerçeği karşılaştırmaz mı? Karşılaştırmaz tabi ki! Oysa, okulda İngilizce öğrenirken bile, compare and contrast diye bir kavramdan sözederdi hocalarımız. Farklılıkları ve benzerlikleri tanı. Karını, pornocuyla karşılaştır. Öldürmeden, sorgula. Sen, o musun de? Ya da soruyu tersten sor: Yıllardır karımsın, seni niye tanıyamamışım de!

Şaşıracaksınız ama araştırmacı gazeteci kimliğimle olayın kaynağını şıp diye buluverdim: ERGENEKON!

Şimdi bakın, sağcısı da solcusu da, ulusalcısı da marksisti de, Nurseli İdiz'i de Seyhan Soylu'su da Ergenekon ya,belki koynunuzda yatan adam gizli bir örgüt üyesi ya da derinden sevdiğiniz kadın derin devlet! Paşasıyla mafyasını ayıramazken, pornodaki kadınla yatağımızdaki yüz yıllık eşi nasıl ayıracağız?

Daha bunlar iyi günlerimiz! Öyle yabancılaşıp,cadı avıyla Kel Şarkıcılara dönüştürülüyoruz ki, birgün kendimizden de şüpheleneceğiz. Aslında ben bilgisayarda kendimle seviştim deyip, cinnet geçireceğiz. Kendimizi çamaşır ipine asarken,arkamızda kalan çamaşırlar; "ulan adam yıllarca bizi giydi ama bok herifin tekiymiş meğer" diye hayıflanarak, kurutemizlemeciye ifade vermeye gidecekler.

7 Ocak 2009 Çarşamba

ELLE ŞİFA,MAİLLE PSİKOLOJİ DAĞITILIR!

O TOKATI BEN DE ATABİLİRDİM

Amerika'da eğitimimi tamamlayıp Türkiye'ye geldiğim ve Dr.Stress programıyla çoook ünlü olduğum günlerden birinde kapım çaldı.

Kapının deliğinden gördüğüm hanımı, evde yemek pişirirken tereyağ ya da soğanı biten ya da mikseri kırılan komşum sandığım için kapıyı açtım. Zaten enerjisiyle kapının deliklerinden sığmayıp, içeri fırlayan bir hanımefendiydi Aniden evimdeki koltuğa zıpladı. Ben Psikolog Alanur Özalp'im dedi.

Önce bunun bir kamera şakası olduğunu sandım. Sonra problemli bir çocukluk yaşadığım zamanlarda beni ısrarla Prof. Günseli Koptagel'e gönderen annemle babamın ergenlik bonusu diye düşündüm

Alanur Hanım'ın derdi, evde soğan kalmaması ya da mikserin bozuk olması değil, onu televizyona çıkarmamdı.
Mikserini programda tamir edecekti.

Olay Early 90's larda geçtiği için; o zaman medyanın ne menem bişey olduğunu tam olarak çözememiştim. Sonra Alanur Hanım'ın adı, mankenler, türkücüler, ünlü ve zengin adamların sevgililerini geçmişti. Hangi programı açsam, stüdyo kapısının deliğinden fırlıyordu.

Televizyonu açamaz olmuştum. Bir psikolog izlerken bir psikolojinin bozulması, ne demektir, anlayamaszsınız.
Bir yandan deprem oluyor, öte yandan Ahmet Mete Işıkara konuşuyor gibi bişey!.

Televizyonumu satmayı düşündüm,yetmeyince evimi taşıdım. Tam sağlığıma kavuşmuştum ki, spam mailler akmaya başladı: Bilgisayarımdan bir virüs sızıyordu. "Anksiyeteye çözüm bulunur", "stresiniz eritilir",
"manik depresiflerin manyaları çözülür"! İmza Alanur Özalp.

Alanur Hanım'a derhal mail attım. Lütfen psikolojinizin reklamını yapmayınız çok fenna oluyorum dedim. Sağolsun, anlayışla karşıladı. Tek tük de olsa spam'ler devam etti ama anladım ki, o mailler tek tuşla 100 milyon adet mail atan aygıtlardan gönderilmiş.

