28 Şubat 2010 Pazar

BAŞBAKANLA KAHVALTIDA BİR PARMAK BAL

BAŞBAKANLA KAHVALTIDA BİR PARMAK BAL


Nedim Saban
nedimsaban@superonline.com



Başbakan, geçtiğimiz Cumartesi günü şarkıcılara bir sabah kahvaltısı verdi.
Saat üçlere kadar uzadığı için brunch (!) da denebilir.
Davete en erken Kibariye gelmiş, peki en geç kim çıkmış? Bence asıl haber olması gereken konu odur.
Zeki Müren “bir sanatçı ne sağcı, ne solcu”olmalı, yoksa taraftarlarını kaybeder derdi!
60 kişilik misafir grubu arasında, paşanın sözünü doğrulayan, Erol Evgin gibi tarafsızlar mesela!
Sonra, her devrin adamları var. Adlarını yazamayacağım çünkü ben tuşa basana kadar nasılsa başka tarafa kaymışlardır.
Tuhaf çıkışları olanlar var. Mesela Bülent Ersoy. Popstar’da, “çocuğum olsa askere yollamaya kıyamam ” deyiverir, ardından da yarışmacılara “sevgilin zenginse, gerekirse fantezilerini yerine getireceksin” diye salık verir.
Davetliler arasında Nihat Doğan gibi AKP’liler var..
Gerçek AKP’lilerse, saygım var. Aralarında şimdilik AKP’li olanlar var.
İktidardan medet umanlar, bu kahvaltıyı yaz mevsimindeki Açıkhava konseriyle denk düşürme peşinde olanlar da var tabi.
Başbakan’a ayıp olmasın diye gelenler, fişlenmemek için gelenler olduğu gibi, fazla kalabalıkta derdini anlatamayacağı için gelmeyen Sabahat Akkiraz, gelmeme gerekçesini daha sonra açıklayacağını belirten Edip Akbayram, bir de kanımca açılıma destek verdiği için puan toplayacağını sanan, ancak özellikle İzmir konserlerinde müşteri kaybedince açılmak yerine evine kapanan Sezen Aksu var!
Sezen’in, Ahmet Kaya’yı da yalnız bıraktığını daha önce yazmıştım.
Kahvaltıda, başbakanla beraber basına yansıyan görüntülerden sonra dinleyicilerine “Yazıklar olsun” dedirtenler de oldu, ama açıkçası, ne Neşet Ertaş, ne Yavuz Bingöl, ne Arif Sağ’ı orada görmek beni yadırgatmadı.
Tayyip Erdoğan’ın açılım çağrısını, net olarak anlayabilsem, demokratikleşmenin önü gerçekten açılmış olsa, siyasi örgütlenme hakkı engellenmese, insanlar düşüncelerinden dolayı hapse atılmasa, kanın duracağına gönülden inanabilsem, o ses sanatçılarının kahvaltılarındaki zeytin dalını ben de paylaşırdım.
Milliyet Sanat Dergisi için iki kez üst üste , Türkiye’de Kürtçe tiyatro yapan emekçilerle söyleştim. Açılımın saçılıma dönüştüğünü, arkadaşlarının politik düşüncelerinden dolayı hapislerde süründüğünü, TRT Şeş’in vitrin olarak kullanılırken basın özgürlüğünün engellendiğini bizzat onlardan dinlemesen, İbrahim Tatlıses’e kahvaltıdan dönerken bana da bir lahmacun getirmesini rica ederdim.
Başbakan “sanatçılar elini taşın altına koysun” demiş. “Elini taşın altına koyan” bir sanatçının düşüncelerinden ötürü yargılanmayacağı konusunda teminat verebilirse, kendisine ben de elimi uzatmak isterdim.
Demokratikleşme yönünde atılan bu adım samimiyse, hangi partiden gelirse gelsin, ölümlerin durması için, mutlaka önemsenmelidir. Kaldı ki, hükümet, bağıra bağıra, kahvaltıların, sinemacılar ve yazarlarla devam edeceğini söylediği halde, halen oradaki şarkıcıları eleştirerek, “onlar da sanatçı mı, açılım onlara mı kalmış?” demek etik değildir!
Seda Sayan’ın, eski sevgilisi konuşurken, salonu terk etmesi, Bülent Ersoy’un, havaalanlarında “VİP salonundan yararlanmak istemesi” tabi ki, bu kahvaltıyı önemsememek için hafifletici nedenler arasına girer. Siz, bazılarının, açılım toplantısında yeğeninin Güneydoğu’dan İstanbul’a tayin edilmesini istemediklerine şükredin!
Ama Funda Arar’ın yaptığı gibi koca başbakanı bulmuşken ülkenin kanayan yarası olan telif hakları ve korsan yayıncılıktan da söz etmemek olmazdı tabi!
Rojin, kamuoyunda yanlış bir tanımlamayla “taş atan çocuklar” diye anılan “TMK mağduru çocuklar”ı da dile getirerek, aslında çocuklar için adalet çağrıcılarının Güneydoğu meselesinden ayrıştırmak istediği “çocuk nerede olursa olsun çocuktur, hükümetin politikasından ayrı tutulmalıdır”konusuna başbakanın dikkatini çekerek, bence iyi yapmış Çünkü hepimiz biliyoruz ki hükümet güneydoğu meselesinde sertleştikçe, sadece aydınları, sanatçıları, değil, çocukları da cezalandırıyor.
Tayyip Erdoğan, Necip Fazıl’ın “Arı bal yapar” ama “balı izah edemez” dizesini gündeme getirerek, sanatçılara çok önemli bir görev yüklemiş. Politize olmalarını önermiş.
Ama yaşadığımız şu cüce Şubat’ta, bir yandan Mustafa Balbay gibi aydınlarımız hapishanedeki birinci yıllarını çürütürken, öte yandan mesela Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Ülker Arıboğan’ın görev süresi dolmadan görevden alınmasını, Erzincan savcısının depremini, Vatan Gazetesi internet editörünün salt bir iddia üzerine mahkemeye çıkartılmadan önce on ay hapis yatmasını , yargının siyasallaşmasını, üniversitenin kadrolarına el atılmasını , sanatçıların, aydınların, siyasetçilerin, askerlerin, sesi biraz fazla çıkanların, bazen haklı bazen haksız yere tutuklanarak bir kaos ortamı yaratılmasını , pek çok kişinin başına gelenleri bazen sinerek, sindirilerek, bazen haykırarak izlediğimiz şu dönemde, farzedin ki elimizi taşın altına koyduk! Elimizin ezilmeyeceği ne malum?
Farzedin ki, biz sanatçılar, kahvaltıdan aldığımız coşku ve ağzımıza çalınan bir parmak balla, bal yapmaya karar verdik. Peki balın bizi zehirlemeyeceği ne malum?



Bu yazı 28 Şubat tarihinde yazarın Birgün Gazetesi'ndeki haftalık köşesinde yayınlanmıştır