4 Haziran 2013 Salı

GÜNLERDEN CUMARTESİ MEYDANLARDAN TAKSİM




Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Bale’sinin kapatılarak, kurumların müdürlüklere bağlanması gibi saçmasapan bir tasarıyı protesto etmek üzere çıktık bu defa da Taksim’e…

“Bu eylem renksiz geldi, Ankara Metrosu’nda öpüşmeye gidelim” diye espri yaparken, metro eyleminin şiddetle cezalandırıldığını duydum ve tabi ki bu konudaki esprimden caydım.

Gün geçmiyor ki, protesto edecek yeni bir şeyler bulunmasın…Ve gün geçmiyor ki, protestolar giderek arttırılan faşizan bir şiddet dozuyla cezalandırılmasın…

Madem Galatasaray’a kadar yürüyeceğiz dedik, polisin bize zehir saçmasından korkmayıp, yürüyebilmeli ya da yürüyebilmek için gerekli alt yapıyı sağlayabilmedik. Biz sanatçıların toplumda halen güvenilirliği var, kamuoyu sözümüzün arkasında duracağımıza inanıyor… Ne dediysek yapmalı, bir de şu tahta bacaklı dev kuklalar, gülen/ ağlayan adam maskeli romantik eylem biçimimizden vaz geçmeliyiz. Rus ya da Arap turistlere zengin bir malzeme sağladığımız kesin de, işçimiz/ köylümüz/ kentlimiz/ öğrencimize yaraşan daha politik bir duruşumuz olmalı.

Bir de, sözcükleri yerli yerinde kullanmak gibi bir sorumluluğumuz yok mu? Taksim heykelinden AKM’ye kadar sürüklenmenin adı, ne zamandan beri yürüyüş oluyor ? Kültür Sanat Sen’in bu eylemlerdeki genel duruşu her zaman sağlam… Belli ki bu kez Noel Baba’nın torbasından hop diye çıkan yasanın şokunu yaşamışlar…

Gönül bu eylemlere sadece sanatçıların değil, meydanlarda direnen her kesimin ve tabi ki

seyircilerin de gelmesini istiyor. Seyirciler, yurdun her köşesinde kendilerine böylesine köklü, önemli ve en önemlisi bu kadar ucuza kültür hizmeti getiren bu kurumların yok edilişine seyirci kalmalı…Sanatçılar TEKEL’de, THY’de, Reyhanlı’da, Uludere’de neredeydi diye soranlar haklı tabi…Ancak sanat kurumları yok edilirse, toplumun sadece sözcük hafızası değil, pasif direniş silahları ve kendini ifade edecek notaları tükenir… Onun için meydanda yalnız bırakıldıklarını düşünenler bile, sanatın güdümlenmesine sessiz kalmamalı.

…..



EN SON NE ZAMAN GİTTİN?



Yeni bir saldırı modeli buldular, “Emek Sineması” na en son ne zaman gitmişler de, Emek için ağlıyorlar?” söylemini kullanıyorlar şimdi de. Emek Sineması’nı onlar batırdı demeye getirecekler neredeyse…

İnsan sadece yaşadığı yer için mi yas tutar? Afrika’da bir aç çocuğa, ya da Sudan’da şiddet gören bir kadına ağlayamaz mı?Kaldı ki, Emek, Taksim’in göbeği. Festivallerde binlerce sinemaseverin arasında sanatçılar yok muydu?Hadi yeni bir silah , bir de bu silahı kullanacak yeni tetikçiler bulun …

….



ÖZEL TİYATROLAR



Taksim Eylemi’nde Genco Erkal, Ali Poyrazoğlu gibi özel tiyatro emekçilerinin bulunup da, opera/ balede, tiyatroda aktif görev alanların az sayıda olması tuhaf değil mi?

Çoğu Kurtlar Vadisi’nde oynadığı için, vadiyi meydana tercih etmiş belli ki…Vadide olmayanların derdi de er geç vadiye inmek! Onlar dizide görünene kadar, kimse onları görmesin, fişlemesin derdindeler.Bu ülke Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun sözde yeniden açılışında başbakan eşinin elini öpen solcuları da gördü, tiyatro yıkılırsa buldozer altında yatarım deyip, tiyatro yıkılırken belediye kadrolarına geçenleri de…Devlet Tiyatrosu kapansın, parayı özellere dağıtacağız diye kandırarak eylem kırmalarına bakmayın, tiyatronun özeli/ devleti olmaz diyen herkes meydanlarda artık!

Bu arada Muhsin Ertuğrul için yapılan son eylemle aynı saate denk getirilerek sözüm ona Şişhane’ye dikilecek tiyatro tanıtım kahvaltısına katılanlara soruyorum! Sahi ne oldu o projeye? Hanginiz, belediyeyi arayıp da, bizi eylem kırmak için mi oyaladınız diye sormayı akıl etti?





AMATÖRLERE TELİF HAKKI



Amatör tiyatrolar telif ödemeli mi, yoksa istedikleri oyunları bedava oynama hakkına mı sahip olmalı? Tartışılması tuhaf. Çok güvendiğim Boğaziçi Üniversitesi camiasının konuyu gündeme getiriş biçimi de sağlıksız ve taraflı.

