TRANSSEKSÜELLER SAHNEDE
Dilruba Saatçi, “Fikriye ve Latife” adlı oyunda farklı bir oyunculuk üslubuyla dikkatimi çeken bir sanatçı arkadaşımdı. Sosyal konulara duyarlılığı o günlerde dikkatimi çekmişti.
Belgin Çelik ise, bir transseksüel aktivist. Onu hem çağrıcısı olduğum Çocuklar İçin Adalet Platformundan, hem transseksüeller için Lambda’da verdiği savaşta medya aracılığıyla tanıyordum. Ancak karşılıklı tanışmamız, onun buruk bir anına rastladı. Grup Opal isimli bir tiyatro topluluğunun oluşumuna öncülük etmişti Belgin. Transseksüellerden oluşan bu tiyatro topluluğunun ilk gösterisinin ardından , Belgin’in gay ve transseksüel hakları için savaşan Lambda’dan kopuşu aynı döneme denk geliyordu. Lambda İstanbul, azınlık haklarının sadece din ve etnik farklılık olduğunu sanan ve bugüne kadarki hükümetleri azınlık politikaları konusunda faşizan baskıcılıkla suçlayan yeni demokrat hükümetimizin kapatmaya uğraştığı derneğin ta kendisiydi. Hükümete karşı bir hukuk mücadelesi kazanmıştı Lamda’cılar , ancak bu kez de onların Türkiye’de ilk kez transseksüellerden oluşan bir tiyatro topluluğuna yeterince destek vermediği konuşuluyordu.
Gay hakları için savaşan Lamdba’nın transfobik olduğu düşünülemez tabi! Ancak bizim solcumuzun, bizim aydınımızın olsa olsa en fazla gay friendly olabileceği, ama yüzde yüz transfobik olduğu savını ortaya atıvereyim bari! Gay friendly, yani gay dostu vasfına sahip kişi olmaktan imtina etmeyen entelektüelimiz, “özgürlük başkalarının hakkını gasp etmemektir” battaniyesinin altına sarmalanarak, kimliğini gizleyen gay düşman olmamakta bir sakınca görmez. Ancak Taksim’de dayak yiyen transseksüelden, “haplanmıştır”, “üzerinde jilet vardır”, “fuhuş yapmasaydı” savıyla uzak durur. Transfobiktir bizim gay friendlilerimiz!
Bir hakemin peşinden Ayşe Arman’a 20.000 tane imza verirken, o hakemi mutlaka kimliğini açıklamaya mecbur ettiğini unutuvermiştir! Heteroseksüel erkeğe ya da kadına, eş seçimini “aileye saygı” nedeniyle sormayan ya da “erkekliğe saygı” nedeniyle habire soranlar, nedense üçüncü cinse kimlikleri konusunda sürekli baskı yaparlar.
Kimliğini açıkla!
Grup Opal’deki transseksüel dostlarımla buluştuğumda sanırım alt metinde, “aferin size, sanata yönelmişsiniz, bu yolla fuhuşun bataklığı kurutuluyor” ya da “herkes evinin önünü süpürse belediyelere gerek kalmaz” mesajını vermemi bekliyorlardı. Benden önce kendilerini ziyaret eden bazı gazeteciler , “neyle geçiniyorsunuz?” baskısı kurmuş onların üzerinde. Magazincilerin heteresoksüel sanat (!) kraliçelerine en fazla son sevgiliniz kim olarak sorulabilecekleri bir soru, Grup Opal’in sahne emekçisi transseksüeline hangi hakla fuhuş yapıyor musunuz şekline dönüşebiliyor?
Hakeme iş vermek için kimliğini açıklamasını şart koşan örümcek kafalı gay friendly toplum, transseksüele ekmek sağlamak için bu kez yatak odasının şifresini istiyor. Çünkü artık ona, kimliğini açıkla baskısı yapamayacak. Yarı aydın gay friendly trans halindeki seksüelin açıktaki seksüalitesiyle barışık değil ! Bu kez farklı bir yerden vuruyor. Sıkıysa yeni yetme film artizine sorsana ya da zımba makinesi gibi bakan dizi jönüne sorsa ya, magazin muhabiri son model arabasının kaynağını.
