İkisi ne alaka denilebilir ama 17 Ağustos depremini,
Allah'ın imansızlara verdiği ceza olarak yorumlayanlar, tam ay tutulmasının yaşandığı günde Konya'da bir kuran kursu binasının çökmesiyle ölenler arasında da bağlantı kurmayacaklar herhalde!
Onları Allah kurtaramadı çünkü Türkiye'de kötü mütaahitlerin eline düştüler. Güzelim çocuklar, kurtarıcıya inanırken,
malzemeden çalanların oyununa geldiklerini, dünyanın en önemli öğretisini aslında temelleri sağlam olmayan bir binada anlamaya çalıştıklasrını nereden bilebilirlerdi? Onlar, sadece inanıyorlardı ama birileri onların inançlarından pay alıyordu, rant elde ediyordu. Bilemezdi güzel çocuklar, hayatta oynanan oyunları.Şimdi geriye, çocuklarını emin ellere teslim ettiğini sanan acılı anaların çığlıkları kaldı.
Her mahalleye bir kütüphane, bir halkevi açılan günler geride kalmış, Atatürk'ün açtırdığı halkevleri kapatılmış,biraz daha oy uğruna dine ait mekanlar açılmaya başlanmıştı. Bir ara Tansu Çiller, her şehire bir üniversite der gibi oldu, ama o binalar da sağlam olmadıkları için, zamanla çöktüler. Arkeologlar psikolog sekreteri, antropoloji okuyanlar astrolog oldu.
Dün Konya'da ölen zavallı çocuklar Allah sevgisini yaşarken, dinlerinin insana verdiği değeri öğrenmeye çabalarken, dünyadaki pekçok savaşın dinlerin yüzünden çıktığına, savaşlarda insanların kendi din kardeşlerini bile öldürdüğüne inanmazlardı ki! Aynı gün rastlantısal olarak "Humeyni'yi severim, Atatürk'ü sevmem diyen" kızların ifadelerinde bir suç unsuruna rastlanılmayan gündü!
Humeyni'yi sevenler, tüm düşmanları tarafından bile mertliğinden dolayı övülen, esirlerin bile savaş etiğini övdüğü Atatürk'ü sevmezken, Humeyni'nin din kisvesi altında verdiği savaşta kendi kardeşlerini nasıl öldürttüğünü unutmuşlardı.
Humeyni, dinine inanan ama kendisine inanmayan kaç kişiyi enkaz altında bıraktırmıştı kimbilir. Oysa Atatürk, din ve devleti ayrı ayrı inşa ederek, ne kadar sağlam temeller atmıştı! Dinle yönetilen bir ülkede din kardeşlerinin öldürüldüğünü, kişilerin taşlanarak, yakılarak, parmaklarıi kesilerek cezalandırıldığının bilinciyle, hukuk için başka bir binanın temelini attırmıştı.
Bu temelde inançları uğruna ölen çocuklara yer yoktu.
Sonra ne olduysa oldu, binalar sarsıldı, yer yerinden oynamaya başladı. 1 Ağustos 2008'de ay, artık güneşin önüne geçmişti. Türkiye Avrupa Birliğine kaçak inşaatlarla giriyordu.
Kazananlar hep malzemeden çalanlar oldular! Enkaz altında kalan zavallı çocuklar ve onların seçimden seçime değerlenen gözü yaşlı aileleri, işte onlar, hep unutuldu.