Yazar emekçi değil mi yahu? Bir yapıtın ortaya çıkması kolay bir şey mi ki, bedavadan üstüne konasın?Amatörler kostümleri, aksesuarları çarşıdan bedavaya mı alıyor? Herşey paralı da, fikir neden bedava olsun?

Onk Ajans, Yeditepe Üniversitesi’ne Milan Kundera’nın oyununun ne zaman nerede oynandığını sormuş diye fırtına kopuyor. Soracak tabi. Ajans yazarı temsil ediyorsa, yazara ya da varislerine hesap vermek zorunda.

Kaldı ki, bu durumda telif ücreti de istenmemiş, sadece rapor istenmiş. Kuşkusuz amatör tiyatroya destek vermek gerek, yazar ya da çevirmen telif hakkından vaz geçmekte ya da tüm dünyada olduğu gibi sembolik bir bedel istemekte özgürdür tabi, ancak kimse kusura bakmasın ama dünyanın herhangi bir yerinden biri “amatörüm” diye çıkarak, bir eserin üstüne oturma hakkını kendinde bulmamalı . Öğrenciler fikirlerin de sahipleri olduğunu nasıl öğrenmek istemez !

İşin para kısmını geçin, yazar da oyununa hayat verecek sanatçıyı seçme hakkına sahip olmalı. “Sanatçı istediği oyunu oynar ” yerine “Bu oyun bu sanatçıya teslim edilmiştir ” düşüncesi öne çıkmalı! Uygarlığın şartlarından biri her fikrin özgür olduğunu kabul etmek kadar, her fikrin bir sahibi olduğunu da kabul etmekten geçer.

TWITTER BELASI


twitter: @nedimsaban



Aslında sadece şu anda gittiği Kuzey Afrika Gezisi değil, herşey ama herşey önceden planlanmıştı.Para hakimiyeti, kendi sermayedar grubu, pasif bir muhalefet, cemaatten destek alınarak kuvvetlendirilen bir polis, yandaş bir medya, kindar ama kendince sağlıklı gördüğü , kafası iyi olmayan bir gençlik…

Baskıcı , ayrıştırıcı politikasında satranç hamleleriyle ilerleyebileceğini sanıyordu…

Yurdu “geçici” süre terk ettiği basın toplantısında, borsa Tokyo’da da düşer, isyanı Cumhuriyet mitinglerinde de çıkarttılar, ağaçları Zekeriyaköy’de de, Sheraton’da da kestiler derken”öz güveni” yüksek, “ben seçmenimi sokağa salmıyorum ” derken tehditkar, “bunların hesabını soracağım “ derken kindar, “kendisine soru soran muhabirleri azarlarken” agresifti…

Bir gün önce Fatih Altaylı’yı karşısında muma çevirerek “aciz medyanın belgeselini çektirmiş”, Reuters muhabiri Birsen Altaylı’nın beklenmeyen cesareti karşısında afallamıştı…

Herşey çok önceden belliydi, “Gezi Parkı iki yıl önce belliydi”, “AKM beş yıldır yıkılmaya çalışıyordu”, yeni mi aklınıza geldi derken aslında ne kadar haklıydı…

Demokrasiler sürprizler üzerine kuruludur ama onun yönetim anlayışında sürpriz yoktu, satranç piyonlarına doğru zamanda doğru hamleleri yaptırmak vardı. Şiir okuduğu için hapis yattığı yıllarda sadece bir şeyi ön görememişti. Tarihte örnek aldığı faşistlerin propaganda bakanlığı vardı da, “Sosyal Medya!” henüz keşfedilmemişti!

Twitter belasını hesaplayamadığını itiraf ediyordu… Bu bela olmasa, Taksim’i ilk dakikada püskürtebilecek, belki de rantiyelere çoktan yedirecekti ama dayanışma ruhu ı &‘den & ‘e sıçramış, özgürlük heyecanı @’ten @’a bulaşmıştı.…

Twitleme hızı yasaklama hızının önüne, @ korkuyu yendi … Artık gazetelerin yazması, televizyonların göstermesine gerek yoktu, tarih kendini @ ‘den @’e çoğalarak yazıyordu.

@ bir ağaçtan bir kadın vücuduna, bir öğrenciden bir yaşlı teyze’nin tavasına bulaşmıştı.

Fazla mani olmayayım! Direnişin, dayanışmanın, özgürlüğün tadını çıkartın artık.

Bazı @’ları sadece onurlu direnişinizin anısı olarak sıralıyorum… Yanını siz doldurursunuz… Tarih yazan bir ulus, twitter belasında, @‘ın içini mi dolduramayacak?

@ direngeziparkı, @topçu kışlası, @tencere tava hep aynı hava” @iki ayyaş, @birkaç çapulcu, @marjinal gruplar, @EmekBizim, @Emek Yerinde Güzel, @AKM; @medya istifa, @Halk TV, @Sırrı Süreyya Önder, @Okan Bayülgen, @Roger Waters, @Bruce Willis, @Noam Chomsky, @ Mehmet Ali Alabora, @Nasuh Mahruki, @oyuncular sendikası, @ biber gazı, @kimyasal silahlar, @portakal gazı, @Talcid’li su, @ GsFbBjk, @kırmızılı kız

14 Mayıs 2013 Salı

YAR BANA BİR ÖDÜL


…….)))) AÇ PARANTEZ






Tiyatroda en iyi ödül alkıştır klişesini geçiniz. En çok alkışlanan oyunun tutmadığı nice deneyimlerimiz var… Tuhaf ama gerçektir, herkes beğenir ama kimse gelmez bazen!

