13 Nisan 2008 Pazar

BİZİ BİZE NASIL YIKTIRDILAR 2

TİYATRODA 31 MART VAKASI


nedimsaban.blogspot.com


Saatli Maarif Takvimi 31 Mart 2008'i gösterdiğinde,
ilerici vatandaşların belediyeyle tüm pazarlıkları bitmiş, bir yıl boyunca zaman zaman tiyatrolarının yıkılmaması için ayaklanan sanatçıların ayaklanmaları bastırılmış, kongre vadisi için putlar yıkılmış, heykeller kırılmış inşaat işçileri soğan ekmeklerinin üzerine serpiştirecekleri Cafe de Paris sosunu Muhsin Ertuğrul'un odasından yıkımı izleyen yeni genel sanat yönetmeninin odasından tedarik etmeye başlamışlardı.

Ölümü bekleyen Alzheimer hastalarına şakacıktan kutlanan son doğumgünleri vardır ya, hani hasta o gün doğduğunu sanır, hastanın yakınları da bir yandan mum üfletirken, bir yandan miras kavgası ederler. 30 Mart 2008'de de Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'na da Alzheimer'lılar için şakacıktan bir veda düzenlendi!

Herşey gayet resmiydi. "Keşanlı Ali Destanı" oynandı ama aslında " Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz"ın oynanması daha yerinde olurdu. Hem piyesin adı günün anlam ve önemine uygun düşerdi, hem de piyesin yönetmeni ve belediyenin sanat danışmanı Kenan Işık'ın da bu güzel güne resmi sıfatıyla katılması manidar olurdu.

Orhan Alkaya siyahlar giymişti. Herhalde,zamanında bu sahne yıkılırsa, cesetimi çiğnerler demiş olduğu için,cenaze mooduna girmişti. Belediyenin bando mızıkası ve mehter takımı yetişememişti ve faakat Engin Alkaya sahneyi öpmüş, halka 1 Ekim 2009'da yeni bir tiyatroda buluşma sözü verilmişti!

Herkese Tiyatro Com internet sitesi, oyuncuların son derece duygu yüklü anlarını yakalamıştı ve tarihe tanıklık edecek fotoğraflar çekmişti. O gün orada öyle bir hava yaratılmış olmalı ki, bir tane seyirci bile, üzgünüm dememiş, herkes daha iyisi yapılacağı için mutlu olduğunu söylemişti.

Peki 27 Mart'ta tiyatronun önünde eylem yapan İstanbul halkı, vatanını sevmeyen birkaç provokatörün beslediği ve gerek gördüğünde meydanlara saldığı kişiler miydi?

Orhan Alkaya, 30 Mart'ta işi bitirdiğini sanmıştı. Kendisinin, unuttuğu küçük bir ayrıntı vardı. 31 Mart 15.00'da Cep Tiyatrosu'nda sonun sonu oynanacaktı. Genelde genel sanat yönetmenleri genelleme yapmak gini olmasın ama kendi seçmedikleri oyunları genellikle tu kaka ederlermiş. Bu oyunlar genel olarak iyi eleştiriler alsalar, seyirci tarafından beğenilseler bile, gayri resmi tarihe kendi evlatlarını boğduran, resmi tarihe de uyurken kıçına toplu iğne batıp ölen evlatlar olarak geçerlermiş! Tesadüfen benim yönettiğim ve tesadüfen bir genel sanat yönetmeni değişikliğine denk gelen "Geçmişten Gelen Kadın "ın da geçmişi öyle olmuştu. Ancak, 31 Mart günü unutulacak kadar belleklerden silinmeye çalışacağına rüyaya yatsam bile inanmazdım.

31 Mart'ta, yani tiyatronun resmi kapanışını izleyen gayrıresmi oyunun matinesine Devlet Sanatçısı Macide Tanır davetliydi. Oyunun galası iptal edildiği için, izleme fırsatı bulamamıştı. Kendisine Devlet Tiyatrosu sanatçısı Umut Demirdelen eşlik ediyordu. Yıkıma ilk günden beri duyarlı olan CHP Milletvekili Çetin Soysal, eleştirmen Yaşam Kaya da oradaydı.

