"Bir otelin önünde gördüm sizi
Kapkaraydı, ateşten başka ışık görmemiş yüzleriniz
Ağzınızdan yüzlerce yıllık salyalar akıyordu
Ellerinizde belediyeden size armağan kaldırım taşları
Parça parça ettiniz önce bütün camları
Ve onlarca asker, yitik yüzlerle sizi seyrediyordu
Azdıkça azıp, kudurdukça kudurdunuz
Bağnazlığın, yobazlığın doruklarındaydınız
Kustuğunuz kinden alev aldı insanlık
Benzin dökerek ateşe verdiniz
Mağara devrinden kalma çığlıklarınızla
Yaktınız, yıktınız, yok ettiniz
Bir otel dolusu aydınlık insanı
Kan bürümüştü dinbaz gözlerinizi
Yaktıkça, yok ettikçe alkışlara boğuldunuz
Çevrenizi saran katliam kardeşlerinizce
Ve onlarca asker, yitik yüzlerle sizi seyrediyordu
Sadece askerler mi?
Koskoca bir ülke seyretti sizi o gün
O gün, bugündür bu ülke
Sizi o gün seyredenlerin ülkesi değildir"
Cihan Demirci
2 Temmuz 1993 günü, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki eğitimini tamamlayarak ülkesine yeni dönmüş, tiyatrosunu yeni kurmuş, geleceğe umutla bakan bir sanatçıydım.
2 Temmuz’da alevler içinde yanıyordum.
Ülkemin aydınlarını yakıyorlardı..
O gün yakılanların dizeleri ilk gençliğimi biçimlendirmiş, sanatçı olmama katkı sağlamış, hayatımda etkili olmuştu.
Onlara özel sevgim, saygım vardı, bu memlekette aydın olmak hiç kolay değildi fakat sade bir Kürt kızına, bir Arap bebeğine, kafede otururken bir canlı bombanın kurbanı olan yeni evli Yahudi çifte, Bosna’da savaşta ölen askere, masum Türk gencine de aynı duyarlılıkla ağlıyordum.
Hatta, bir sanatçının, masumiyet savaşında isim, ırk, din, dil ayırt etmemesinin, sade vatandaş adına savaşmasının çok daha önemli olduğunu düşünenlerdendim. Ölümün medyatikleştirilmesi olmaz diyordum ateşleri izledikçe, dönemin Başbakan yardımcısı Erdal İnönü’nün “konu kontrolumuz altındadır” demesine güvenmek isteyerek.
Sonunda yandım ben de tüm insanlıkla beraber. Gözlerimi hiç açmamacasına kapatmak,
sanatçı olarak hizmet etmek umuduyla geldiğim vatanımda yaşadığım bu ilk acının bir kötü rüya olmasını istedim.
Demokrasi kültürünü özümsediğini iddia eden Amerika’da yaşadığım sürece özellikle güney kasabalarda siyah ırka yapılan ayrımcılığı gözlerimle görmüş, polislerin bir masum siyah öğrenciyi öldürmeleri üzerine New York’ta kaldığım öğrenci evimin önüne kadar halka halka yayılan ayaklanmaları yaşamıştım. Kim derdi ki, o isyanlar bir gün iyisiyle kötüsüyle bir siyahi başkan yaratsın? Keşke, sistemi değiştirecek kadar güçlü bir başkan çıksaydı, rengi, ırkı, dini hiç önemli olmazdı bu durumda! Ama yine de Obama’nın siyah olması önem taşıyor kanımca. Her ne kadar şimdilik bir beyaz gibi yönetse de memleketi!
2 Temmuz 1993’den hemen sonra, ülkemde bir katliam müzesi açılmasını beklerdim.
Tarihlerindeki yanlışlarla, acılarıyla yüzleşmenin toplumsal dinamiklerde çok önemli bir rolü olduğuna inanıyorum çünkü..İşin sevindirici yanı, AKP’nin, nice sosyal demokrat ya da liberal hükümetlerin 27 yıldır başaramadığını başarararak , devletin en azından bu katliamı tanımayı başarmış olmasıdır. Umudum bu müzeyi hayata geçirilmesidir. Ayrıca, yapılması gereken, katliamın eli kolunu sallaya sallaya Avrupa’da dolaşan sorumlularının da savaş suçlusu olarak tutuklatılmasını sağlatmaktır. Ben, müzenin bir odasında Dostlar Tiyatrosu’nun çok önemli “Sivas 93” belgeselinin sürekli olarak gösterilmesini de öneriyorum.
Katliamın suçluları bu oyunda çok net olarak belgelenmiştir. Dostlar Tiyatrosu, tarihe kalacak bir belge sunmuştur. Genco Erkal, toplumsal olarak, çok önemli bir sorumluluk yerine getirmiştir. İzleyemedim ama Tiyatro Simurg ve başka tiyatroların da bu yönde çalışmaları varmış, toplumsal bilinç ne kadar güçlendirilirse, o kadar önemli bir iş yapılmış olur.
Haziran ayı her bakımdan uğursuz geçti benim için, dünya için de sıkıntılıydı. Güneydoğu’dan her gün şehit haberleri geliyor, aybaşında da Ortadoğu çalkalandı. Başbakanı, "Türkiye’de insanlar ölürken, Ortadoğu’dan sana ne" diye eleştirmek insanlık dışı bir bakış açısı kanımca , çünkü insan insandır. Yukarıda belirttiğim gibi, bir ölünün kim olduğu da değil, sadece öldüğü önem taşıyor benim için.
Dini kökenimden dolayı Ortadoğu konusunda ne yazarsam yanlış anlaşılacaktır, İsrail’in savaş politikalarını çoğunlukla benimsememekle birlikte, 2 Temmuz’un yıldönümü nedeniyle konunun apayrı bir boyutuna değineceğim: Farz edin ki, bir Alevi vatandaş münferit olarak ya da cemaat olarak bir gün yanlış bir davranış gerçekleştirdi ya da Alevi toplumu tartışmalı bir karara imza attı , Facebook’tan, “2 Temmuz’da öldürmediğimiz her Alevi için bana lanet edeceksiniz ” gibi bir slogan okusanız neler hisederdiniz?
"Irkçılık" bir insanlık suçu olmanın yanı sıra, dünyada artık müzelik olması gereken bir kavramdır.
Wagner’in bazı iniş çıkışlı melodileri, hele hele vatanperver nutuklara sarmalandığı zaman kulağa geçici olarak çok hoş gelebiliyor ama çocuklarınızın göz zevkini Picasso’nun karmaşık Guernica’sı ile okşayınız. Ünlü Amerikalı uzman Prof. Mehmet Öz bir programda söyledi, çocuklar mesela şekerin tadını kolay alırken, sebzeye zor alışırmış. Ancak on kez arka arkaya sebze yerlerse, sağlıklı beslenme alışkanlığı elde edebiliyorlarmış.
Savaş çığlıkları bazen tatlı gelebilir , ama çocuklarınızın ya da çocuk beyinlilerin duyu organlarını zorlayın biraz, Guernica’ya alışacaklar, Sivas’larla yüzleşmeyi öğreneceklerdir.
Yazının aslı 4 Temmuz tarihli Birgün Gazetesi'nde yayınlanmış, yazar tarafından 6 Temmuz tarihinde genişletilerek, güncellenmiştir.