Biraz da bu yüzden, sezon sonunda dağıtılan ödüller alkışın da yerini tutar, yıl boyunca harcanan emeğin tam karşılığını veremese de, en azından görmezden gelinmediğini müjdeler.

Ödül sistemleri çöker, ödüller saygınlığını yitirirse, “ödül alsak bile kendi başarımızdan şüphe duyacağımız” için, bugün seçici kurullarda öncülük edenlerin yanlışlarını, kendilerine olan sevgi ya da saygımızdan bağımsız olarak sorgulamamız gerekmektedir.

Türkiye’nin en büyük sorunu bu mudur derseniz, bu sorunuzu “ kavram kargaşalarının ve sözcüklerin kirletilmesinin çok büyük bir sorun olduğu ve nasıl “Demokrasi”, “Cumhuriyet”,

sözcüklerinin içinin boşaltılmasıyla mücadele etmemiz gerekiyorsa , çağdaş toplumun en önemli dinamiklerinden biri olan “ödül” kavramının yozlaştırılmaması için de duyarlılık göstermeliyiz.” diye yanıtlarım. Medeniyet, ceza üstüne değil, ödül üstüne kuruludur çünkü.



….))) ÜSTÜN AKMEN



Üstün Akmen, başkanı olduğu birlik adına yayınladığı ancak genelde kendisinin seçici kurul deneyimlerini vurgulayan ama birliğin gücünü de kontrolsüzce kullanarak yaygınlaştırılan bir bültenle, bir kişinin üç jüride olması, aynı seçici kurul üyelerinin iki farklı ödülde bambaşka adaylar gösterilmesi gibi konulardaki eleştirilerime yanıt verdi.

Kendisini bu konuda eleştiren tek kişi ben değilim, bu yüzden de tiyatro konusunda kalem oynatanlara ettiği yakışıksız sözler ve “neyin peşindeler bilmiyorum ” suçlamasını üzerime almadım. Neyin peşinde olacağım? O ödüllerin seçici kurullarından birinde olmanın peşinde olmayacağıma göre, yapıcı eleştirimin arkasında yukarıda açıkladığım gerekçelerden başka bir şey yok herhalde.

Bir kişi üç seçici kurulun ikisine başkanlık edecek, şahsi meselelerini bile basın bülteni haline dönüştürecek kadar güçlü olduğu bir birlikte ise sadece oy verenlerden biri olduğunu iddia edecek. Hadi buna inandığımızı varsayalım, aynı yıl aynı kişilerin izlediği oyunlardan nasıl taban tabana zıt adaylar çıkar yahu?

“Lions aday gösterdi, biz seçiyoruz” demek ise iyice tuhaf. Onlar aday gösteriyorsa, onlar niye seçmiyor? Siz onların adaylarını hangi kriterlere dayanarak diye sormazlar mı adama? Uzmansanız, adayları niye size seçtirmiyorlar, adayları seçemiyorsanız niye uzmanlığınıza baş vuruyorlar? Bu işi yapabilecek başka kimse yok mu hakikaten?

Mevcut seçim sistemi bizi bazen kendi dışımızdaki kişileri milletvekili yapmaya zorlayabilir, ama yılın oyuncusu yapmaya zorlamamalı!



….))) LİONS TİYATRO ÖDÜLLERİ

Sizi eleştirenler, kendi deyiminizle “cahillikten kaynaklanan terbiyesizlik “ ve “haysiyetsizlik ”içindeler de, siz kriterleri bile belli olmayan bu ödüllerde onlarca kişiye mavi boncuk dayanarak çok mu haysiyetli bir davranış sergilemiş oluyorsunuz? Tiyatro için kalem oynatanlara “haysiyetsiz” denmesini Üstün Akmen gibi aydın bir kişiye yakıştıramadım. Bir eleştirmenin eleştiriye tahamülü yoksa, bu en kibar deyimle, “hoşgörüsüzlüktür”!

Geçtiğimiz hafta açtığım parantezi tekrarlayayım: Farklı misyonları, hedefleri, kriterleri olan (örneğin yerli oyunların özendirilmesi, gençlerin özendirilmesi, yeni tiyatro insanlarının ortaya çıkartılması gibi) ödüllerin seçici kurulunda, “nasılsa 60 oyun görüyorum” diyerek bulunulabilir, ancak yılın en iyi’lerini seçme iddiasında aynı insanların oluşturduğu seçici kurullar apayrı insanları aday gösterirlerse, bu tamamen “deli saçması” olarak algılanır.

Lions Ödülleri gelecekte kendisine “sezonda unutulanlar” gibi bir tema seçebilir. Gerçekten de 200’e yakın oyunda değerlendirilemeyen nice yetenek var. Ödüle bu nitelik kazandırılırsa, o zaman belki aynı jürilerin iki farklı ödül vermesi ve aynı jürilerin bu iki ödülde taban tabana zıt seçimler yapmalarını anlayabiliriz.



