25 Eylül 2010 Cumartesi

SIKIYÖNETİMDE SIKIYSA TİYATRO

13 Eylül 1980’de yolda beni çeviren jandarmaya, o gün tesadüfen İstanbul’da turnede bulunan Ankara Sanat Tiyatrosu’nun “Oyun Nasıl Oynanmalı ” adlı oyunun program kitapçığını gösterdiğimde, asker dipçiğinin gölgesinde oyun oynamanın hiç de kolay olmayacağını anlamış, ancak 1982 yılında Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden (!) aldığımız izinle sıkıyönetimde sokakta tiyatro yapmayı becerebilmiştik.
Parklarda yolumuza çıkan polislere Park ve Bahçeler Müdürü’nün hayatında ilk kez kaleme aldığı şiirsel izni (!) göstererek, burası onlardan sorulur diyerek, çocuklar için sıkıyönetimde sıkıla sıkıla sokak tiyatrosu yapıyorduk.
1980’de dipçiğini gösteren darbecilerin, “tiyatroda oyun nasıl oynanmalı” konusunu yakın tarihimizde inceledikçe, 13 Eylül 2010 sabahı, askerin bize o dönemde %92 ile bir şekilde kabul ettirdiği anayasayı çöpe attırma iddiası taşıyan hükümetimizin de yıllardır tiyatro alanında benzer yasakları uyguladığını görerek, tiyatromuz adına sevindim.
Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” oyununun ilk gecesinden sonra halkı 4. Murat’ın kellesini isteyerek sokağa dökebilen tiyatronun haber malzemesi bile olmadığı günümüzde nasıl bir gücü varmış ki, yasaklar, baskılar aynı ağırlıkta devam ediyormuş?
Üniversite tiyatrolarımızda, İTÜ’de, Manisa Celal Bayar Üniversitesi’nde, Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde tiyatro kulüplerine baskıların oyun seçiminden öte, kulüpleri tasfiye etmeye dayandığı dönemimizi Milliyet Sanat Dergisi’ndeki yazılarımda belgelemiştim. Geçenlerde, İstanbul Üniversitesi Öğrenci Kültür Merkezi’nin kapatılmasını da yaşadık.
1979 yılında da Liselerarası Tiyatro Şenliği “sakıncalı” bulunmuş, tümden yasaklanmıştı. Mantık aynıydı. Öğrenciler örgütlenmemeliydi. Gerçekten de, liselerde pekçok başarılı oyuncu ve yazar, memleketine duyarlı çocuğu çil gibi dağıtmanın yolu İLTÖ’yü yasaklamaktan geçiyordu. Liselerdeki tiyatro örgütlenmesini sakıncalı bulan mantık, 30 yıl sonra İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrenci kulüplerindeki örgütlenmeyi sakıncalı buluyordu.
Ne kadar sevindirici değil mi? 1981’de kurulan YÖK ile beraber üniversitelilerin depolitizasyon süreçleri başlamışken, 2010’da tiyatro yapan üniversitelinin gücünden hala korkulabiliyordu.
12 Eylül’ün faşizan düşüncesi ile yüzleşmeye hazırlandığımız günlerde, Ayla Çınaroğlu’nun yazdığı antimilitarist “Miğfer”ini yasaklamayı akıl ediyorduk. Hem de 15 yıl oynandıktan sonra! 12 Mart’ta Brecht’in “Hitler Rejiminin Korku ve Sefaleti”’ adlı oyununda nasyonal sosyalizmin yaşama nasıl girdiğinin anlatılması, o dönemdeki askerleri çok rahatsız etmişti. Ankara Sanat Tiyatrosu, oyunu dört kez oynadıktan sonra, binası sıkıyönetim komutanlığınca mühürlenmek suretiyle kapatılmıştı.
Yani, tiyatroya baskı sadece oyun yasaklama ile sınırlı kalmamış, bina kapatmaya kadar varmıştı. Bu yıl benzer bir uygulama, Özen Yula’nın bir oyununa ev sahipliği yapan “Yala ama Yutma” adlı bir oyun nedeniyle, bu kez Beyoğlu Belediyesi tarafından “Kumbaracı 50”ye yapılmak istendi. Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca uyarmasa, tiyatro mekanı, bu oyunun sahnelenme döneminde, ruhsat alınmadığı gerekçesiyle süresiz olarak kapatılacaktı.
“Yala Ama Yutma”, meleklerin işine karıştığı için, 2010’da baskı gördü. 1957’de Adalet Cimcoz tarafından basılır basılmaz yasaklanan ve Şehir Tiyatroları repertuarından anında kaldırılan Berolt Brecht’in “Sezuan’ın İyi İnsanı”, toplumun çöküşünde iyi insanın ahlağını parayla sağlam tutabilmesi yönünde Tanrıların işine karıştığı için, şu an hasta yatağındaki Beklan Algan’ın öncülüğünde, belki de 60 anayasasının özgürlükçü rüzgarına kapılarak çevrildikten ancak 7 yıl sonra sahnelenebildi.
