20 Mayıs 2012 Pazar

DOĞRU KİŞİLERİN YANLIŞLARI




Geçtiğimiz haftaki yazımda şu çağda bir  tek yanlış yapmanın bile, pek çok doğruyu götürebileceği konusundaki çekincelerimi yazmıştım…Bu hafta da doğru olduğuna inandığım kişilerin, bir çırpıda yüzlerce doğrularını  götüren yanlışlarına parmak basayım.

Yoğun kavram kargaşası yaşadığımız şu günlerde artık  haftalık bir yazı yazmak bile daha fazla emek ve sorumluluk gerektirdiğinden olsa gerek, yazılarımda  bir süre sadece değer verdiğim kişilere yer vereceğim için, aşağıda kendimce yanlış bulduğum çıkışları  hakkında görüş bildirdiğim dostlarımın analizimi olgunlukla karşıyacaklarından eminim.



Yılmaz Erdoğan:

Türk sinemasının kimliği tartışmalarına, “neden filmlerimizde yeterince ezan sesi yok?” diyerek yaptığı çıkış, bazılarına saldırı fırsatı doğurdu.

Bizim toplumda başarılı kişiler kıskanılır; yetenekten haz etmeyiz genelde .Hele hele yetenekli bir sanatçıya yarattığı eserden dolayı saldıramazsak, onu başka yönden  yaralamak için fırsat kollarız.

Yılmaz’ın en büyük  hatası bu sözleri, hükümetin sanat tartışmalarını alevlendirdiği şu günlerde söylemesi  oldu.  Ertuğrul Özkök’ün  de onu eleştirerek, “korkak” olduğunu ima etmesi ,başlı başına bir  kara mizah örneğiydi tabi! Bu arada, işleri güçleri kasa tutmak olanlar, Yılmaz’ın filmi için Kültür Bakanlığı’ndan 500.000  TL alması  ile açıklamasının zamanlamasını ilişkilendirmeye çalıştılar. Oysa bütçesi 1 milyon doları aşan  bir film için, 200.000 USD ödenek alınmasına takılmak çok gerçekçi değil!

Bu arada  sosyal medyada bazı kişilerin , “Noel Baba filminde tabi ezan sesi olmaz” diyerek, Yılmaz’ın son filmini harcamaya çalışması da yakışıksızdı! Tam tersine sözkonusu film , Yılmaz’ın kimlik arayışını destekler nitelikte,  bir anti/ kahramanın kendi kültürüyle bağdaşmayan bir işte dikiş tutturamama dramını anlatıyor.

Yılmaz’ın ezan sesiyle ilgili  genellemesiyle, sözgelimi son zamanlarda “Beş Vakit”, “Takva” gibi çok önemli filmleri görmezden gelmesi , söylediklerinin özünden öte, ezan sesi detayına takılınmasına neden oldu. Bu yanlış örnekleme nedeniyle, bir sanatçının sinemamızın kimliğini sorgulama  davetini dışlamış olduk.

Ha, İran Sineması meselesine gelince… Mazlum halkların film dili oluşturmaktaki çabası ve samimiyeti konusunda haklı olabilir  ama  son dönemde gündeme eserlerinden çok sanatçılarına yaptığı baskıyla gündeme gelen İran Sineması’nın pek de öykünülecek bir yanı yok bence…Acı çeken sanatçının her şeye rağmen ürettiğini görmek bir milletin sinemasına kimlik kazandırmaz, sadece laboratuar usulü bir araştırmaya konu sağlar. 





Nurullah Tuncer:

Yurtdışında büyük başarılara imza atmış bir yönetmen ve tasarımcı olarak, gölge adam olmak ona yaraşmadı. İstanbul Belediyesi’ne bağlı Kültür A.Ş, başbakanın “istediğim oyunları desteklerim” sözünü doğrulamak istercesine, 3 oyuna 3 milyon TL ödenek ayırdı. Bu ülkede 120’ye yakın özel tiyatro yıllardır 3 milyon TL’yi pay edemez, bakandan “para yok” sözünü duyarak dilenci durumuna düşürülürken, eski genel sanat yönetmenini sevenlere 3 milyon dağıtılması  yakışıksız oldu!

Evet böyle uygulamalar İskender Pala lehine,  değerli tiyatro ustası Ali Taygun’un rejisörlüğünü yaptığı bir oyunda da denenmişti. Ancak Şehir Tiyatroları’nda yüzlerce insan işsiz kalma derdiyle  sokağa dökülmüşken, alelacele çıkan bu muhteşem oyunlara imza atmak , hele hele Nurullah Tuncer gibi nitelikli  bir sanatçıya yaraşmadı…

Oyunların içeriğine değinme gereksinimi duymuyorum bile. Bu yıl apar topar  biçimde kaldırılan “Rosenbergler Ölmemeli”, göstermelik olarak  tekrar sahnelenirse bile şaşmam.



Behzat Uygur:

O, yıllar boyu devlet yardımı almayı red etmiş olan Nejat Baba’nın oğludur. Ödenekli tiyatroların özelleştirilmesi konusundaki çıkışı bu yüzden samimi olabilir, ancak bunu reform olarak görmesi bence ağır bir hata! Hani tepeden inen reformlar, reformdan sayılmazdı?

Ömrünü turnelerde geçirmiş bir tiyatro emekçisi, meseleye İstanbul’dan bakmamalı, Doğu’da, Güneydoğu’da her gece canını dişine takarak perde açan ve büyük kitlelere hizmet götüren  ödenekli tiyatroları küçümsememeliydi.

Kaldı ki sevgili Behzat hükümetin samimiyetini, sadece Kültür A.Ş’nin adam kayırma politikası ve son uygulamadaki taraflılığıyla ölçebilir.  Devlet Tiyatroları özelleşirse, özel tiyatrolara gün filan doğacak gibi bir şey yok. Göstermelik olarak yardım bu yıl 3’ten 5’e çıkartılıp, sonra da  “bizden para alanlar bize dil uzatamaz” denilerek, hepten  sıfırlanabilir.Bunun altyapısı da, bir yönetmelik değişikliğiyle, şimdiden  hazırlandı bile.



Tiyatrosunu yıllardır  kahramanca ayakta tutan Ferhan Şensoy’a linç politikası  uygulanmaya başlandı … “Nasri Hoca ve Muhalif Eşeği”, bakanlık desteğiyle  oynanıyormuş! Para bakanlığın değil, halkın bir kere…. Bu böyle biline!


Kaldı ki, benim tanıdığım  Şensoy, devlet yardımı olsa  da, olmasa  da, ne yapar eder,   o eşeğin hoşaftan anlamasını sağlar! Bakanlık  ile ters düşmemek için görüş bildirmeyen “terbiyeli” sanatçılar, devletin salonlarına kaçak inşaat katı çıkmak isteyen rantiyeler,  Kültür A.Ş’nin çocuk tiyatrosu ihalesinden dışlanmamak için susan ve geleceğin çocuklarını sütten daha fazla zehirleyen çocuk tiyatroları utansın!