…)))SONGÜL ÖDEN’E HAKSIZLIK



Songül Öden’in müthiş bir oyuncu olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. “Küçük Adam Ne Oldu Sana” daki oyununu alkışladık, fazlasıyla hak ettiğine inandığımız övgü yazılarını keyifle okuduk . Sevgili Songül, Sadri Alışık Tiyatrosu’nun Alışık Ödülleri’nin dışında tutulma prensibi yüzünden belki de hak ettiği kategoride aday gösterilmemiştir. Başarısına rağmen her nedense Afife’ye de aday olmadığı bu yıl , Akmen’in başkanı olduğu bir ikinci kuruldan aday gösterilmesi, bu sanatçının emeğini hafife almak değildir de nedir? Songül, diğer ödüllerdeki başka adaylarla Lions’ta karşı karşıya gelse, belki yine yanlış anlaşılmazdı, ama ona jest yaptığını sanan bir seçici kurulun yılın en başarılı isimlerini kategori dışında tutarak sanki gereksinimi varmış gibi Songül’ü ön plana çıkartma telaşı yanlış anlaşılmayacak mı ?

Songül’e özel hayranlığım var. Ne yazık ki bu yıl Lions adayları arasında Songül gibi haksızlık yapılan nice benzer sanatçılarımız var! Ödülün itibarsızlaştırılması nedeniyle hak ettikleri ödül konusunda coşku yerine, kuşku yaşayacaklar.

Çok “haysiyetsizce” bir yakıştırma yapacağım: Ödülü hak ediyorlar ama ödül verenlerin bu tutumunu hiç hak etmiyorlar!

10 Mayıs 2013 Cuma

ödüllendirilemeyenler


….))) ÖDÜLLERE BAŞVURU SİSTEMİ KONULSUN

Geçtiğimiz hafta “tiyatrocular başvurmadıkları ödüllere aday gösterilmesin” diyerek bir parantez açmış ve tiyatromuzda ödül enflasyonunun önüne geçilmesi, sanatçıların istemedikleri kişiler tarafından değerlendirilmemesi , jürilerin de 200’ün üzerinde oyun izlemeyi programlayarak boş yere zaman kaybetmemesi için somut gerekçelerimi sıralamıştım.

Bu önerimin, tiyatroların katılacağı bir imza kampanyasıyla hemen hayata geçirilebileceğine inanıyorum. Büyük destek gören yazımdan sonra gündeme gelen birkaç soruyu hemen yanıtlayayım:

1) Edebiyat ödüllerinde olduğu gibi, her ödül için son başvuru tarihi olabilir.

2) Ödüllere şahıslar ya da kurumlar diledikleri kategorilerde başvurabilir.

3) Ödüller açıklanırken, jüri, seçici kurul seçim gerekçelerinin yanısıra şeffaf biçimde hangi adaylar arasından seçim yaptığını da açıklar.

Bugüne kadar Haluk Bilginer, Işıl Kasapoğlu gibi isimler hiçbir ödüle aday gösterilmek istemediklerini zaten açıklamışlar. Ancak, herkesin bildiği gibi, aday gösterilmeyi istememekle, aday olmayı istemek arasında ciddi fark var.

Candan inanıyorum. Önerimin hayata geçmesiyle, iyiniyetle başladığına hiç şüphe olmayan ancak kontrolden çıkarak yozlaşma tehlikesi yaşanan ödül sistemleri iyileştirilecektir.



…..))) DİREKLERARASI ÖDÜLLERİ

İtiraf edeyim, bugüne kadar Direklerarası ile Lions Ödülleri’nin aynı olduğunu sanıyordum. Direklerarası’nın tiyatro sevdalılarını yakından tanıma fırsatı bulduktan sonra ve bu hafta Lions Ödülleri ile ilgili soru işaretlerinden sonra, geç de olsa, iki ödülün farklı olduğunu öğrenmiş oldum.

Direklerarası Jürileri, oyunları zaten izlemek için belli bir bütçe ayırıyorlarmış. Sanata sembolik de olsa bir değer biçmelerini alkışlıyorum. Öncülük yapmışlar ve yapmaya devam edecekler. Dilerim Afife Ödülleri de bu uygulamayı örnek alarak, sanat yapıtlarının değerlendirilmesi için bütçe ayırır. Sanırım ödül dönemlerinde açıklama yapmamak, polemiğe girmemek gibi bir prensip kararları var ya da hakikaten çok duyarsızlar. Haftalardır yazıyorum, en ufak bir yanıt bile vermiyorlar. Oysa, benimki dikkate alınması gereken, yapıcı bir öneri.

Bu arada Direklerarası, bilet fiyatında anlaşamadığı Kumbaracı 50 yapımı “Kimseni Ölmediği Bir Günün Ertesiydi”yi kategori dışı bırakmış. Bu kadar duyarlı bir seçici kurulun kategori dışında bıraktığı oyunları da açıklaması iyi olurdu diye düşünüyorum.

...))) LİONS ÖDÜLLERİ

Lions Ödüllerinin var olduğunu duymamla beraber, seçici kurulun çoğunun Sadri Alışık Seçici Kurulu ile aynı kişilerden oluştuğunu yazdım. Sadri Alışık ve Lions Ödülleri Jüri Başkanı Üstün Akmen, aynı zamanda TEB Ödüllerinde de jüri üyesi “Allah arttırsın” diyeceğim geliyor, ama ne kadar yetkin olursa olsun bir kişinin üç jüride olmasını aklım almıyor doğrusu. Ödüllerin misyonları farklı olur. Kimi genç yetenekleri (Vasfi Rıza gibi) , kimi Anadolu tiyatrolarını (Direklerarası Gibi) , kimi yerli oyunları (İsmet Küntay gibi) öne çıkartır da, bir derece anlarım.