Şimdi olmayanları yazsam, abesle iştigal olur. Aysel Gürel'in cenazesinde Sezen Aksu vardı haberi gazete manşetlerini doğal olarak süsler. Ama aysel Gürel'in cenazesine Müjde Ar katılmasa, doğal olarak manşet olur!
Ya da Atıf Yılmaz'ın cenazesine Deniz Türkali, Türkan Şoray'ın katılmadığı bir günü seçmek için, cenazeye bir gün önceden gitmiş olsa, rahmetli Atıf ağabey, bunu nasıl film konusu yapamadığını düşünür. Bizim Muhsin Ertuğrul'un cenazesi de öyle oldu. Orhan Alkaya, cenazeden bir gün önce hijyenik, safe bir ortamda, cenazeyi kaldırmayı
yeğledi.

30 Mart'ta resmi kapanışta gazeteciler yoktu, doğal olarak tiyatronun programında son oyunun 31 Mart'ta olduğunu okumuşlardı. Ve fakat kapıya gelenler, izinsiz oldukları gerekçesiyle ise içeri sokulmadılar. Böylece tiyatro tarihinde gazetecilerin izin alarak girme mecburiyetleri de doğmuş oldu. İyi ki, gazetecilere "gidin bu kağıda Ankara'dan kaşe bastırın" diyen çıkmamıştı. Kongre vadisinde güvenlik nedeniyle(!) bunlar da olur!

31 Mart Saat 15.00'de Geçmişten Gelen Kadın vakasına tanık olanlar , "ayol geldiğimizde hava pek güzeldi, evi havalandırıyorduk, bu şimşekler de nereden çaktı. Hani küresel ısınma vardı!" diyerek durumu çakmamış olabilirler.Oyun oynanırken gelen tak tuk seslere, bizim komşu da yapıyor diye anlam verememiş olabilirler.
( Çin hapishanelerindeki psikolojik işkenceyi anlatan bir mahkum, hayatındaki en büyük acının vücudunda söndürülen sigaralar değil, beş yıl boyunca hücresinin içine damlayan su olduğunu yazmış ama ben o zaman konuya Japon kalmıştım! 31 Mart vakasında , Muhsin Ertuğrul'un çocuğu olan Taner Barlas'a aynı işkence yapıldı. Bir yandan oyun oynarken, bir yandan tiyatro yıkılıyordu.Oyun 75 dakika olmasa aceleyi anlayacağım. Bana yıkımın bu kadar acele olduğu söylense, oyunculardan biraz hızlı olmalarını rica eder, işi 65 dakikada bağlardım. )

Küresel ısınma dedik de, kongre vadisinin şehirdeki ağaca, çiçeğe, böceğe, yeşilliğe olan zararını anlatıp duran çevrecileri hatırladım. Nasıl bir eylem yapılmalı diye düşünürken, aklıma Greenpeace'çiler gelmişti. Bizi bize yıktırdılar, sanatçıların bir bölümünü bağladılar ama Greenpeace'çileri bağlayamazlar, onlar kendilerini tiyatroya bağlar diye geçirdim aklımdan. Fikrimi kime açtım bilmiyorum ama utandığım bir yanıt aldım. "Biz sanatçılar, çevrecilerin dertlerinde onların yanında olduk mu ki, bugün onlar bizim yanımızda olsunlar?"

Utandım. Dünyanın etliye sütlüye bulaşmayan sanatçılar topluluğuna üye olduğum için utandım. Dünyada sanatçıların bir çoğu kadın haklarının yanında savaşıyorlar, savaşa karşı savaşıyorlar, AIDS'e karşı savaşıyorlar, Irak işgaline karşı savaşıyorlar, lösemili çocuklar için savaşıyorlar, küresel ısınma için savaşıyorlar, Bosna için savaşıyorlar, Darfur için savaşıyorlar, naylon poşetler yerine kağıt poşetler kullanılması için savaşıyorlar, kullanılmış kağıtların tekrar kullanılması için savaşıyorlar, bikinili kadınların taciz edilmemesi için savaşıyorlar, İtalyan barış gönüllülerin gelinlerin Gebze'de tecavüze uğramamaları için savaşıyorlar, memleketlerindeki çobanların kentlilerle eşit haklara sahip olması için savaşıyorlar, otobanların ışıklandırılması için savaşıyorlar, kürtaja karşı savaşıyorlar, çocuk pornosuna karşı savaşıyorlar, sanayi atıklarına karşı savaşıyorlar, sigaraya karşı savaşıyorlar. Ama savaşıyorlar.

