"Siz sayın devlet yöneticileri nasıl ki 18 yıl önce günler öncesinden planlanan kalkışmanın piyonu olan binlerce kişinin 35 insanı diri diri yakışını 8 saat boyunca eliniz kolunuz bağlı izlediniz, öyleyse bugün orada kayıplarının yasını tutan birkaç yüz kişinin otelin önünde toplanarak karanfil ve türkülerle acılarını paylaşmalarına ve o meşum günü hatırlatmalarına mani olamazsınız!
Siz ki cumhuriyet tarihinin en insafsız ayaklanmalarından birinin temelinde yatan bu ortaçağ zihniyetine göz yumdunuz, siz ki bu katliamın ardından adil bir hukuk süreci işletmediniz, sadece kalabalıktan göstermelik olarak topladığınız sanıkları yargıya taşıdınız, elebaşlarının örgüt liderlerinin peşine düşmediniz, siz ki ‘sözde’ aranan firari sanıkların T. C. Sınırları içinde evlenmesine, askerlik yapmasına, ehliyet almasına olanak sağladınız, siz ki bir insanlık suçunu zaman aşımı ile yüzyüze bırakacak altyapıyı sağladınız, siz ki 18 yıldır eyleme geçen cehalet ile savaşmadınız, Sivas katliamının ardında kalan karanlıkları aydınlatmadınız! Öyleyse bugün bu insanların senede sadece bir gün -o da kendi başlarına geldiği için- toplanmalarını yasaklayamazsınız. O günü tekrar yaşamak bile ne kadar ağırdır bilir misiniz?
Sizin hiç babanız yandı mı? “
Yukarıda bazı bölümlerini alıntıladığım yazı deneyimli iletişimci, yazar ve edebiyat gurusu Zeynep Altıok’a ait.
Cemal Süreyya’nın “sizin hiç babanız öldü mü” şiiri hep ağlatmıştır beni Babası, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli aydınlarla birlikte diri diri yakılmış olan Zeynep de bu yazıyı yazdığı gün, 2 Temmuz 2011’de yine çok ağladım.
Bir zamanlar Madımak Oteli’ni bir ara kebapçıya çevirecek kadar “ince kıyım” düşünenler, Solingen’de yakılan Türkler gibi, tarihimizin bu utanç sayfasıyla yüzleşmek zorundaydılar. Bir utanç müzesi açıldı açılmasına ama katillerle mağdurların yan yana anıldıkları bir müze! Buna itiraz eden Zeynep’in yazısından sonra babasını tekrar yaktılar.
Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük edebiyat eleştirmenlerinden Prof. Füsun Akatlı’nın kızı olan Zeynep, annesinin yüzlerce öğrenciyle bilimin ışığını paylaştığı Doğuş Üniversitesi’ne işe alınmıştı, burada eğitim camiamız için bir kazanç olacakken, yazısının tetiklediği baskılarla okuldan kovuldu.
Doğuş Üniversitesi Zeynep’i önce konuşmama konusunda uyarmış, ardından işine son vermiş. Babası yakılan bir kızın haykırışı nasıl böyle cezalandırılır? Zeynep’in okuldan atılması demek, tarihimizde Madımak ile yüzleşilmeyeceği, üniversitelerimizde de bu konuların örtbas edileceğinin habercisi.
Yıllar önce Erzurum’da oyunculukta, beden ve ses eğitimine eşofmanla giren bir asistanın kravat takmadığı için istifaya zorlandığını duyunca, devlet üniversitelerimizin durumu beni ürkütmüştü.
Öte yandan sözümona özerk kurumlardan akademisyenler susturuluyor, en son Prof. Ataol Behramoğlu Beykent Üniversitesi’nden uzaklaştırıldı, Bilgi Üniversitesi genç sanatçıları “pornocu” olarak teşhir ederek, onları öğretim üyeleriyle birlikte kovdu.
Demokrasinin ileride olduğu ülkelerde , genç yaşında böyle afişe edilen öğrenciye ağır bir tazminat ödenir çünkü onun gençliğini çalmışsınızdır. Öte yandan Zeynep’in yazısı soykırım müzelerinde arşivlenir.
Berlin’deki soykırım müzesinde Almanların, Hitler faşizmiyle, soykırım ile nasıl yüzleştikleri ortada! Bu onları küçültmediği gibi, ırkçılık konusunda özür borcu olanları yüceltiyor kanımca!
Bizim stratejimiz ise ortadan kaldırmak. Gerçeği söyleyen sanatçıların bazıları dizilerden atılmakla tehdit edildler, bazıları “açılım kahvaltılarında” saf değiştirdiler , düzen onlara açıkça “sus ki seni besleyebilelim” dedi! Şimdi aynı kıyım akademisyenlere yapılıyor. Kürt, Alevi açılımlarıyla barış sağlayabilecek olanlar, bu kez akademisyenlere baskı yaparak, onları yakıyorlar.
Ne acıdır ki, daha bugün Milli Eğitim Bakanlığı’nın onuncu sınıflarda okuttuğu tarih kitaplarında “Süryaniler” hain olarak gösteriliyor, aşağılayıcı ifadeler kullanılıyor. Bu durum halkların kardeşliğine hiç yaraşmadığı gibi, Türkiye’nin imza attığı Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi’ne de aykırı.
Toplum olarak, halkların kardeşliğine en çok ihtiyacımız olan dönemde, gerçeği söyleyenleri üniversiteden atıyorlar, her şeyi bırakın bir genç kızın babasına haykırışını cezalandırıyorlar.
Bu durumda, ileride Madımak’ı, Dersim’i, Diyarbakır Cezaevi’ni, Bayrampaşa’da diri diri yakılanları anlatmayan, kendinden olmayanın hain” olduğunu öğreten, kravatla tiyatro dersine girerek sinik, pısırık, korkak dizi oyuncuları ve en önemlisi kötü insanlar yetiştiren bir toplum haline dönüşeceğiz.
“
Bağırsam neye yarar, nasılsa duymazlar.
Ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm;
İçimde cesetler ve daha ölmemişler var."
diye bitirmiş Zeynep yazısını , bense bu yazımı iyiniyetimle “ çeşitli açılımlar” yapmaya çalışan devlet erkanımızdan içimizdeki cesetler ve ölmemişlere sahip çıkan , gelecekteki kuşaklara her kim olursa olsun insan insandır diyen eğitmenlere yol vermek yerine, yol açmasını bekliyorum.