Şu anki uygulama birbirlerinden onbeş gün arayla zamanlanan ödüllerde , “gönül alma”duygusunun daha önde olduğunu gösteriyor.” Bu sefer olmadı, ama haftaya bir tane daha var” gibi bir alt metin çıkıyor, ki bu da Üstün Akmen gibi bir tiyatro sevdalısına yakışmıyor.

Sumru Yavrucuk, Funda Eryiğit, Süleyman Atanısev gibi tartışmasız iyilerin Lions’da adının bile geçmemesi başka nasıl açıklanabilir? Akmen’in, Lions adayları konusunda yazacağını söylediği yazıyı heyecanla bekliyorum doğrusu.



…..))) İSİMSİZ KAHRAMANLAR

Onlar hiçbir jüriden ödül almaz, bazılarının adları bile bilinmez ama tiyatronun isimsiz kahramanlarıdırlar. Bazen galalarda alkışlamayı bile angaryadan saydığımız bu kişiler var olmadan tiyatronun gerçek anlamda var olacağını da söyleyemeyiz. Gişecinin önemini ancak yeriniz kötüyse anlarsınız, yer göstericinin gerekliliğini ancak yerinizde biri oturursa fark edersiniz. Oysa, yerinize zamanında oturmanız , perdenin zamanında açılması için son derece önemlidir. 50 yıldır teşrifatçılık yapan Aysu Abi, tiyatro ödüllerinin tümüne layıktır bence.

Bu hafta yine böyle bir emekçiyi kaybetti tiyatromuz. Alaattin Eraslan, yaşamının büyük kısmını Anadolu’da tiyatroya adamış, Ankara Sanat Tiyatrosu başta olmak üzere pekçok tiyatroya hak ettiği değeri vermiş olan bir tiyatro insanıydı. Son dönemde Aysa Prodüksiyon’da yapımcı olarak öne çıktıysa da, ben onu “Beyaz”ın stand up’ından kazandığı paraları tiyatrolara dağıtan organizatör olarak hatırlamak istiyorum. Işıklar içinde yatsın… Kavgası, yeni kavgalara örnek olsun!













30 Nisan 2013 Salı

MUHSİN HOCA KİME TESLİM?



Geçtiğimiz hafta açtığım parantezlerden biri Direklerarası Seçici Kurulu’nun iyiniyetli yaklaşımı sayesinde çözüldü. 10 farklı ödülde sayıları 100’ü aşan jüri üyelerinin , oyunları ücret karşılığında izleyerek, bu yolla tiyatroların emeğine saygılı davranılması konusunda bir çağrı yapmıştım. Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nin seçici kurulu hemen bir açıklama göndererek, bundan böyle oyunları bilet alarak izleyeceklerini açıkladılar. Bu kararı verebilecek kadar ilkeli davranan bu kurulu kutluyorum.

Yapı Kredi Sigorta’nın yeni sahiplerinin Afife jürilerinin izlediği oyunlara ödenek çıkartacağını umuyorum. Diğer ödüllerin sponsorlarına da aynı çağrıyı yapıyor ve

Tiyatro Dergisi’ne , bu konuda duyarlı davrandıkları için teşekkür ediyorum.

İstanbul Halk Tiyatrosu’nun da bu konuda bir çağrısı var. Umarım pekçok tiyatronun atılımıyla bir imza kampanyası başlatılır ve emek sömürüsüne dönüşme tehlikesi bulunan ödül sistemleri bir an önce düzelir.



….))) JÜRİLER

Bu devirde jüri olmak da başlıbaşına bir özveri gerektiriyor. Öncelikle tiyatro sanatının gücüne inanmak, irili ufaklı 200 oyunun pek karışık programını takip etmek, İstanbul trafiği ve berbat ulaşım koşullarına aldırmaksızın, perde saatine yetişebilmek gerekiyor. Pekçok jüri üyesi gecikmemek için saatler öncesinden oyun bölgesine ulaşıyor, restoranlarda zaman ve para harcıyor. Onların da emeğinin gözardı edilmemesi gerek. Kısacası, “ben de ödül veriyorum diyerek” ortaya çıkmak yeterli değil, kurumsal destek alarak tiyatroya verilen manevi değeri maddi olanaklarla da perçinlemek gerek…



….))) YENİ BİR ÖNERİ

Antalya’da dört yıldır düzenlenen televizyon ödülleri var. Özellikle başbakanımızın “milli içki” konusunun barış sürecinin önüne geçtiği bu dönemde, ödül alan Murat Cemcir’in, “ ödülü 70’lik ayran içerek kutlayacağım” açıklaması dikkatimi çektiği için, bu yıl daha dikkatli baktım. Televizyonculuk duayeni Faruk Bayhan, jüri başkanı olarak, ödüllerin bir başvuru sistemine dayandırıldığını anlattı. “Ben sizi değerlendireceğim” diyerek ortaya çıkmak yerine, ödüllere aday olmak için başvuru yapılıyormuş. Sözgelimi, Kıvanç Tatlıtuğ, bu yıl oyunculuk dalında başvurmamış. Kendisi ya da kurumu değerlendirilme talebinde bulunmadığı için, doğal olarak aday da gösterilmemiş…

Bence, tiyatro ödülleri için de böyle bir sistem geliştirmek gerekiyor. Kurumlar başvurursa, hem jüri başvurmayan adayları değerlendirme çabasıyla başı kesik tavuk gibi koşuşturmaktan kurtulmuş olur, hem her yıl yaşanan adaylık kategorileri konusunda kafa karışıklıkları giderilir.

