18 Aralık 2010 Cumartesi

BİRLİKTE OYNAYALIM

1976 yılında, bir cumartesi sabahı, annemin kuzeni, onun artık çoluğa çocuğa karışmış kızı ve kardeşimle beraber Tepebaşı Deneme Sahnesi adı verilen tiyatroda Deniz Uyguner’in yazıp yönettiği “Birlikte Oynayalım” adlı serüvene tanık olmamla başladı her şey.
Tepebaşı Deneme Sahnesi’nin, yanan meşhur tiyatroyu yaşatmak için marangozhaneye hayat verilmesiyle oluştuğunu, 9 yaşındaki o çocuğa söylememişlerdi.
Bizi tiyatro fuayesinde soytarı makyajı yapan Deniz Uyguner karşıladı. Nefis çocuk şarkılarıyla, oyun alanına davet edildik ve birlikte oynamaya başladık.
Ahmet Karagöz, kendisini çocuk tiyatrosuna adamış Deniz Uyguner ile birlikte, oyunun diğer rollerine eşlik ediyor, oyun izleyici çocuklarla sohbet edilerek, birlikte oynanıyordu.
Tiyatroya aşkım o gün başlamıştı.
Nüvit Özdoğru’nun sahneye koyduğu “Yarın Bütün Dünya” adlı oyunda Cem Davran, Şevket / Yalçın Avşar gibi kardeşlerimi de sahnede izledim, ardından Türkbank, Akbank Çocuk tiyatrosu derken, 9 yaşında tiyatroyu bir yaşam biçimi edindim.
O zamanlar Tepebaşı semti, küçük bir çocuğun tek başına gidebileceği bir yer değildi.
Birlikte Oynamak için hayatta beni en çok seven babaannemi bulmuştum.
1976 yılında anneannem kanserde gözümün önünde eriyip gitmişti , o dönem 60 yaşlarındaki babaannem ise sporcu ve sanatçı kimliğiyle benden sadece birkaç yaş büyük bir abla gibi görünüyordu gözüme!
Her Cumartesi sabahı Deniz Uyguner ile birlikte oynamak için soluğu Tepebaşında alıyorduk…
Oyunda sorulan bir bulmacayı bilirseniz kral rolü oynayabiliyordunuz. Uyguner, kendisine 9 yaşında bir tiyatro sevdalısından gönderilen bir mektuptan sonra oyundaki bulmacayı sürekli benim bilmemde bir sakınca görmemişti.
Bugünkü “önemli” adamlar gibi sekreteri olsaydı, ulaşılmaz bir şahsiyet olsaydı, belki de ömür boyu oynayamaktan mahrum kalacaktım!
Babaannemi Cumartesi sabahları yedibuçukta kaldırır, tiyatroya Deniz Hoca’dan önce, bir başrol oyuncusu ciddiyetiyle, 3 saat öncesinden girer, Beklan Algan’ın “Marat Sade” genel provası nedeniyle çocuk oyunu kaldırıldığı zaman çok üzülür, Marquis de Sade’ın ne kadar sadist olduğunu düşünürdüm.
O dönem Tepebaşı’nda oynanan Salozun Mavalı, Godot Geldi gibi oyunları çözümlemeye çalışır, “Birlikte Oynayalım” ile dönüşümlü oynanan “ Hoşu’nun Utancı” adlı oyuna biraz daha fazla seyirci gelse kıskanırdım. Birlikte Oynayalım’da kralı oynamaktan sıkıldığımda, Ahmet ağabey bazen kıyak olsun diye köpek rolü de oynatır, Deniz hoca kuralların dışına çıkıldığı için sinirlenirdi.
