27 Mayıs 2009 Çarşamba

METİN ALTIOK

BİR SOLCU İÇİN AĞLAMAK


Dün akşam basın danışmanım, artık kültür ve sanat camiasıyla barışık görünmemin
hayırlı olacağını söylediği için, 2009 Metin Altıok Şiir ödülü Gecesi’ne katılmam uygun bulundu. Tören, Saat 19.00’da başlıyordu. Mahsus birkaç dakika geciktim. Kapıda kimse karşılamadı. Beni protokole oturtmadılar. Çok sinirlendim. Salonu terk etmeye hazırlanıyordum . Hatta bu etkinliğe ev sahipliği yapan İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü’nü aratıp, azarlayacaktım. Fakat protokol müdürüm böyle gecelerde cep telefonlarının kapalı tutulmasını tembih etmişti.Tutamadım kendimi. Korumamı çağırdım. “Aç şu cep telefonunu çocuğum, çalarsa seninki çalmış olur” dedim. Yetkilileri bulun bana!!!

Sahnede Yaşar Kemal’e takıldı gözüm. 1976 doğumlu Azad Ziya Eren adlı kürt kökenli
şaire hayırlısıyla ödül takdim ediyor. Hıncal Uluç’un kulakları çınlasın, insan ödül törenine
smokinle gelir değil mi? Bunlar Oscar’ları da mı seyretmiyor? Sinirden geberik durumdayım.
Bir de buradan karikatür bilmemnesine gidilecek, iyice asap bozulacak. Akşam da arkadaşlarla kebapçıda şalgam muhabbeti var!

Buyurun buradan yakın! Azad Ziya Eren, ödül alırken ne diyor biliyor musunuz: Kitapların yakıldığı bir ülkede yazarları da yakarlarmış! Sen 33 yaşında bu kadar mutsuzsan, hiç yaşama daha iyi. Bizim sabahtan akşama kadar uğraştıklarımızla uğraşsan, yandın demek ki! Sonra
Doğan Hızlan açıklıyor (ben yine anlamıyorum): bu çocuğa küçük mutlulukları değil, büyük mutsuzlukları yazdığı için ödül vermişlermiş!

Bir sigara yakasım var. Ama cep telefonuyla konuşulmayan yerde, sigara da içirmezler adama. Gel koruma , gel buraya. Yak şu sigarayı, sen içer gibi yap. Aslında sen yakacaksın , ama aslında ben yakacağım.

Demet Sağıroğlu’nun şarkıları, Selçuk Yöntem’in şiirleri ve tabi korumamın yaktığı ama aslında benim yaktığım sigarayla biraz kendime geldim Salonu terk etme konusunu tekrar düşünmeye başladım. İyi ki bu sinirle protokolde oturmuyorum, bu sefer protokoldekiler yanar. Kaldı ki, bu protokolde oturanların hiçbirini tanımıyorum. İnsan semtin muhtarını,
İski müdürünü , itfaiye müdürünü filan da çağırır.

Çıkmak üzereyken, Metin Altıok’la göz göze geldik….

Tamam öldüğünü ben de biliyorum ama çok kötü bakıyordu gözlerimin içine.

Çok gençti.

Daha söyleyecek çok sözü vardı belli.

Çok fena oldum.

Soğuk ter bastı. Ateşlendim sanki. Korumam uyandı duruma. Hemen, korumak üzere yanıma yaklaştı ki:
“Çık dışarı” diye bağırdım. (tabi kimseyi rahatsız etmeden)

“Efendim cep telefonunuz”….

“Efendim sigaranız”, “çakmağınız efem” ….

İstemiyorum!

En arkaya oturdum.

Gözlerimi ayıramadım o delikanlıdan.

Dinleyeceğim seni Metin , ama hep muhalifsin be kardeşim !

Biliyorum, aydın kişi kendisini bilgiyle donatmış kişi değil, muhalif kişiye denir demişsin zamanında ama hırsını benden çıkartma, seni ben yakmadım ki…. Ayrıca Sıvas katliamı diyerek bir kente bir katliamı maletmek yanlış değil mi, Sıvaslı aydınlara ayıp! Kaldı ki, o gün Erdal İnönü, Aziz Nesin’e yaşamınız benim teminatım altındadır demişti filan derken, susmaya karar verdim.

Zaten sabahtan akşama konuşuyordum bu kez sustum, bir şiir daha dinledim.

Sonra bir şiir daha…

“Bir yarım umuttur elimizde kalan, ğöğüslemek için karanlık yarınları”

Hayatımda ilk kez mi şiir dinliyorum? Yoksa ilk kez mi bir aydınla göz göze geliyorum?
Ya da yakılan bir kişinin ağıtını mı ilk kez dinliyorum bilmem ki, çok fena oldum! Ağlamalıydım. Ama korumam görmesin, hanım duymasın.

Bir solcu için ağlayayım bugün. Aman bizimkiler duymasın.

Cep telefonuma her gün yüzlerce tayin recası gelir. Doğudan kaçmak isteyen öğretmenler, doktorlar, hemşireler. Gereğini yaparım. Metin Altıok, Bingöl’de felsefe öğretmenliği yapmış 1979’da! Ama nasıl olur, basın danışmanım sanatçıların halktan uzak yaşadığını anlatmıştı bana.

Bak, ödül alan Diyarbakırlı Azad Ziya da köyde öğretmenlik yapmış ! Belli ki orada yıkamışlar kafasını… Ne zaman nerede kitap yakılmış, ha mutlaka yakanlar olmuştur ama, ısınma ihtiyacını gidermek içindir, mutlaka öyledir….

Ben bir solcu için ağladım bugün. Kendimden utanmalı mıyım?

Ağlamayı öğrendiysem, hatırlamayı da öğrendim demektir! Hatırlamak, unutmamak demek değil mi aynı zamanda? Sıvas’ı unutmadım demek çok mu ayıp olur? Nefretten sıyrılmak, insan ruhunu kemiren şüpheden, ayrımcılıktan kurtulmak için önce hatırlamayı bilmek, taşları yerli yerine oturtmak, şu siz, biz, onlar telaşından sıyrılmak gerek…

Sevgili Metin öğretmen, Sevgili Azad öğretmen ve hergün cep telefonuma tayin için mesaj bırakan onlarca hıyar, “hiçbirşey eyleme geçen cehalet kadar kötü olamaz”!

Yok ben karikatürcülere filan gitmeyeceğim bu akşam. Ağlamayı yeni öğrendim, gülmeyi öğrenmek için de bu kadar acı çekmek gerekiyorsa , göze alamam bu kadar acıyı!

Yok kebapçıya da gitmeyeceğim. Kimbilir, bazen kebapçı, bazen mezbaha sandığımız o yerlerin arkasında ne kadar çok katledilen insan öyküsü vardır! Belki de müze olmayı hak ediyor alışveriş merkezi, otel sandığımız yerler.

Gel Bijar, önce ödül alan babanla tanıştır beni. Bir şiir okusun baban bana. Sonra Bijar, izin verirse sevgili baban, beni, köyüne götür. Öykünü babanın şiirinden dinlersem anlayamam belki, bir de insanlarının gözlerinin içinden yaşayayım!

Yok Bijar kim olduğumu sorma. Ben de bu gece öğrendim çünkü!