Bir sanatçı olarak, bir jüri tarafından beğenilmek yerine, ben de bir jüriyi beğenebilmek isterim. Bu nedenle kendim başvurmadığım bir ödüle aday gösterilmek de istemem .

Jüriyi beğenen,başvurur. Jüri tarafından beğenilen de aday olur, olur biter.



…..))) SUNA KESKİN, AYÇA VARLIER

Sadece Tiyatrokare’de birkaç yıl içinde bile, aday kategorileri ile ilgili çok matrak şeyler yaşadık. Ayça Varlıer, “Leyla’nın Evi” ile dört saygın ödül aldı, ama işin tuhaf yanı dördü de farklı kategorilerdeydi. “Yılın Müzikal dalında Kadın Oyuncusu”, “Yılın Kadın Oyuncusu”, “Yılın Yardımcı Kadın oyuncusu”, “En İyi Çıkış Yapan Oyuncu” !

Suna Keskin de geçtiğimiz hafta ,yardımcı oyuncu kategorisinde aday gösterilmeyi red ederek Sadri Alışık ve Afife Ödülleri’nden çekildi. Sadece bir tiyatroda birkaç yılda bu kadar çok şey yaşanıyorsa, kimbilir daha neler neler yaşanıyordur?Kaldı ki, 20 kişilik bir salonda yapılan prodüksiyonu, Devlet Tiyatrosu olanakları ile yarıştırmak hiç akıllıca değil. “Tiyatro iki kalas bir hevestir” deyip, işin içinden çıkılamaz. Bir odada fısıltıyla oynanan bir oyundaki oyunculukla, akustiği olmayan 400 kişilik bir İtalyan Sahne’deki oyunculuk nasıl aynı kefeye konulur? Anlamak mümkün değil!



…))) CEMAAT ÖDÜLLERİ

Bir Cemaate yakın bir vakıf , Haldun Hoca ile Yıldız Hoca’ya onur ödülü vererek, ödül sistemine ihtişamlı bir giriş yaptı! Haldun Hoca, o gecede Muhsin Ertuğrul’un iyi bir tiyatro adamı olduğunu, ama iyi bir yönetmen olmadığını söyledi. Bence, yeri değildi, bu açıklama Cumhuriyet Devrimleri’ni kökten yadsıyanlar için harika bir olanak sağladı. Dormen’in sözünün sadece yarısını kullanıp, Muhsin Hoca’yı yaraladılar.

Bu yazının yazıldığı sırada, ölüm yıldönümünde mezarı başında anılan Muhsin Ertuğrul, iyi bir tiyatro adamı olmanın yanısıra , bir devrimciydi. Selim İleri’nin kitabındaki dedikodulara aldırmayınız, Muhsin Hoca’yı yaşadığı çağ içinde değerlendiriniz. Kısıtlı bir oyuncu kadrosuyla kısıtlı bir zamanda koca klasikleri sahneleyen ve her oyuncudan bir star yaratan Muhsin Ertuğrul’a nasıl kötü yönetmen denilebilir?

Haldun Hoca, bu açıklamayı Afife Ödülleri’nde Muhsin Ertuğrul Ödülü Kategorisi sırasında yapsaydı, “kahramanlık yaptı” derdim, konu cemaat ödülleri olunca, “duyulmak isteneni “söylemiş diyorum



…)))MUHSİN ERTUĞRUL BÜSTÜ

Ayla Algan, Muhsin Ertuğrul büstünü Şişli Belediyesi’ne bağışlamış. Son yıllarda Şişli tam anlamıyla bir kültür sefaleti yaşıyor.Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu hunharca yıkılıp, kongre vadisine dönüştürülürken, Kılıçdaroğlu bile uğradı da, Sarıgül ortada yoktu.

Muhsin Hoca’yı Şişi’ye emanet etmek doğru değil. Onu, genç kuşaklara doğru dürüst anlatacak ustalara teslim etmek, şimdilik daha yerinde olur bence.





22 Nisan 2013 Pazartesi


 

….)))) AÇ PARANTEZ

 
JÜRİLERİN KOLTUK İŞGALİ

 
Bu hafta açılması gereken parantezlerin haddi hesabı yok.  Sadece   tiyatro ödüllerimiz hakkında olan   yazılar  bile google’lara sığmaz. Doğru değerlendirmeler,  yanlış uygulamalar, yönetmelik zaafları, alelacele  alınan kararlar, kararların arkasında duramayan seçici kurullar filan derken binlerce partantez açmak gerekir.
Tiyatro sanatının kural tanımazlığı  da her parantezi çürütecek ve gelecek yıl  başka parantezler açmak gerekecek mutlaka.  Yine de bir tanesiyle başlayalım bari.