Bizimkiler ise tiyatroları yıkılırken meydanlarda bayram yapıyor, televizyonda göbek atıyor, Cihangirden oyuncu çıkar mı çıkmaz mı onu tartışıyor. Brecht oynarken örgü ören, Cesaret ana oynarken evine gidecek servisi kaçıracağından korkan bir sanatçı topluluğuna mı sahibiz? Oynadığımız oyunlardan da mı birşey öğrenemiyoruz? Vişne Bahçesi'nde evde kilitli unutulan Firs'i ne çabuk unuttuk?

31 Mart'ta oda tiyatrosunda 5 oyuncu,4 teknisyen, 1 yönetmen, 40 seyirci ve 20 gazeteci Firs olduk! Oyun bitti, gazeteciler son dakika görüntüleri almaya çalışırken, Cep Tiyatrosu'ndaki kardeş oyun "İyi Geceler Anne" de unutulmaz bir performans sahneleyen Hikmet Körmükçü, Haldun Taner'in Ve Perdee tiradını okudu!

Tüm izleyiciler, tiyatro yıkılır mıymış diye isyan ettiler. Kimileri kameralar karşısında ağladı, kimileri babalarının onları Eskişehir'den haftasonları sırf tiyatroya götürmek için nasıl çaba gösterdiğini anlattı.

Herhalde bu seyirciler de memleketini sevmeyen kişiler tarafından provoke edilmiş olmalı ki, bir gün önce Keşanlı Ali'nin sonunda, büyüklerimiz daha iyisini yapar diyen seyirciler gibi düşünmüyorlardı!

Macide Tanır ise yıkımı şöyle özetledi: Gayet doğal. Yeşil sermaye, Fethullah, Amerika, İsrail. Bizler ise bu oyunun parçasıyız! Umut Demirdelen kendisini kibarca susturmasaydı, daha neler söylerdi kimbilir! İzleyiciler Macide Tanır'ın sözlerinin sansürleneceğini sanıyorlardı, oysa Devlet Sanatçısı olduğu gün devlet sanatçılığının uçakta öne oturmak dışında hiçbir işe yaramadığını söyleyen genç yüreğin sözleri hem televizyonlarda, hem Milliyet Gazetesinde yayınlandı! O, gerektiğinde devleti eleştirebilen bir devlet sanatçısıydı çünkü sanatçının devletlisi olmazdı.Bir de devlet sanatçısı olmadıkları halde, kendilerini devletin sanatçısı olarak hisedenler vardı.

Bu arada aktif politikanın içinde olup, yıkıma ilk günden beri duyarlı kalan iki kişi vardı:Çetin Soysal ve Zeki Sezer. Çetin Soysal'a, doğru dürüst muhalefet yapın, memleketi ne hale getirdiniz, bu arada Deniz Baykal'a da sakın selam söylemeyin diyerek saldıran pekçok seyirci oldu. Çetin Soysal MKM'yi yaptık, CKM'yi yaptık filan dediyse de,
MKM'yi, CKM'yi yapana kadar Deniz Baykal'ı başkan yapmasaydınız diyenler oldu.
( Bakın Mustafa Kemal'e M, Atatürk'e A, Cumhuriyet Halk Partisi Kültür Merkezi CKM'ye C demişler bile. Kavramların içi boşaltıldı. Yakında M Tiyatrosunu açacaklar. İlk günlerde Muhsin Ertuğrul derler, sonra M'nin yerine başka birşey koydururlar. )

Oyun sırasında kuliste ayak uçlarında yürümeyi, fısıltıyla konuşmayı ustalarımızdan öğrenmiştik, ama oyun sırasında tiyatro yıkılabileceğini hiçbir kitap yazmıyordu! Macide Tanır, Almanların meşhur bir tiyatrolarının yenilenmesi için bir yıl
boyunca kapanacağını öğrendikleri gün, salonu terk etmediklerini anlatmıştı.
Bizler ise pisi pisine terk ettik tiyatromuzu. Seyircileri uğurlarken, tiyatronun kokan tuvaletine son kez girdim.
Tiyatronun rutubetli koridorlarından yürümek istedim.
Tiyatroya binbeşyüzelli yıl önce yanan, atölyesi deneme sahnesi olarak kullanıldıktan sonra doksansekiz yıldır otopark ve TRT binası olarak kullanılan ve aniden tekrar tiyatro olacağı söylenen Tepebaşı Deneme Sahnesi'nde Deniz Uyguner'in bir çocuk oyununda ufak tefek roller alarak adım atmıştım. Şimdi, Deniz Uyguner'in resminin önünden geçerek, tiyatroyu terk etmem isteniyordu. Bunu yapamazdım! İyi ki, o resim kaybolmuş.