Ankara Sanat Tiyatrosu Maksim Gorki’nin “Ana” adlı oyunu oynadıktan sonra, lav edilmiş, bir süre için oyunlarını Ankara Tiyatrosu adı altında oynamak zorunda kalmıştı. “Ana”’da işlenen temalardan biri olan yoksulluk , bilinen nedenlerden dolayı her dönem hükümetleri rahatsız etmiş, Özal’ın memlekete “benim memurum işini bilir” mantığını armağan etmesinden sonra, her nedense devrimci tiyatro jargonumuzun outları arasına girmişti.
Bir dönemler Ankara Sanat Tiyatrosu’nda yasaklanan ve bir devlet memurunun (polisin) yolsuz yükselişini anlatan Oktay Arayıcı’nın “Nafile Dünya”sı, bu nedenle artık ödenekli tiyatrolarımızın hoş seyirlikleri arasına girmiştir.
Devrimci tiyatromuzun mihenk taşlarından biri Maksim Gorki’nin “Ana” oyunudur.
12 Mart yasaklarından nasibini alan oyun, sol tiyatronun özeleştiri yapmasına neden olmuş,
AST Bünyesindeki Rutkay Aziz ile Erkan Yücel’i SSCB konusunda karşı karşıya getirerek, büyük tiyatro oyuncusu Erkan Yücel’in AST’tan kopmasını ve Devrimci Ankara sanat Tiyatrosu adıyla yeni bir topluluk oluşturmasına neden olmuştur. O dönem solda oluşan yeni arayış ve düşünceler, 12 Mart döneminde düşüncelerinden dolayı hapis yatmış Erkan Yücel ve arkadaşlarının, Maocu bir bakış açısıyla sahneye taşıdığı “Toprak” ve “Deprem” gibi yeni oyunlar çıkartmalarına ve bu kez de bu oyunlarla yeni koğuşturmalara uğramalarına yol açmıştır. Soldaki bu düşünce arayışları ve kopmalara rağmen, ülkenin demokrat sanatçıları, 2000’lerin sonuna kadar her zaman muhalif kimliklerini korumayı başarmışlardır.
Solun demokratikleşme uğruna rejimle işbirliği yapması ise ikinci cumhuriyetçi düşüncenin şekillenmesiyle, bugünlere denk gelir.
Daha önce Vasfi Rıza Zobu ve şürekasının Şehir Tiyatrosu’ndaki 40 kişilik solcu listesini sıkıyönetime uçurduğu, benzer bir uygulamanın Devlet Tiyatrosu’nda da yapılmak istenince, Cüneyt Gökçer’in listenin başına kendi adını yazma koşulunu ileri sürerek, durumu engellediği bilinir. 12 Mart döneminde darbecilerin, solcu sanatçıları Ankara Devlet Tiyatrosu’nun prova salonlarından toplayarak, işkenceden geçirdikten sonra tekrar tiyatroya “paketledikleri”, 12 Eylül öncesinde sıkıyönetimde subayların Şehir Tiyatrosu’nda prova izleyerek, henüz çıkmayan oyunlara müdahale ettikleri, Dostlar Tiyatrosu’nun perdelerini açtırmadan oyunlarını yasaklattıkları bilinir. Sıkıyönetim döneminde gazeteler dağıtılmadan önce nasıl ön okumadan geçtilerse, oyunlar da ön izlemeden geçmiştir.
Şehir Tiyatroları’ndan “1402’lik” madde nedeniyle atılan sanatçıların yerine apar topar görevlendirilen, program dergisinden adları adi bir belediye mühürüyle silinerek, yerlerine elle başka isimler yazılmak suretiyle bir yönetmenin emeğini aşağılamaktan utanmadan oynanmaya devam edilen, “ Bahar Noktası”nının başına gelenler, (Çeviri: Can Yücel Reji: Başar Sabuncu) Darülbedayinin karanlık tarihinde yer alır.
Zeynep Oral, o dönemki Milliyet Sanat Dergisi’ne yazdığı bir eleştiride “ mühürün altından isimler okunuyor, emeği silememişsiniz” görülüyor gibi halen beynimde kalan çok çarpıcı bir tümce yazmıştır. Öte yandan, okumakta olduğunuz yazı için belge yardımı istediğim Seçkin Selvi’nin 12 Mart’ta tutuklandıktan sonra o dönem büyük fedakarlıklarla çıkarttığı dergilerin sıkıyönetim tarafından toplandığını ve kendisinde hiçbir belge kalmadığını söylemesi, sıkıyönetimde sadece tiyatroculara değil tiyatroya destek veren aydınlara da nasıl baskı yapıldığının acı bir göstergesi olarak beynimde yer edecektir.