Benim gözüm “Hoşu’nun Utancı’ndaki “ balıklarda, istridyelerdeydi ama kimse yüz vermiyordu. Oyunun yazarı Şinasi’yi geçen yıl bir konserde koca adam olarak karşımda gördüğümde, çok kötü oldum. Yıllar geçmiş, Hoşu, hoş bir anı olarak kalmıştı.
Tepebaşı otopark oldu, TRT binası oldu… Sonra özel sermayenin oraya tiyatro yapmak istediği gibi sözler söylendi… Bu arada Harbiye’nin yıkımı gündemdeyken, Sayın Topbaş, Tepebaşı’nda bir tiyatro binası yapacağına söz verdi….
hBabaannem? Birlikte Oynayalım adlı oyunu en az 60 kere izleyen tek insan olarak tarihe geçti, melek oldu. Çok güzel filmler, oyunlar izledik beraber… Çok güldük, çok oynadık. Onu oyun arkadaşım sandığım için mi nedir, babaannemden sonra, yaşamımda çok az oyun arkadaşı arandım.
Babaannem, sokak tiyatrosu yapan bir torunu yakıştıramıyordu kendisine! Sokakta tiyatro yaptığım an bir silahla intihar edeceğini söylemişti korkutmak için beni. Yine de, yaşamımdaki en değerli varlığı kaybetmeyi göze alarak, 23 Nisan 1982’de Kenan Evren’in çizmelerine rağmen “Çizmeli Kedi” yi oynadım varoş mahallelerde tiyatroya gidemeyen çocuklar için. Bir yandan da, hayatımdaki en önemli varlığı yitirmekten çok korktuğum için, gün boyunca sürekli sessiz telefonlarla kolluyordum babaannemi! Gece de patlattım espriyi: “Aaaa sen ölmedin mi daha, biz oynadık vallahi sokakta!”
Tepebaşı’nda 1402’lik oldukları için oyun arkadaşlarından kopartılanların acılı günlerini yaşamış, Başar Sabuncu’nun “Bahar Noktası” adlı oyunundan sıkıyönetim tebligatıyla oyuncuların kovularak nasıl perde açıldığına tanık olmuştum. İnsanın birlikte oynayamayacağı arkadaş bulamaması kadar, birlikte oynadığı arkadaşlarıyla karşı karşıya getirilmesi de çok acıydı!
Tepebaşı’nda artık birlikte oynanacak bir alan yok! Olsa da artık kıymeti yok çünkü en önemli oyun arkadaşım, babaannem gitti.
Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde “Birlikte Oynayalım” diye bir oyun oynandığını keşfeden duyarlı bir kuzenim vardı, oyun arkadaşım olabilirdi, genç yaşında gitti.
Geçen hafta da Deniz Uyguner öldü.
Son yıllarını huzurevinde geçirmiş, hediye olarak bana Tiyatrokare’yi kurduğumda , 12 yaşında yazdığım, UNICEF ödülünü alan “İlkeler Kağıtlarda Kalmasın” oyununun afişini getirmişti.
Oyun arkadaşlarımın ölümü beni yıktı! Ama Deniz Uyguner’in ölümü bana getirdiği değerli hediyeyi yırtmam için doğru zamanlama oldu: Geçtiğimiz günlerde talihsiz ve zamansız ölümüyle beni çok sarsan dostum Onur Bayraktar’ın ardından yaşadığım saldırılar, birlikte oynadıklarımın afişlerini ağlaya ağlaya paralamam için bir neden oldu: Rahat uyuyun oyun arkadaşlarım: İlkeler kağıtlarda kalmadı ! O afişler duvarlarda içi boş söylemler şeklinde durmasın diye paralandı. Bu, yüreğimden de sökülüp atıldıkları anlamına gelmiyor pek tabi!