 
….))) DİREKLERARASI

13. Direklerarası Seyirci Ödülleri, bu yıl çok  yerinde kararlar vermiş. Demek ki neymiş, bir ödülün yerine oturması için, yaklaşık  13 sene beklemek gerekirmiş. 234 oyun izlediklerini söyleyerek, değerlendirme kıstasları hakkında ipucu vermişler.  Herşeyin bu kadar şeffaf olduğu bir değerlendirmede,  jürilerin kimliğinin  de  kamuoyuyla tam olarak paylaşılması gerekir. Seyirciyiz deyip, işin içinden sıyrılmak yeterli değil çünkü.  Diğer ödüllerdeki  gibi , bence yılın en önemli oyunlarından biri olan “Adalet Sizsiniz” in görmezden  gelinmemiş olması çok sevindirici.
 Ödüllerin açıklandığı bültende jürinin 2090 koltuk işgal ettiği söylenmiş. Öncelikle, kelime seçimi bana çok ilginç geldi. “İşgal etmek” , bir yeri ele geçirmek, yer kaplamak, işten alıkoymak, oyalamak gibi, karşı tarafın istemi dışındaki zoraki hareketleri tanımlıyor.
Afife, Sadri Alışık, Tiyatro Dergisi, Yeni Tiyatro Dergisi, Eleştirmenler Birliği, İsmet Küntay, Vasfi Rıza, Sanat Kurumu, Direklerarası , Ekin Dostları derken , ona yakın tiyatro ödülümüz var. Bunların seçici kurullarından  her biri, en iyimser durumda 1000 koltuk” işgal” etse, yılda 10.000 koltuk eder. Değerlendirme kıstaslarına 100 tiyatro girse, en iyi ihtimalle her tiyatro yılda 100 koltuğunu ücretsiz "işgal" ettiriyor demektir. Bu da  en azından  3000 TL ciro kaybı demektir ki,  özellikle  küçük salonlarda var olan alternatif tiyatrolar için azımsanmayacak bir bedeldir.

33 kişilik seçici kuruluyla en kurumsal ödüllerin biri olan ve ödül törenine ciddi biçimde ödenek ayıran Afife’nin , tiyatro değerlendirmeleri için  de bir bütçe ayırarak,  Direklerarası tabiriyle jürilerin "işgal" ettikleri koltuklar için bilet satın almasına öncülük etmesi , tiyatro sanatının gelişimine  ciddi bir katkı olur. Kaldı ki,  tiyatro biletine değer biçilmesi de,  bu sanatın pekçok  yara aldığı bir çağda çok önemli bir sorumluluk, hatta görevdir. Bunca emek vererek ortaya konulan oyunlara elini olunu sallayarak girilmemesi, sanata sembolik de olsa bir değer biçilmesinin önünü açar.

 …..))) TURNE MACERAMIZ

Bundan 10 yıl kadar önce,  yaklaşık 80 kişilik bir ekiple bir müzikal turnesinin Anadolu’daki bi durağında , otelde check/out yapıyordum. Sıra, lobide içilen çayları, kahveleri ödemeye geldiğinde, otel sahibi  bana kırgınlığını dillendirdi. Bir gece önce oynanan oyun için 2  koltuk” işgal” etmek istermiş, kendisine  davetiye vermediğimiz için kırılmışmış. Evim kadar tiyatromun da misafirlere açık olmasından mutlu olurum. Ancak bir yandan  80 kişinin içtiği kolaların tek tek hesabını verirken, oyuna 2 bilet alma nezaketini bile göstermeyen otel sahibine  , bizim işimizin de emek yoğun olduğunu anlatmak  zorunda kaldım.
Bir otelde nasıl bedava konaklanamazsa, bir tiyatroya da bedava girilmez, girilmemeli… Bir sergiye girip, nasıl duvardan resim indirme hakkımız yoksa, sinemadaki biletçiye biletimizi kestirmeden nasıl içeri giremezsek, otobüse   Akbil basmadan binemezsek, tiyatroya da aynı disiplin içinde girmeliyiz.  

 Sponsorlu çocuk oyunlarında da tiyatro biletine hiç değilse sembolik bir ücret biçilmeli, bu işin bir değeri olduğu çocukların  bilinçaltına kazınmalı.   Belki o çocuklar büyüdükleri zaman jüri olurlar ve  tiyatronun bedava bir şey  olmadığını da hatırlarlar .

 

 

          

 

23 Mart 2013 Cumartesi

SANAT UZUN HAYAT KISA



……)))) AÇPARANTEZ





SANAT UZUN, HAYAT KISA





NEDİM SABAN

nedimsaban@superonline.com



Sanat uzun, hayat kısa sanıp çıkmıştık sanat yolculuğuna. Ard arda yaşadığımız kayıplarda hayat uzun olsa da, meğer sanat gittikçe kısalan bir yolculukmuş. Galiba bu gerçeği kabullenememek çökertiyor ruhumuzu…

AKP’nin etkileri laiklik, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü filan üzerinde epey tesirli oldu. Yan etkileri arasında umutsuzluk, inançsızlık, güvensizlik var. Ve tabi her alanda, her meslekte olduğu gibi, sanat dünyasında da kavram kargaşalarından beslenen kaygan bir zeminde, ahlak kaybı yaşanıyor. Ahlağı içkide, sigarada, kadın bedeninde arayarak, adres şaşırtan bir hükümetin aslında beynimizde çöküntü yarattığını anlayamıyor muyuz?