Soldaki fraksiyonların yerinden yönetim gibi başarısız arayışlara sebep olduğu 12 Eylül im öncesinde, sol örgütler de Şehir Tiyatroları’nın oyunları sonrasında korsan gösteriler yaparlar..
Tiyatro basmak, solcuların faşistlerden devraldıkları bir davranış biçimidir. 1970’lerde Tunceli’de faşistler Halk Oyuncuları’nın oynadıkları tiyatroyu basmış, oyuncular linç edilmemek için tiyatro alanını tanınmayacakları kara çarşaflar giyerek terk etmek zorunda kalmışlardır. Tuhaf bir tesadüf eseri “Ergenekon” adlı oyunu sergiledikten sonra dağılan Halk Oyuncuları’nın Aksaray’da oyunlarını sunduğu Küçük Opera Tiyatro Binası da “Devri Süleyman” adlı oyundan rahatsız olan kişiler tarafından yakılmıştır.
1964 yılında, “ Sezuan’ın İyi İnsanı”’nın temsili sırasında, Dram Tiyatrosu Milli Talebe Örgütü tarafından basılmış, cüsseli yapıları nedeniyle Tanrı rollerine seçilmiş ü oynayan Kayhan Yıldızoğlu, Mete Sezer, Ertuğrul Bilda gibi oyuncular cüsselerine rağmen, canlarını zor kurtarmışlar, Dram Tiyatrosu bir süre sonra meçhul bir sebepten yanmıştır. Bu durumda anayasanın hak ve özgürlüklerinin toplumdaki bireylere yansımadığı, insanın içindeki faşistin her zaman dik ve uyanık olduğu apaçık ortadadır.
Sezuan’ın İyi İnsanı’nın tekrar seyirciyle buluşabilmesi için 12 yılın geçmesi gerekmiş, oyunun yeni yorumunda bu kez başrolü Ayla Algan’dan sonra Meral Taygun oynamıştır. Özgürlük ortamı ne olursa olsun insanın ruhundaki faşistin harekete geçerek tiyatroya baskı yaptırmasının bir örneği, Muhsin Ertuğrul döneminde “Eşeğin Gölgesi” adlı oyununun, bir muhbir vatandaşın ihbarı üzerine oyunun sahneden indirilmesiyle yaşanmıştır. Muhsin Ertuğrul o dönemde tiyatronun fuayesine eşek kulaklı bir belediye başkanı resmi astırmak istemiş, arkadaşları tarafından engellenmiştir.
Bir benzer baskı da, geçtiğimiz yıllarda Alevi vatandaşlarımızdan baskı olduğu gerekçesiyle “Yeditepeli Aşk” adlı oyuna yapılmış, oyun Şehir Tiyatrosu repertuardan kaldırtılmıştır.
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz eleştirmen Selmi Andak 1967 yılındaki bir yazısında her ne kadar toplumcu tiyatro yapmayanları eleştirse de, bu topraklar vodvil tiyatrolarına bile baskı yapmayı başarmıştır. Ulvi Uraz, Andre Roussin’in “Nina” adlı komedisini oynarken, Elazığ’da oyunu açık bulan kişilerin saldırısına uğramıştır. Zeki Göker’in öncülüğünde kurulan Ankara Birlik Tiyatrosu’nun tüm toplumcu gerçekçi oyunları yasaklanınca, topluluk Nejat Uygur’un “Alo Orası Tımarhane mi” adlı oyununu sahnelemeye çabalar ama Nejat Uygur’un tüm Anadolu’da oynadığı oyunun Zeki Göker tarafından oynanması yasaktır. Tıpkı 2010’da Batman’da mahkeme kararıyla 5 yıl sanat yapması yasaklanan Arsen Paladov Tiyatrosu üyeleri gibi!
Şan Tiyatrosu’nda “Muzur Müzikal” oynanırken tesadüfen elektrik kontağı çıkmış, Ankara Sanat Tiyatrosu’nun Moliere uyarlaması olan “Yobaz” 2000’lerde pek çok yerde yasaklanmıştır.
Yani tiyatrodan korkmak için asker olmak yeterli değildir!
Türk Tiyatrosu’nda yasaklanan oyunlara şöyle bir baksanız, haksız yere zengin olanların, yoksullara, yoksunlara zulmedenlerin, yobazların, diktatörlerin korku alanı olmuştur tiyatro!
2010’da yasaklarımız Zeki Alasya/ Metin Akpınar’ın yıllarca oynadığı “Yasaklar” oyununu yasaklayacak kadar komikleştiyse, 12 Eylül’de sandık başında alet edileceğimiz oyunun kara komedi mi olduğuna perdenin açılmasını bekleyen siz izleyicilerimiz karar versin artık!

Not: Bu yazının oluşumuna bilgi desteğini esirgemeyen Mehmet Esatoğlu ve Ersan Uysal’a teşekkürü borç bilirim.

Bu yazı Tiyatro Dergisi'nin Eylül sayısında yayınlanmıştır.
.