5 Aralık 2010 Pazar

GÜVENÇ DAĞÜSTÜN'E ZOR CEVAPLAR

Sayın Dağüstün,

25 Kasım'da yitirdiğimiz Onur Bayraktar, tiyatromuzun salt oyuncusu olarak değil, hayattaki duruşuyla da beni çok etkileyen, entellektüel yapısına değer verdiğim bir arkadaşımdı.
Onunla tabi ki rol arkadaşları kadar yakınlığım olmadı, olamadı ancak provalarda ve oyun sonrasındaki sohbetlerimizde sanat ve insanlık adına çok güzel düşler kurmuştuk.
Onur'un ölümünden sonra perdemiz bir gece kapalı kaldı ve 28 Kasım'da acılar içinde açıldı.
Bu kuralı ben koymadım, uyguladım.
Ne yazık ki çok üzücü, ancak tarih boyunca ülkemizde de, yurtdışında da böyle olmuş.
Moliere doktor uyarısına rağmen sahneye çıkıp hayatını kaybetmiş, Cahide Sonku Muhsin Ertuğrul'un uyarısıyla annesinin ölü bedenini komşusuna teslim edip sahneye çıkmış, arkadaşları ölen pekçok özel tiyatro, ödenekli tiyatro, bulvar tiyatrosu, politik tiyatro diye ayırt etmeksizin arkadaşlarının cenazelerinin ertesi gününde perde açmışlar.
OdaTv'de yayınlanan 10 sorunuzun 9'una yanıt vereceğim. Çünkü AKP'li belediyelere oyun sansürleme konusundan tutun, bazı okuyucu yorumları ne yazık ki bir ölümün arkasından 20 yıllık bir sanat kurumunu ve şahsımı hedef almak için bir ölümü fırsat olarak kolluyor .
Benim ticari faaliyetlerimin tiyatro için harcandığı, son prodüksiyonumun (adını reklam olmasın diye anmıyorum) hiçbir sponsorun katkısı olmaksızın çok zor koşullarla hayat bulduğu, kurumumdaki emek/ yoğun üretimimin ve bazen sayıları 60'ı bulan sanatçının/ tiyatro emekçisinin nitelikli çalışmaları gözardı edildiği, bu talihsiz kazanın ardından bazı kötüniyetli kişilerin çirkin saldırılarla yeni köşe kapmak ya da acılardan rant elde etmek istediği apaçık ortadadır
Bir sanatçı olarak verilemeyecek hiçbir hesabım yok. Alnım ak. Yedinci sorunuzun Onur'un ölümüyle ne alakası olduğunu anlayamadığım için, sizi de bu ölümden yola çıkarak saldırma fırsatı yaratanlar arasında sayıyorum üzülerek.
Bunun dışında yerinde olduğunu düşündüğüm sorularınızı yanıtlamak ise duygusal olarak çok zor.

1) Kaza haberini aldığımda hastaneye gittiğimde polis muhabirleri, hastane muhabirleri gibi kişilerle karşılaştım. Bu kişiler sanat camiasını tanımadıkları için doğal olarak Onur'u tanımıyordu, motorsikletin hızından yola çıkarak kamuoyuna çok yanlış tanıtacaklardı, hiç kimse Onur'un canını kurtarmak için hız yaptığını, aslında çok dikkatli bir sürücü olduğunu bilmiyordu. " Bunalımlı bir intihar mı? "sorulan soruların en hafifiydi. Oyuncumun değil, dostumun kamuoyuna doğru yansıması benim için çok daha önemliydi.
Böyle acılı bir durumda, "Leyla'nın Evi"nde oynuyordu demişim, dememişim farkında bile değilim. Böyle bir acıdan reklam üretmeyi kim düşünür? Ancak, siz bunu böyle deşifre ettiyseniz, reklam stratejileri konusunda kimden bilgi alıyorsanız, o kişinin vicdanını sorgulamanızda yarar var.
Kaldı ki, o gün orada acılı aile bireyleri de sakin sakin açıklama yapmayı görev bildiler ! Acı çekmediğimizi söylemek yaraşmaz.

2) Cenazede ben de oradaydım. Evet perde ertesi gün açılacağı için, cenaze kalkar kalkmaz toplantı organize edildi. Çok acıdır ama ne yazık ki ertesi günkü oyunun organizasyonu yapılmalıydı, zaman kısıtlıydı.

3) Oyunun oynanıp oynanmaması konusunu masaya yatırdık. Benim de gönlüm oynanmasını istemiyordu ama oynanması yönünde gönülsüz de olsa karar almak zorunda kaldık.

4) 10 kişilik ekipte 3 kişinin sözleşmesi yok. Bazı oyuncular sözleşme imzalarken Tiyatrokare'nin kurum kimliğine güvenerek gözü kapalı imzaladıklarını söylediler. Zaten meslek hayatım boyunca sözleşmenin bağlayıcı nedenleriyle sahneye çıkacak oyuncularla çalışmadım, çalışmam da. Kumpanyamıyız biz?
Ben şunu söyledim: Tiyatrokare yarın oraya dekorunu kurar, ancak sizler arkadaşınızın kaybından dolayı oynayamayacak halde olursanız , bunu seyirci anlayışla karşılar Ama Tiyatrokare, tiyatronun kuralları ve geleneklerine uymak zorundadır! Biz ustalarımızdan böyle gördük.