Bu arada, Hazım'dan Ertuğrul'a, Vasfi Rıza Zobu'dan Bedia Muvahhit'e, Kerem Yılmazer'den Savaş Dinçel'e kadar pekçok kişinin fotoğrafına bakmadan, onlarla göz göze gelmekten korkarak, kendimi tiyatronun kantinine attım.
( O kantinde ne distribüsyon heyecanları yaşanmışken, şimdi tiyatrosunun yıkılmasına yüreği dayanamayan kişilerin su ihtiyaçları karşılanıyordu. )

Hepimizin su içmeye ihtiyacı vardı! Seyircilerin bir kısmı da bizimle gelmişlerdi büfeye. Onların da oksijene ve suya gereksinimleri vardı.Nurullah Tuncer'i gördüm orada. "İyi ki senin dönemine denk gelmedi, yoksa seninle karşı karşıya kalacaktık. Derdim şahıslarla değil" dedim! Belediyenin emriyle terk etmek farklı birşey, yönetim kurulunun kararı imzalaması farklı birşey" dedi bürokrasiyi bilen arkadaşlarım. Nurullah Tuncer de mecburen terk edecekti ama belki karara imza atmayacaktı!

İyi ki, belediye suları kesmemişti de tiyatroda son suyumuzu içtik. Umut Demirdelen, tanıdığım en renkli kişidir. Sema Keçik'in atkısını kendi başına bağlayarak bizi güldürmeye çalıştı, kongre vadisindeki dükkanlardan birinin tatlıcı olacağının esprisini bile yaptı. Güldük hep beraber. Acımızdan bayramlık yapmayı öğrenmiştik. Orhan, kahkahalarımızı duyunca şaşırdı tabi. Bizi ciddiyete davet etmek için olsa gerek, yanımıza şöyle bir uğradı..

Bu savaşı sen başlattın, biz kaybettik Orhan! Bundan sonra,
bizim adımıza yeni tiyatrolar yapılması için sen savaş lütfen.

Evimden Muhsin Ertuğrul'un bir günde nasıl yıkıldığını gördüm. Yine penceremden aynı hızda yıkılan, fakat yerine hiçbirşey dikilmeyen Maçka Otelinin yansımasını da görüyordum. Yargı devreye girmeden yıkabilmek! Hızla yıkabilmek! Bu da bir beceri olsa gerek.
( Bu arada bir soru: O tiyatroda herşeyin bir tarihi ve paha biçilmez değeri vardır. Örneğin, Muhsin Ertuğrul'un çocuklarıyla çekilen ve benim son gün göremediğim Deniz Uyguner'li, Toron Karacaoğlu'lu fotoğraf nerede? Muhsin Hocanın ilk Hamletinin efektleri kaybolmadı değil mi? Ben tiyatroya gidemeyeceğime göre, yetkililerin bunu You Tube'a göndermeleri mümkün müdür?)


Muhsin Ertuğrul yıkıldı, yerine alkışlarla kongre vadisi dikildi.
Yeni tabelada welcome to congress valley yazıyor. Muhsin Hocanın ismi yok.

Bu arada sevindirici gelişmeler olmadı mı? Oldu tabi! Musahipzade Celal Tiyatrosu (M Tiyatrosu) tekrar açılıyor. Aslında, başkanı başkandan çok düşünenler 27 Mart günü, sabah kahvaltısı düzenlemek yerine, tiyatroyu yetiştirselerdi, çok daha iyi bir PR olacaktı.

Şu anda Chelsea maçı da bittiği için nefesler tutuldu, 1 Ekim 2009'da yeni M.tiyatrosunun açılışını bekliyoruz.
Kongre vadisine açılan 33 kapının arasında o kapıyı bulabilir miyiz, o kapıdan biz girebilir miyiz, girsek de sağ çıkabilir miyiz, o günleri görmeye ömrümüz vefa eder mi bilemiyorum.

Bildiğim tek şey var: Artık yıkıntılardan, harabelerden dersler çıkartmak zamanı gelmiştir. Bizi bize yıktıranlar, tarihe yeni tiyatrolar yaparak geçerler inşşallahh!

Bu yazılar da,boşu boşuna zaman harcayan ve komplo teorileri kurarak uykuları kaçan, migrenli, uyku apneli, rahatsız bir vatandaşın vesikası olarak kalır belki fesüpanallah!