Alanur Hanım, bugün Petek Dinçöz'ün programında tokat yedi. Elle şifa dağıtan bir hanıma "şarlatan" demiş! Sen, maille şifa dağıtırken oluyor da, elalem elle şifa dağıtsa ne olur?

Tokat yemeden önceki son cümlesi, "Bu bilime aykırıdır, " olmuş. Bilgisayarda bilim reklamı yapan birinin, bilime aykırılıktan sözetmesi tuhafıma gitti. Tam da Hande Ataizi'nin çanta saldırısının üzerine, bu tokat beni gerdi. Anlaşılan, memleketimizde ekomomik krizin ardından, savaş havası da esecekti! Belki elle şifa dağıtan kadın, tokat atarak, şifa dağıtacağını ve Alanur Hanım'ı iyileştireceğini sanmıştır, kimbilir.

Alanur Hanım'ı birkaç programda ağırlayacak kadar kafayı yemiş olsaydım, o tokadı ben de atabilirdim. Evimin kapısını kilitledim, bilgisayarıma ek bir virüs programı kurdum.
Koruma altındayım ve şimdilik çok şükür sağlıklıyım!
Kendimi çok kötü hisedersem, elle şifa dağıtan hanımdan yardım rica edebilirim.

4 Ocak 2009 Pazar

" BUGÜN YEDİTEPELİ AŞK, YARIN..."

1978 yılında Şehir Tiyatroları'nda izlediğim, rahmetli Nüvit Özdoğru'nun yönettiği " Yarın Bütün Dünya" oyunuyla tiyatroya sevdalanmıştım. Oyun, küçük çocukların beyinlerinin nasıl yıkandığını ve küçük faşistlere dönüştüğünü anlatıyor ve "bugün Almanya, yarın bütün dünya" diye bitiyordu.

3 Ocak 2009'da İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yön. Orhan Alkaya'nın "Yedi Tepeli Aşk" adlı oyunu sansürlediğini duyunca, "bugün Yedi Tepeli Aşk, yarın bütün oyunlar" diyesim geldi.

Bu sansür, çiçeği burnunda genel sanat yönetmeninin ilk uygulaması değil. Daha önce "Leonce ile Lena"daki ateist göndermelerin tırpanlandığını duymuştum. Geçen yıl kurumda konuk olarak yönettiğim "Geçmişten Gelen Kadın" ın cinsel öğeler içermesinden dolayı, iyi eleştiriler almış olmasına rağmen programa alınmadığı da söyleniyordu.

3 Ocak tarihli Milliyet Gazetesi'nde "Tiyatroda Alevi tartışması " başlığıyla basına taşınan haberin ardında bambaşka şeyler var: Sözümona Aleviler oyundaki bir hikayeye tepki göstermişmiş de, oyun kaldırılmışmış da, Orhan Bey tiyatronun yakılmasından korkmuşmuş! Bir genel sanat yönetmeni, tehdit alsa bile, tiyatrosunun yakılmasından ürktüğünü söylüyorsa, bu davranışıyla, bilerek ya da bilmeyerek adeta tiyatroyu hedef göstermiş olmaz mı? Alevi vatandaşlarımız, yine Alevi kökenli bir yazarımızın yazdığı bir öyküyü tersten okumayacakları gibi, tiyatro yakmayacak kadar bilinçlidirler.

Olay tamamen farklı: Bu deneysel öykü tiyatrosunun yenilikçi yönetmeni Ersin Umulu, çalışmalarına yön vermesi açısından fuayeye bir defter koyar. Bu deftere bir izleyici, "Yedi Ağlı Don" adlı oyunu müstehcen bulduğunu yazar, yavaş yavaş oyun üzerinde mahalle baskısı oluşur, Belediye Danışmanı Kenan Işık bir matineyi basar. Herkes şaşkınlık içindedir çünkü belediye danışmanının belediye tiyatrosuna uğraması ve oyun izlemesi olağanüstü hal ilan edildiğinin bir göstergesidir! Oyuncular Kenan Işık'ın doğal olarak kendi yaptığı rejiler dışındaki rejileri beğenmeyeceği için, salondan tttt tttt sesleri duymayı beklemektedirler. Ancak zamanla tttt'lar inlemelere dönüşür. Bu arada Kenan Bey'in bol bol telefon mesajı çektiği, telefonla oynaştığı da gözden kaçmaz.
( Muhsin Ertuğrul tiyatrosu gibi Şehir Tiyatrolarında Muhsin Hocanın ruhu yıkılmamış olsaydı, Belediye Danışmanlarının Muhsin Hoca'nın tiyatroda fındık fıstık yenmemesiyle ilgili duymasını isterdim. Bu sözleri tiyatroda cep telefonu yenmemeli diyerek, 2009 Türkiye'sine uyarlayacak kadar akıllıdırlar nasılsa . )