Dilruba Saatçi, Tevfik Başer’in senaryo yazım kursuna katıldığı zaman, derdinin sadece kendisine renkli bir senaryoda dişi bir rol yazarak, egosunu tatmin etmek olduğunu söyleyecek kadar açık sözlü! Rol arayışlarında transseksüellerin dünyasına girmiş ve birden bire kendisini Lamda’nın gacı toplantılarında bulmuş.
İlk toplantılar, transseksüellerin ona , onun da transseksüellerle bakışmasıyla geçmiş. Bir tür kimlik yarışı yani! Zamanla, “ayna ayna söyle bana kim daha güzel” türü bakışmaların gerçek nedeni ortaya çıkmış. Belgin ve diğer aktivistler, Dilruba’ya bugüne kadar toplantıları gerek yurtiçi, gerek yurtdışından ziyaret eden herkesin onları bir denek olarak kullandığını, sonra unutup gittiğini söyleyince, Dilruba bu kez senaryoyu unutmuş, kızlarla tiyatro kurslarına başlamış.
Böyle doğmuş Grup Opal. 6 kişi, Shylock’tan Hırçın Kız!a kadar farklı farklı tiradlara hayat vermişler.
Aslında hepsinin içinde sanat aşkı varmış. Didem Soylu, güzel sanatlar dalında akademi sınavlarının birinci aşamasını üstün dereceyle kazanmış. Her nedense(!) ikinci aşamada, takılmış kalmış. Didem kendisini tanıtırken, Grup Opal İstanbul doğumlu 1 yaşında bir yaşında olduğunu söylüyor. Seyhan Arman, ilk gençliğinde Adana’da tiyatro kurslarına gitmiş. Ancak İstanbul’da ameliyat olduktan sonra, yeni kimliğiyle, hangi sahnede, hangi rolde oynaması gerektiğini bilememiş. Gülden Ünlü, ses yarışmasında birinci olmuş çocukken. Babasına, “ben sanatçı olacağım” dediğinde, babası ondaki eğilimin farkına varmış olmalı ki, babası onu artist martist olmak diye aşağılayarak, eve kapatmış. Evden kaçıp İstanbul’a geldiğinde, ailesi yıllar sonra kabullenmiş kimliğini ! 2009’da anne, babası oyunda seslendirdiği şarkıları en önden izleyince, “bu kadar yıl sana ne yaptığını sorduğumuz için özür dileriz, gerçekten sanatla uğraşıyormuşsun” diyerek özür dilemişler Gülden’den! Gül Tekcan ise, 55 yaşlarında tiyatroyla tanışmaktan gurur duyuyor.
Transseksüellerle tiyatro yapmak için kendine yazdığı transseksüel rolünden ödün veren Dilruba, sahneye dört yeni yetenek kazandırmış. Oyunda kadın rolü oynuyorlar , ancak bundan böyle sanat alanındaki tüm transseksüel rollerine talipler. Mahsun Kırmızıgül’ün filmindeki transseksüel tiplemelerinin içini boş bulmuşlar. Bu rolü oynayan Cemal Toktaş’ın medyada, filmdeki diğer oyuncular kadar ön plana çıkartılmadığının çok iyi farkındalar. Hatta, filmden sonraki “bir daha bana kimse transseksüel oynatamaz. Tüm psikolojim bozuldu” gibi transfobik açıklamalarıyla Lamda’nın hormonlu domates ödüllerine aday gösterdiği oyuncunun aslında gay friendly olduğunu, sadece ataerkil toplumda yeni roller peşinde olmak için özellikle böyle açıklamalar yaptığını düşünüyorlar. Seyhan, küçük bir rol aldığı “Güneşi Gördüm “ filminin galasında rezalet çıkartsa, açık giyinse, yani toplumun transseksüellerden beklediği davranışlar içinde olsa, manşet olacağını ama bunları yapmadığı için haber bile olmadığını düşünüyor!