5) Biz bir ekibiz: iyi günde kötü günde birbirimizin yanında durduk. Sadece bu oyunda değil, pekçok oyunda böyle olmuştur! Bu fırsatı kollayarak ekip ruhumuzu kimse bozamaz. Kaldı ki, görüş ayrılıklarımızın olması da, ekibimizin sarsılacağı anlamına gelmez.
Oyuncuların bu durumda isteyerek sahneye çıktıklarını söylemek mümkün mü? Hepsi acı çekerek geldiler, oyuna üç dakika kala çok travmatik bir an yaşandı ve ben "isterseniz şimdi iptal edelim, seyirci bunu anlar çünkü kostümlerimizi giymiş, makyajımızı yapmışız ama çıkamıyoruz, bu çok insanca!" dedim. Hatta o günkü açılış konuşmamda oyunculara bu ağır yükü yaşattığım için özür diledim, belgelenmiştir.
Ne yazık ki, mesleğimiz sadece mutlu günlerde yapılan bir iş değil.
Oyuncular bir gece önce kendi aralarında da konuşmuşlar. Rapor alabilirlerdi, izin isteyebilirlerdi. Ama sanırım perde açma nedenimizi anladılar ve oyuna geldiler.


6) Değil elli kişi, on kişi ulaşabileceğimiz toplu bir grup olmazsa oyunu oynamak zorundaydık. Çünkü farklı yerlerden geliyorlar, biletlerini bir iki ay önceden almışlar. Üstelik çoğu gişeye "oyunu iptal etmiyorsunuz değil mi" diye telefon etmiş.
Bazen 1000 kişilik bir organizasyonu iptal etmek daha kolaydır çünkü tek elden ulaşabilirsiniz.
Biletix satışı olsaydı da kolay olurdu, çünkü iletişim bilgileri var.
Tiyatro bileti satmayı ticaret yapmakla eşdeğer görenler, ölüm anında perde açan ödenekli tiyatrolara ne diyecekler? 8 liraya bilet satarak ticaret mi yapıyorlar yani?
Böyle bir suçlamayla işin şahsi hakarete, aileme, ticaret ahlakıma kadar dokundurulması çok ayıp!

7) Fırsat bilerek sıkıştırdığınız bu sorunun,
Onur Bayraktar'ın ölümüyle ne alakası var?
Ama bu konuda herkesin içi rahat olabilir!

8) Oyuncunun elinde kağıtla sahneye çıkması Onur'u anmak içindir. Kaldı ki, bu da bir gelenektir ama tartışılabilir.
O gün rolü devralan Bülent Seyran, bu oyunun provalarında altı ay yönetmen yardımcısı olarak görev aldı ve tam 30 oyun Onur'la karşılıklı oynadı.
Ezbere oynar, mizansenleri uygulardı. Ama bir arkadaşımızın anısını bir günde silip atmak, koca role yepyeni birinin bir günde çıkabileceğini iddia etmek asıl o zaman saygısızlık olurdu.
Buradan aileye de yanlış aktarılan bir iddiaya yanıt vereyim: Biz o gün Onur'u andık, tesadüfen matine/suare vardı, acılı bir aileye Onur'un adını kullanarak iki kez oyun oynadılar gibi bilgi kirliliği yaratılmış.
Kaldı ki, Milliyet Gazetesi'nin muhabiri oyuna gelmiş, biz hiç kimseyi çağırmadık. Böyle acılı bir günü malzeme olarak kullanmak son düşüneceğimiz şeydir.

9) Ertelemek, oyunu başka salona almak, grup satışlarını başka yerlere kaydırmak, iptal etmek, Tiyatrokare'nin başka oyunları hatta hatta başka bir tiyatronun oyunlarıyla değiştirmek çaresizlik içinde düşünülen pekçok çözümdür.
Ancak 26 Kasım'da zaten bir oyun iptal etmiştik.
Ne yazık ki, tiyatro geleneği ağır bastı. Biz uydurmadık, uyguladık.

