"Yok mu Fazıl Say'a köşe açacak bir gazete?..Bu kadar mektup, bu kadar isyan, bu kadar polemikten sonra herkesten daha fazla bir köşeyi hak ettiğini düşünmeye başladım.“Bu ülkeden gideceğim” dedi günlerce konuşuldu.Baktı işin popüleritesi tatlıymış, ona buna mektuplar yazmaya başladı...Deniz Baykal'a yazdı, duramadı Ahmet Hakan'a yazdı, Ahmet-Mehmet Altan'ı eleştirdi, son olarak Sezen Aksu'ya mektup yazdı, “Sesini yükseltmek için daha ne bekliyorsun” diye...Son 1 yıldır müziğinden, konserlerinden çok Say'ın mektuplarını konuşur olduk.Bir iki tane daha yazdıktan sonra bu mektupları kitap olarak bastırsın Fazıl Say ya da madem herkese yetiştirecek bu kadar çok sözü var gerçekten başlıktaki önerimi ciddiye alsın.Çünkü kuş kanadına dozunda yazılan mektuplar etkili oluyor da, her hafta bir mektup işin tadını kaçırıyor."
Cengiz Semercioğlu, Hürriyet 18 Nisan 2009
Hürriyet Kelebek Gazetesi editörü ve yazarı Cengiz Semercioğlu ile dünyaya bakışım her zaman aynı olmasa da, pekçok yazısının altına imzamı atabilirim. Fazıl Say'dan nedense pek hoşlanmadığını da Fazıl ile Hande hakkında kaleme aldığı, Fazıl'ın fiziksel özellikleriyle ilgili, kendisine yaraşmayan bir yazıdan sonra anlamıştım.
20 yıl önce ben de Bedri Baykam'ı uzaktan gözlemlediğimde, Cengiz gibi düşünüyordum. DSP ile CHP'nin birleşmesi gibi abuk sabuk bir konuda konuşan bu dahi ressam, resim yapmaya zaman ayırsa, dünyaya çok daha fazla yararlı olur diye geçirmiştim içimden! Solun birleşmesi, laiklik, cumhuriyet gibi konularda herkes konuşurdu ama Bedri gibi resim yapamazdı fazla kimse . Üstelik iyi bir hatip de değildi bence Bedri. Yıllar geçtikçe, keşke Bedri birkaç eksik resim yapsaydı, ya da daha çok Bedri, bu tip konuda konuşsaydı diye düşünür olmuştum. (Gerçi Baykal'ı solda birleşme gibi konularda ikna edebilmek için değil Baykam, Da Vinci'nin bile resim yapmaktan tasarruf etmeye başlaması gerekiyordu ya, neyse, bu ayrı konu)
Sabah mesaiye gider gibi işe giden sanatçılar, işlerini ne kadar iyi yaparlarsa yapsınlar, gıcık etmeye başladılar beni. Dünyanın en iyi oyuncusu da olsa, en büyük şarkıcısı da olsa, en usta ressamı da olsa, ya bir Guernica yaratmalarını bekledim onlardan, ya ne bileyim bir çevreci eylemde kendilerini zincirlemelerini, ya bir imza kampanyasında herhangi bir konuda imza vermelerini, ya da Ferrasini satan bilge gibi, "ben bugün işe gitmiyorum" diyerek başka bir çılgınlık yapmalarını!
Düşünün dışarıda bombalar patlıyor, siz Pastoral'i çalıyorsunuz, hergün aynı notayı aynı biçimde mi yorumlarsınız? Ölüm kamplarında Naziler için Wagner çalıyorsanız, müziğinizin ritmi ve anlamı, şiddeti ve yüreğinizdeki açtığı yara olağan bir resitaldeki Wagnerden farklı değil midir ? Bir sanatçı olarak kendinizi ve dünyadaki yerinizi sorgulamaz mısınız hiç? Dünyanın en büyük sanatçısı da olsanız, yaptığınız işin manasız, kelimelerin kifayetsiz olduğunu düşünmez misiniz bazen?
Biz tiyatrocular sık sık yaşarız bu duyguyu. Senenin başında seçtiğimiz oyunda, oniki ay sonra tıpatıp aynı sözcükleri tekrarlamanın bir anlamı kalmaz bazen. O zaman da kendimizi farklı ifade edebilmek için, başka yollara başvururuz. Kimilerimiz Bodrum'da mandalina büyütür, kimilerimiz e posta iletimine sardırır.
