Lise yıllarımda
sınıfın en kötü öğrencisiydim. Ancak
bütünleme sınavlarından yırtmayı
başarır , hiç sınıfta kalmazdım. Tembelliğin bir bedeli vardı…Tembel olmak ek olarak aklıllı olmayı gerektirirdi çünkü…
Üç yanlışın bir doğruyu götürdüğü sınav sisteminin
inceliklerini keşfetmiş, sözgelimi 20 konuya çalışıp, 20 sorudan 15
yanlış yaptığınızda sınavı 2 adet doğruyla bitireceğinize, sadece 5 konuya çalışıp 4 doğruyla bitirerek yırtmanın
daha az yorucu olduğunun ayırdına varmıştım.
Şu dönemde hepimiz aynı riski taşıyoruz… Neredeyse bir
yanlışın üç/beşi doğruyu götürdüğü bir dönemde aydınların kafa karışıklıkları
son derece tehlikeli olabilir. Ağır bir dezenformasyon sürecinde, tarihteki yrıntılar
da çarpıtılınca, ortaya karanlık bir
tablo çıkıyor…
Bugünün sosyalistlerine hemen darbeci yaftası yapıştırmak
için sırada bekleyen bir kitle var…Sol, iç
hesaplaşmasını ivedilikle tamamlamazsa, Deniz Gezmiş’lerin sadece “kemalizme”
kilitlendiği, 1 Mayıs’larda kardeşin kardeşi vurduğunun söylendiği komplo teorilerine mahkum edilerek, baskıcı
rejimlerin tarihteki yerlerinin sağlamlaşmasına olanak tanıyacaktır..
Bir yanlış birkaç doğruyu bile götürecektir..
Bu anlamdaki bazı riskli soruları peşinen yanıtlayayım ki, Mayıs 2012’de konuşulanlardan geriye en
azından birkaç doğru kalsın.
Başbakan’dan
tiyatroculara yarım porsiyon aydın benzetmesi:
Başbakan’ın, tiyatroculara Cem Karaca’nın sözleriyle yaptığı bu benzetme yersizdir. Bu ülkenin
tiyatrocularının büyük bir çoğunluğu aydın olma derdinde olmamışlardır. Politik düşünce üretmedikleri gibi, ülkenin
aydınlarının da yanında olmamışlar, politize olmayarak yılanı deliğinden
çıkartmayacaklarını sanmışlardır.
Susmanın, kabullenmek olduğunu anlamamışlardır. …
( Kaldı ki bence her oyuncunun aydın olmasını beklemek
yanlıştır. Oyunculuk bir meslek dalıdır. Oyunculuk mesleğinin etiğini uygulayıp, pekala aydın olmadan da iyi oyuncu olunabilir.)
Başbakan’dan
tiyatroculara aydın diktası suçlaması:
Aydın ile diktatörün yan yana en son gelebilecek iki sözcük olduğunu
düşünerek, zaten tiyatrocuların büyük kısmının
aydın olma telaşında olmadığını da göz önüne alırsak, bu tez kendi kendine
çürümüş olacak….
Ancak gerek Kürt Açılımı, gerek referandum sırasında,
aydınların ellerini taşın atına koymadığından yakınan bir başbakan vardı…Şimdi
aynı başbakan aydın diktasından söz ediyor.Dilediği zaman aydınlara çağrı yaparak kullanan, işi bittiği zaman
onları hedef gösteren biriyle karşı karşıyayız.
Başbakan’dan
tiyatroculara istedikleri oyunları oynuyorlar suçlaması:
Bu ülkenin ödenekli tiyatro sanatçıları, genellikle
repertuara alınan oyunlarda, kendilerine reva görülen ve panoya asılan
distribüsyonlardaki rolleri oynadılar. “Benim
canım bu yıl Hamlet oynamak istiyor” diyecek lükse sahip olmadıkları gibi,
bazen dünyalarının uyuşmadığı yönetmenlerin projelerinde ,rollerinin haklarını
vermeye çalıştılar…
Ödenekli tiyatrolar repertuar politikalarında denge sağlamak
için kimi zaman çok kötü oyunlarda oynattı oyuncularını…
Başbakan’dan sanat
pahalıdır savunması:
Devlet tiyatrosunun 4 milyon TL gelirine rağmen 140 milyon TL gideri olduğunu
söyleyerek işi bakkal hesabına
indirgemek, Şehir Tiyatroları’nda 8 TL’ye satılan bir koltuğun 120 TL’ye mal
olduğunun altını çizerek, toplamı 100 milyon doları bile bulmayan bir bütçe
açığını genç kuşakların geleceği için lüks olarak nitelendirmek, popülist
söyleme bile yaraşmaz.… Çünkü o popülasyon, batık işadamlarına, medya
patronlarına , diyanet kurumları, silahlı kuvvetlere ne büyük paralar akıtıldığını çok iyi bilir.
Kaldı ki, neoliberal bir söylemde sanata para ayrılmamasını
buyuran hükümet , geçtiğimiz hafta İstanbul Belediyesi’nin üstelik kendi
sanatçılarına ihale ettiği 3 oyuna 3
milyon aktarmıştır.
Bu ülkenin 100’e yakın özel tiyatrosuna 3 milyon yardım edilmezken , küçük bir grubun devleti
hoş beş edecek birkaç piyesine 3 milyon ayırabilecek kadar gönlü zengin bir
devletin, sanat pahalıdır söylemi de doğru değildir tabi…
Ben başbakanın tiyatroculara öfkesinin ardında hem belediye
başkanı olduğu yıllarda Şehir Tiyatrosu’na yeterince diş geçirememiş olması, hem de sözgelimi Atatürk Kültür
Merkezi’ni yıkamayarak, yeni Taksim projesini gerçekleştirememiş olmasının
yattığını sanıyorum.
Oysa başbakan AKM konusunda tiyatroculara kızacağı yerde,
onarım için 30 milyon alıp, binayı çürüten Kültür Ajansı’ndaki dostlarına
kızmalıdır bence…
Ne yazık ki hükmedenin söyleminde çok yanlış var… Keşke bir
o kadar doğru da olsa, en azından devletin sanatla maçı 0/0 bitebilseydi!
Bundan sonra aydınlar ve sanat insanları çok dikkatli olmalı
çünkü onların yapacakları en ufak bir
hata yüzlerce doğruyu götürür!
Gelin haftaya kadar sus pus olmuş yetmez ama evetçilerin,
Yılmaz Erdoğan gibi yetenekli insanların, düzene çanak tutan komedyenlerin, Muhsin
Kızılkaya gibi Kürt aydınlarının olası yanlışlarının kaç doğruyu
götürebileceğini düşüne duralım!