Oynadıkları oyunda da toplumun transseksüel söylemlerinden beklentilerini boşa çıkarttıkları ve kendi deyimleriyle yüksek sanat yaptıkları için medya maydanozu olamayacaklarını iddia ediyorlar! Bu yönleriyle aktivist transseksüel stand up sanatçısı Esmeray’ın bugüne kadar yaptıklarının üzerine de yeni bir taş eklediklerini düşünüyorlar. Esmeray’ın oyunlarında konu ettiği tecavüz, dayak ve ayrımcılık öykülerinin yerine Kurt Weil’in müzikleri, Bertolt Brecht’in tiradları ve John Gay’in Dilenciler Opera’sının metninden oluşturdukları metinde Yılmaz Onay’ın özenli diliyle anlattıkları yer altı dünyasını sunmuşlar izleyiciye. Kanımca, transfobik toplumumuzun Esmeray’ın pop kültürü ile de Grup Opal’in kabaresiyle de harmanlanarak, yüzüne yeni bir ayna tutmasın da ve sivilcelerini bu aynadan görmesinde yarar var.
Dilruba Saatçi, transseksüellerle bir yıla yakın devam eden çalışması sırasında bir gün kızlara opera dinletmiş. Ünlü Alman tenorları ve sopranolarını önceleri yadırgamış Grup Opal üyeleri. “Tanımadığınız şeyi sevemezsiniz ” demiş Dilruba! Sevmek için önce tanımak gerek.
Onlar o güzel aryaları tanımış olmalılar ki, muhteşem öykülerini dinlemek için kapıdan içeri girdiğimde beni opera eşliğinde karşıladılar.
Ben onları tanımış olmalıyım ki, çok sevdim.
Peki, oyunlarını oynadıkları Süzer Plaza binasını sırf Gökkafes olduğu için red eden yani binaya küsen, burada Tiyatro Maan’ın yaptığı olağanüstü çalışmaları bile görmezden gelen aktivistlerin olduğuna inanabiliyor musunuz? Ayça Damgacı ile Panter Emel,Grup Opal hatırına girmiş binaya! Işık Yenersu, Barbaros Şansal ise, onları koşulsuz olarak sevenler arasında.
Bu tiyatro yolculuğunu yarıda bırakanlar da var. Örneğin Deniz! Kimliği belirsiz kişiler tarafından korkunç şekilde dövülen, ölümden dönen bir transseksüel aktivist. Hortum Süleyman’ları besleyen, Münevver’in katilini bulamayan emniyet amirlerinin bağlı olduğu valilik makamından ısrarla destek isteyen Grup Opal’ı oportünist bulmuş.Ancak oyunculuk aşkı ve hevesi kursağında kalmış Deniz’in . Dilruba Saatçi sayesinde onun da anlatacak bir öyküsü var artık.
Dilruba bir rol feda etti bu kızlar için. Bir yaşam alanı açtı onlara.
Bense bir öykü çıkarttım. İnanır mısınız bu yazıyı yazarken, Lambda’nın gacı toplantılarından malzeme çıkarttıktan sonra ortadan yok olan malzeme hırsızlarını düşündüm. Ya onlardan birine dönüşürsem bir gün? Gözümün önünde bir insanı öldürürlerken, bir filmde oynamak, bir yazı yazmak, alkış toplamak uğruna bir insanın dövülmesine razı gelebilir miyim diye düşündüm.
Önce insan mı olmalıyım, sanatçı mı?
Acaba Dilruba gibi bir senaryo çöpe atacak ve mesleğime dört tane pırıl pırıl insan kazandıracak kadar cesur olabilir miyim günün birinde?
Bu yazı 1 Temmuz 2009 tarihinde Milliyet Sanat Dergisi'nde yayınlanmıştır.