Sanat gittikçe kısalıyor, hükümdarlar ise sanatı kısaltarak, hükmetme, zulm etme ömürlerini arttırmaya çalışıyorlar . Bu hafta, hükümetin yan etkilerinin yansımalarını parantez olarak açayım istedim.



…..)))) KLASİKLERE MODERN YORUMLAR


Bernarda Alba’nın evi’ni çok fazla kez, hem de çok kötü yorumlarla izlediğim için, Tiyatro Oyunbaz’ın prodüksiyonuna gitmeyi son oyuna kadar erteledim. Son oyunlarını yakalayabildiğim için kendimi şanslı his ediyorum. Bir daha Bernarda izlemem artık. Lorca’nın kafamda bu mükemmel yorumla kalmasını isterim …

Lorca’nın dünyasını, aşkı, şehveti, sıkıştırılmışlık duygusu ve toplumsal yasakları bu kadar korkusuz ,yaratıcı ve sade biçimde sunma cesaretini gösteren ekibi kutlarım. İddia ediyorum,oyunun yönetmeni Abdullah Cabaluz, klasiklerin modern vurgularını en iyi biçimde yapan üç yönetmenimizden biri. Benim için diğerleri Başar Sabuncu ve Engin Alkan…

Engin Alkan’ın Şehir Tiyatrosu’ndaki “Vişne Bahçesi”nin, Peter Brook yorumundan ve Vanessa Redgrave ile izlediğim prodüksiyondan çok daha iyi olduğuna kalıbımı basarım.

Engin ile Abdullah’ın farkı: Engin, kişiliğini rejisine korkusuzca yansıtıyor, Abdullah ise biraz daha yazarın arkasına sığınıyor sanki.

Engin Alkan’ın kabul edilmeme nedeni sadece dehadan korktuğumuz ve orta zekalılara sığınarak kendimizi güvende his etmemizden değil, , aynı zamanda onun kendini cömertçe ortaya koyması karşısındaki derin kıskançlığımızdan kaynaklanıyor.

Bizler Fazıl Say’ları red edip, Tuluyhan Uğurlu’lara sığınan bunalımlı bir post modern kuşağız.

Tiyatro oyunlarını iyi, daha iyi diye sınıflandırmak doğru değil, insana neden diye sorarlar ama akademik çözümlemeleri okumazlar!!!Hazır ,”Engin’in Vişne Bahçesi Peter Brook’tan daha iyi” demişken, Abdullah’ın Bernarda Alba’sı da, Engin’inkinden kat kat iyiydi” diyelim bari!.





……)))) İBSEN İBSEN OLALI



İbsen, İbsen olalı böyle zulüm görmedi dedirten bir Hedda Gabler var Şehir Tiyatrosu’nda.

Emre Koyuncuoğlu, söylendiği kadar iyi bir tiyatro insanıysa, nasıl bu kadar kötüsünü yapmayı becerebilmiş diye düşünmeden edemedim. Eraslan Sağlam, Alev Oraloğlu gibi yetenekli oyuncuları nasıl böyle harcayabilmiş , bu da bir yetenek doğrusu. Bazıları diyor ki:Şebnem Köstem iyi oynuyormuş. Evet iyi oynuyor, ama Hedda Gabler’da değil başka bir oyunda iyi oynuyor, ekiple değil tek başına harika oynuyor.

Koyuncuoğlu, hem reji, hem çeviriyi yaptığını iddia ediyor. Bence ikisini de yapmamış.O çevirdiyse, demek ki Arapça kökenli sözcükler kullanan bir İstanbul Beyefendisi tadında bir yaşamı var. Oyun dili çok eski çünkü… Aradan sızan, 50 yıllık sözcükler insanın kuşkularını arttırıyor.

Tiyatro Oyunbaz, örnek bir davranışla program dergisinde “Bernarda Alba’nın Evi” çevirisinde Oflazoğlu, Toledo ve Svich çevirilerinden yola çıktığını söylemiş, Şehir Tiyatrosu bunu bile yapmaya zahmet etmemiş. Muhsin Ertuğrul’un evinde, Muhsin Ertuğrul’un çocuğu olan Tunç Yalman’ı anmalarını beklerdim. Para veremiyoruz ama çevirisinden esinlenmek istiyoruz deseler,Yalman’ın varisleri hayır demezdi. Yılmaz Öğüt’e de büyük ayıp etmişler.

Kolay kazanç yolunu seçiyorlar. Karısı yazıyor, kocası çeviriyor, kendisi çevirdiğini söyleyip, başka birinin çevirisinden esinleniyor. Biletin %30’u böylece hesaplara geçiyor. Ne güzel iş!

Oynamıyor, ama emekli de olmuyor. Dizide oynuyor ama istifa da etmiyor. Öte yandan sabırla kadro bekleyen çocuklar var… Bu çocukları öyle yıldırdılar ki, hepsi istifa etmeye hazırlanıyor. Böylece tiyatroyu kapatmadan kapatmış olmayı becerecekler.

Yazının konusu AKP Hükümeti’nin açtığı çöküntülerdi değil mi? Umarım konu dışına çıkmamışımdır.