20 Mayıs 2010 Perşembe

İSTANBUL'DAN MALKOVİCH GEÇTİ...ÜSTÜMÜZDEN FENA GEÇTİ!

Geçtiğimiz yıl İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın, Rumelihisarında 2010 İstanbul Kültür Başkenti kapsamında düzenlediği Amos Gitai’nın her anlamda sürünen Jeanne Moreau’lu gösterisini yarıda terk ettiğimde, yazımı yönetmen Amos Gitai, “İstanbul’da bir yerlerde halen şiş kebap filan yiyorsa derhal sınırdışı edilmelidir” diye sonlandırmıştım.

Cuma gecesi, Lütfü Kırdar’da John Malkovich işkencesini izledikten sonra, sınırdışı edin desem mümkün değil, adam çoktan toplamış bavulunu, “ Being John Malkovich” e sığınarak hergün başka bir şehirde zaten ! Ben, bu oyuncuya T.C vizesi vermeyin artık diyorum! Kenter Tiyatrosu Kraliçe Lear’i sergilemek için A.B.D’de vize engeline takılması bende şu çağrışımı yaptı: Malkovich de bir daha böyle kötü oyunlarla Türkiye sınırlarından girmesin, giremesin!

Yollayın onu Chicago’da, kariyerine başladığı Steppenwolf Tiyatrosu’na, orada tekrar modern tiyatro hakkında yeterlilik eğitimi alsın, havaalanında audition yaptırtıp, sonra vize verirsiniz! Zaten gözünüzde büyüttüğünüz bu Malkovich’in dünya tiyatrosunda son yıllarda doğru dürüst oynadığı bir tek saygın tiyatro prodüksiyonu yok. Sözgelimi Shakespeare prodüksiyonlarında yer alan Al Pacino, Philippe Seymour Hofman gibi değil yani, almış eline bavulunu, Malkovich adına sığınarak, kent kent dolaşıyor. İstanbul Tiyatro Festivali’nde oynadığı bu oyun ise, Viyana Festivali’nin resmi programında yer almadı.

Malkovich oyununun 40 ila 150 lira arasında değişen biletleri İstanbul Tiyatro Festivali’ni ticari olarak mutlaka ayakta tutmuştur: Bu zamanda koca bir festivali yaşatmak zor tabi. Fakat,” bayi toplantılarındaki star sunumu “kıvamındaki bu gösteriyi (gösterişi) festivalin en iddialı yapımı olarak lanse etmeleri acınılası bir durum!

Bu oyunun gizli görüntüleri önceden internete düşse, sorumlu teatral merciler mutlaka istifa ederdi ! Ama kentimizin tiyatro zevkini belirleyen Prof. Dikmen Gürün, koltuğuna sıkı sıkı yapışmış. Festivalde bu yıl tiyatroseverleri öfkelendiren “Cinecitta Aperta” oyunu gibi bardağı taşıran pek çok felakete rağmen, Dikmen Hoca gitmiyor, gidemiyor. Festivalin danışma kurulundaki saygın tiyatro adamları bu rezaletler Türk halkına reva görülmeden önce, şöyle bir izlemiyorlar mı Allah aşkına? Devlet Tiyatroları’nın Adana, Trabzon, Antalya Festivalleri, TAKSAV’ın Ankara Festivali uluslararası alanda o kadar iddialı ki, bu gidişe dur denmezse, İstanbul Tiyatro Festivali miyadını doldurarak, tarihe gömülecek.


John Malkovich’ler, Jeanne Moreau’lar, Fanny Ardant’lar, Türkiyenin bir üçüncü dünya ülkesi olduğu düşüncesiyle, buraya ezberlemeyi bile gerek duymadıkları oyunlarla şöyle bir uğramaktan vazgeçmeli! İKSV bu duruma müdahale edemiyorsa, bu starlara vize uygulamasında en ağır sanatsal şartlar aranmalı. Bu kişiler İstanbul’a sokulmamalı, kapıdan lokumla uğurlanmalı.

Malkovich, medyayı maymun eden bir seri katilin yaşamını barok müziği eşliğinde anlatmayı seçebilir. Oyun, Avusturya’da, Avusturyalı bir karakteri anlattığı için ilgi de çekmiş olabilir. Şu anda turistik gösteri kıvamında, “Cats” müzikali gibi, tüm dünyayı da dolaşabilir ama İstanbulluları kandıramadığı bilinmeli. Kibar beyler hanımlar oturdukları yerden nazikçe alkışladılar ve düşleri çalınmış olarak, kongre vadisi tabir edilen berbat yerde, bir türlü dikilemeyen kaldırım taşlarından çamurları aşarak evlerine koyuldular.,

Bazıları illa birşey beğenmiş olmak için, Avusturya’lı sopranoları beğendi. Bir de sound check bile yapmaktan aciz olan barok orkestrayı! (oysa orkestra üyeleri oyun sırasında sahneyi devamlı terk ederek sesçiyi fena halde azarladı) Ayrıca bırakın da, Mozart’ın memleketinin insanları azıcık klasik müzik bilsin değil mi? Avusturya’lılareın müzik çalmasına şaşıranlare,i Jeanne Moreau’nun da Fransızcasını beğenmişlerdi. Sanki bir oyuncunun anadilini artiküle etmesi mucizeymişçesine! Bu kez Malkovich’in İngilizcesini beğenemediler, çünkü beceremediği Avusturalya aksanıyla işi berbat etti.

Bir de altyazı tercüme faciası yaşandı: orkestra şefini üstat diye çeviren, temcit pilavı tipi alaturka ifadelere yer veren, going to the market’i pazar yerine gitmek (Beşiktaş mı, Alaçatı mı?) diye dilimize “kazandıran” şeytani komedya faciası!

Ağca’ların televizyon starı olmaya aday olduğu bu memlekette, hapisten çıktıktan sonra Nobel ödüllü yazar Gunter Grass’ı bile masum olduğuna inandıran bir katilin öyküsünü paylaşmak hoş bir fikir olabilirdi, ama Malkovich’in tekleye tükleye metinler okuduğu ilkel bir okuma tiyatrosunda sahneye sadece seksist öğelerin taşınması tiksindiriciydi! Kadına şiddeti kınamak için kadına şiddeti böylesine çirkince teşhir etmek mi lazım? Sahne estetiğini bulmuş, sanatsal dilini yaratmış bir oyunda bunu kabullenmek mümkün ama, aktör orada metni okurken, yeri geldiğinde de sırf bizi etkilemek uğruna, dekor ve kostüm gerektirmeyen ucuz, seksist bir ayrımcılığa başvuracak, lütfen buna vize vermeyelim.

Jeanne Moreau’yu izlediğimde çocukluğumun Jules ve Jim’i ölmüştü. İstanbul halkına reva görülen bu işkenceyi izlediğimde ise, düşlerimi sıkı sıkıya koruduğumdan mıdır nedir, artık hiçbirşeyimi öldürmelerine izin vermedim. Sadece yuhalamak bağırmak, isyan etmek, sesimi Nejat Eczacıbaşı’ya duyurmak istedim.