10) Böyle bir durumda sanat camiasının kenetlenmesi gerekirdi, tekrar kötü bir sınav verildi.
Allah acı yaşatmasın ama tiyatronun perdesi mümkün olduğunca kapanmaz. Savaşta da kapanmaz! Diyarbakırda çatışma oluyor, adamın arkadaşı o an sokakta ölüyor, perde açılıyor, seyirci için de oyuncu için de çok zor bir gün!
Tiyatromuzun perdesini dün kapatmadık, ancak yarın kapanması için ne çok meraklı varmış, onu gördük.
Bir de en acıklısı sette işçiler 30 saat çalışırken, patronuna kaç bilet satıldıysa parasını ödeyelim seyirciyi geri gönderin diye telefon açtırtan ahlaksızlar twitter'da canavar kesildiler ya onu gördük.

Onlar tiyatrocuysa, muhallebici olmaya on defa razıyım.

Nedim Saban
5 Aralık 2010

MUHSİN ERTUĞRUL BU HAFTA ÖLDÜ

Deri, mezbahadan çıkar, fakat kundura orada yapılmaz. Kumaş fabrikada dokunur, fakat elbise orada dikilmez, orman mütehassısı ağacı yetiştirir, fakat mobilya yapmaz, maden amelesi gümüşü topraktan çıkarır, fakat savatçılıktan anlamaz, balıkçı levreği tutar, fakat mayonezi beceremez, hele her kalem tutan, her yazı yazan tiyatrodan, piyesten hiç anlamaz. Bu bir ihtisas işidir.

Bu bir meslektir, bu bir san'at işidir, bu güzel san'atlar içinde en güç şubelerden biridir , derin tetebbu ister. Tiyatro başlı başına bir hayat vakfedilse bile, ciltlerle kitap okunsa bile, diyar diyar tiyatrolar gezilse bile, gene ucu bucağı bulunmayan bir san'at şubesidir. Böyleyken, hiçbir meslekte dikiş tutturamayanlar, bir takım sütün karalamacıları, bu sahayı serbest bulmuşlar, çala kalem yürüyorlar. Onlara höst demek lazım.
Höst diyorum. Artık o çomaksız oynadığınız sahanın etrafını ilmin, sanatın dikenli telile ördük, artık içeriye başıboş girmek yasak. Yalnız san'at bilgisi bilgimizden, san'at görgüsü görgümüzden, san'at sevgisi sevgimizden fazla olanlara kapımız ve kalbimiz ardına kadar açık.
Fakat sakın araya eskisi gibi türediler girmeye kalkmasın. Burası yirmi sekiz senemizi yıprattığımız, her türlü yokluk içinde göz nurumuzu, alın terimizi döktüğümüz, ömrümüzü törpülediğimiz bir meydandır, burada tufeylilerin, yaygaracıların yeri yok! Tiyatromuzun sahnesi, San'atkarların, salonu halkındır, ikisi arasındaki bezirganların, yazı komisyoncularının ipini pazara çıkaracağız!...
...
Biz kendilerini, kanatlarını yıkmaya mahkum eden pervaneler gibi, hayatımızı seve seve san'at sevgisi için sahnenin ateşi, san'atın alevi üstünde kurban vermiş kimseleriz. San'atla sahnenin yükselmesi herkesten evvel bizim isteğimizdir ve biz bunun tahakkuku için yapabildiğimiz kadarını yapıyoruz. Yazılarının arkasında gizli düşünce taşımadan bize yardım etmek isteyenlere bilgisiyle, görgüsüyle, yardıma gelenlere teşekkür eder, ölünceye kadar minnetlerini taşırız.
Fakat dillerinde yalan, yüzlerinde maske arkalarında şahsi menfaat kasasının maymuncuğuyla kapımıza yaklaşmak isteyenlerin vay haline... Öylelerin bileklerinden kıskıvrak yakalamak dillerindeki riyayı, yüzlerindeki maskeyi, ellerindeki her kapıya uydurmak istedikleri anahtarı teşhir etmek borcumuz. Bunu bize, mukaddes kitabımız olan, san'at sevgisi emrediyor, bunu bize yıkıcılıktan ziyade yapıcılığa muhtaç olan toprağımız emrediyor ve biz bunu yapmayı ahdettik. Veyl sahte bilgiçlere, san'at türedilerine! ...

(Perdeci, Darülbedayi, 1 Mart 1930, Sene 1, No: 2)