Kenan Işık, oyun süresince, çevresindekilere de, "bu oyun faşist, değil mi?" diye sorar. (Kadınların yazdığı öykülerin kadınları aşağıladığını söyleyerek yerel seçim propagandası yapar ama o gün yandaş bulamaz. Orhan Alkaya nasıl " tiyatro patlayacak" diyerek birilerinin aklına birşeyler getiriyorsa, Kenan Işık da aynı yöntemi dener. ) O günkü izleyiciler Kenan Işık'a ne kadar "yooooo" dese de, sanırım defterdeki mahalle baskısı sonucu, oyunun yasaklanmasını talep eder ve alt makamlara, yani genel sanat yön.'e bunu tebliğ eder. ( Kenan Işık, Devlet Tiyatrolarında mahalle baskısı gördüğü zaman, bir sanatçı olarak onun yanındaydım. Ama ne yazık ki, bugünleri de gördüm. )

Milliyet Gazetesine "Alevi baskısı" diye taşınan olay, belediyenin seçimlerden önce, tiyatro nedeniyle, yandaşlarını kaybetme korkusundan ibarettir. Bugüne kadar tiyatro yakmayı aklından bile geçirmeyen bir kesim, sahnede söylenen sözlerle değil, asıl bu demeçle, aşağılanmıştır. Türkiye'de yakılan, bombalanan, yıkılan tiyatroların çoğu, arazi mafyalarının işidir. Genel Sanat Yön. daha geçen yıl yıkılan Muhsin Ertuğrul tiyatrosunun arkasında durmazken, birdenbire neden binalara sahiplenme gereği duymuştur. Doğrusu, anlamak çok zor!

Milliyet Gazetesi'ni okuduktan sonra, "sözlerim çarpıtıldı" diyerek basın bülteni yazan tiyatro yöneticileri, Alevilerin üzerinden, sansürü aklamaya çalışmaktadır. İzleyiciler tarafından çok beğenilen bir oyunu, sadece birkaç izleyicinin seyirci defterine karaladığı birkaç cümle yüzünden yasaklamak, demokrat Orhan Alkaya'ya yaraşmaz! Oyun yasaklarken üzülme taklidi yapmak ise, iyi bir göstermeci tiyatro örneğidir, başka da birşey değildir.( Hem ağlarım hem giderim der gelinler! Ağlıyorsan, gidersin. Ağlayarak, oyun yasaklamazsın. )Kaldı ki, oyunu repertuara alırken demokrat olup, kaldırırken başkalarının arkasına sığınmak ve Şehir Tiyatrosu yönetmenlerini ortak bir karar için siper etmek hiç yakışmaz!

"Bugün Yeditepeli Aşk, yarın Hamlet" (Çünkü ensest var.)
"Bugün Yeditepeli Aşk, yarın Vişne Bahçesi (Çünkü toplumu sınıflandırıyor )
"Bugün Yeditepeli Aşk, yarın Nora (Çünkü aileyi yıkıyor. )
"Bugün Yeditepeli Aşk, yarın Üç Kuruşluk Opera (Çünkü içinde orospular var. )

"Bugün Yeditepeli Aşk, yarın seçimler, seçimlerden sonra olası kadro değişiklikleri için kendini koruma yöntemleri,hafif demokrat olup, sansürü demokrasinin vazgeçilmez bir parçasıymış gibi göstererek oyunu faşizan ilan etme çabaları, koltuklar, koltuklar, koltuklar."( Bu koltuklar tiyatro koltukları değil tabi! Evdeki koltuk takımları da değil tabi. )