Karanlık günlerde Ürolog Prof. Dr. Ziya Akçetin, kızlarına duygularını bir gazete ilanıyla anlatmak ihtiyacını duyuyor: "Yıllar sonra, Nazi baskısına susarak ortak olmuş Alman babalara hesap sorulduğu gibi bana da baba niye ses çıkarmadın dememeniz için başta Prof. Türkan Saylan olmak üzere öğretim üyesi meslektaşlarıma gerçekleştirilen bütün sindirme operasyonlarına karşı çıkıyorum" diyor. Hiçbir bilim dergisinde, Prof. Akçetin'i, mesleğiyle öne çıkamadığı için, çocuklarına ilan vermekle suçladıklarını sanmıyorum.
22 yaşında Ekin Bernay, London School Of Arts'da dansçı. Eski 19 Mayıs rektörü olan babası gözaltına alınınca, ona facebooktan bir yazıyla sesleniyor. Türkiye'yi defalarca dans yarışmalarında temsil eden Bernay, bu kez kaskatı kesilmiş kalmış besbelli. Kendisini başka türlü ifade etmekten aciz herhalde ki, dansın yerine, yazıya sığınıyor.
"Babam benim...Beni her gün şaşırttı.Aklı, yaşamla başa çıkışı,her anı, tanıdığım herkesten güzel tadışı,üretkenliği, düşünceleri,sevgisi, aşkı,babalığı, arkadaşlığı, dostluğu,liderliğinin yanı sıra gerektiğinde en iyi takım ruhunu taşıyışı,benim için her saniye süren öğretmenliği,ama içinde her zaman öğrenmeye aç öğrenciliği,değer verişi, iyi niyeti,olimpiyatlarda kaybeden atlet için bile gözleri dolacak kadar dokunabildiğim bir insan oluşu,cesur yüreği, büyük yüreği, sevmeye hazır, önyargısız yüreği,bana verdiği güven duygusu,ne yaparsa yapsın, ne derse desin, en doğrusunu bileceğinden en ufak bir şüphe duymamı engelleyen ileri görüşü,elleriyle ameliyat masasında kurtardığı çocuklarla yaşama kattıkları,dünyayı gezerken birlikte, hep en doğru insanla olduğumu hissettiren yol arkadaşlığı...çoğu zaman telefonun ucundaki bir ses olsa da onu gördüğüm anda ait olduğum yere, evime döndüğüm duygusu...üniversitenin aydınlığı, geleceği için yaşamının geçtiğimiz 8 yılını sadece benim değil, binlerce çocuğun babası gibi yaşayışı...Beni her gün şaşırttı babam...Ama bu sefer şaşırdım diyemem.Bugün tekrar yüz binler Anıtkabir’i kırmızıya boyadığında,babam gibi sevdiğim Atatürk’ün evinde,‘Ferit Bernay’ diye bağırıldığında,herkes ‘Burada’ diye cevap verirken gözleri dolan sevdiklerime bu duyguyu yaşattığı,herkesi o eve getirdiği için beni kendine bir kere daha aşık etti, hayran bıraktı.Ama şaşırmadım..."
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, haftasonunda Machiavelli'nin Hükümdar'ından demir alarak, tekneyi farklı yönde hareket ettiriyor, herkesi epey bir şaşırtıyor. Kabinede, kendisini kültür alanında ifade etmesi söyleniyor, baskı yapılıyor ona mutlaka ama belli ki, kendisine ayrılan sınırlı alan bu kez yetmemiş, o daha derin denizlere doğru açılmış.
Fazıl; dünyanın ayakta alkışladığı bu virtüöz, kulaklarını tıkayarak, gözlerini yumarak, hergün başka bir kentte konser vermeye devam edebilir, "ne olacak bu memleketin hali" gibi yarı entellektüel tavırlarıyla kokteyllerde boy gösterebilirdi. Ama farklı alanlarda ifade etmek zorunda kalıyor kendini, sevilmemeyi, antipatik olmayı göze alarak.
Müziğiyle öne çıkmıyor, sivri çıkışlarıyla öne çıkıyor demişsin sevgili Cengiz. Söyler misin, hangi gazetede Beethoven'in konseri manşetten giriyor? Haftanın 7 günü Çağdaş Yaşam için konser veririm diyen, 860 kişilik konserine 1000'in üzerinde katılım yaşanan ertesi sabah Frankfurt'a uçacağı halde, evini Türkan Saylan için açan bu dahi çocuk halen yaptıklarıyla değil,yazdıklarıyla öne çıkıyorsa...
Keşke her hafta değil, her saat bir mektup yazsa!
Keşke sadece Baykal'a, Sezen'e değil, herkese yazsa!
Keşke sadece Fazıl değil, bu memleketin yetiştirdiği tüm büyük insanlar, vatana, millete borçlarını ödemek için, yazsa! Sürekli yazsalar!
Evet, sadece kötüye sövmek için değil, iyiye teşekkür etmek için de yazsalar.
Yazsalar keşke.