Füsun Akatlı’yı sonsuzluğa uğurlamak ne büyük bir acı!
Kimse cenaze levazımatçılığı yapıp, en sevdiği dostları Bilge Karasu, Edip Cansever, Tomris Uyar’la buluşmuştur demesin sakın. Son yıllarda türeyen şu karşı taraf trafik polislerinden haz etmiyorum !
Bir de tiyatroculara sahnede ölümü yakıştırıyorlar. Boğa güreşinde değiliz beyler! Niye yüzlerce kişinin önünde can çekişelim?
İlla ölümümüzü de seyretmekte kararlıysanız, zaten boktan şarkıcılarınızı yücelttiğiniz kültür politikanızla her gün fırınlarınızda ağır ağır yakıyorsunuz bizi.
Tiyatro sanatçıları bir mikrodalgada yakılıyor adeta!
Sesi kısılarak, ödeneği kısılarak, istediği oyunu sahnelediği zaman ödül yerine ağır ceza kesilerek, magazinin yanında bir hiç sayılarak bir mikrodalgada ağır ağır yakılıyor…
Füsun Akatlı’yı da böyle böyle, ağır ağır yaktı bu memleket.
Önce Sıvas’ta diri diri yanan eski eşi Metin Altıok’u seyrederek yandı Akatlı!.
Ardından, Leyla Erbil’in anma töreninde söylediği gibi, her aydınlanmacının, her Cumhuriyet kadının çektiği çilelerle yakıldı Akatlı. Aydınlanmacıların içinin yakılması , dünyalarının karartılmasıyla olur. Son yıllarda döneklerin hızlı yükselişini, dönmeyenlerin onurlu düşüşünü, kimi zaman cezaevinde, kimi zaman hastanede, kimi zaman sorgu odasında biten yangınlarını izleyerek yandı Akatlı.
Ardından, çağın illeti kanseri “yakaladı”. Edilgen hiçbir sözcüğü yakıştıramadığım için “ Kansere yakalandı” sözcüğünü özellikle seçmiyorum! Kanseri yenebilirdi, ama o adı bilinmeyen devasa makineler, peş peşe dayatılan ilaçlar, felsefede açılımı olmayan terapileri çözümleyemedi.
Kansere yenilmedi, cenazedeki pekçok dostunun da haklı düşüncesiyle zaten yıllardır yanmış olan vücudu, hastalığının ardından salgılanan artçı yangınlara dayanamadı.
Zeynep Altıok, 2 Temmuz’da babasını , 4 Temmuz’da annesini yangında kaybetti!
Akatlı için çok anlamlı bir anma töreni düzenlendi ama onun bine yakın tiyatrocuyu harekete geçiren 18 Mayıs “seyirci kalma” yürüyüşünün mimarlarından biri olduğu söylenmedi. İşte Akatlı’ya, edilgen sözcükleri yakıştıramama nedenlerinden biri daha!
Fırsat bulmuşken, bu yazının ilk cümlesini de: “Akatlı’yı sonsuzluğa uğurladık yerine, Akatlı son yolculuğa çıktı” olarak değiştireyim.
Ameliyatının ardından Küba, İtalya, Fransa yolculuklarına çıktı. Yoğun bakımdan birkaç gün önce Antalya’da Nazım Oratoryosu dinliyordu.
Füsun Akatlı ‘nın ardından gönderilen çelenklere baktım da, CHP memleketine hizmet eden bir aydınını uğurlamayı unutmuş. Halbuki o, cumhuriyete ve halka çok hizmet etti. Politikacılardan, Nurettin Sözen’den ve Bedrettin Dalan’dan da çok kötülük gördü.
Nurettin Sözen, Gencay Gürün’ün genel sanat yönetmenliği ve Akatlı’nın başdramaturg olarak görev yaptığı dönemde, tiyatroyu politikaya alet etmek için, tiyatronun özerkliğini
delmek için çok çabaladı, repertuar politikalarına müdahale etti. Bizim bugün, bağımsız tiyatro adına “keşke olsa” dediğimiz her şeyi Sözen döneminde yitirmeye başladık . Akatlı’yı, o zaman sosyal demokrasi yaktı.
Gönül isterdi ki, en azından cenazeye bir çelenk yollamayı unutmayacak kadar duyarlı bir sosyal demokrat partimiz olsun! Neyse dünyaya yeni bir Füsun Akatlı gelirse, bu hatalarını o zaman düzeltirler artık.
Bedrettin Dalan ise, Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü kurucusu Prof. Akatlı’yı, sudan sebeplerle tazminatsız biçimde işinden attı. Akatlı’nın yetiştirdiği en yetenekli öğrencilerden Yiğit Sertdemir, Yeditepe Üniversitesi’nin törene çiçek göndermemesini eleştirince, Teşvikiye Camii’ne alelacele bir çiçek yetiştirildi. Füsun Akatlı’nın yetiştirdiği en güzel çiçekler öğrencileridir gibi saçmasapan bir deyimin arkasına sığınmayacağım çünkü bazı sanatçıların birbirlerine ihanetlerini gördüğüm zaman, onlara çiçek nitelendirilmesi yapılmasını hiç doğru bulmuyorum.
Akatlı, bize özel üniversitelerin tiyatro bölümlerinin nasıl ticarethane mantığına çevrildiğini çok güzel biçimde belgelendirmiştir. Rektörü aşarak patron tarafından işten atılan bir bölüm başkanının dramı hem Akatlı’yı, hem bizi yakmıştır.
Kitapların, yazıların bile kalıcı olmadığı bu memlekette ölünün arkasından gönderilen çiçeğin hiçbir önemi yok elbet! Ancak önemli romancı ve hikayecilerimizden Zaman Gazetesi yazarı Selim İleri’nin gazete haberlerine de konu olan çelengi sadece Akatlı için değil, Türkiye’de yazın alanında emek veren herkes için önem taşıyor!
“Sevgili Eleştirmenime” diyordu çelengin üzerinde!
Anma töreninde, Selim İleri, Akatlı’nın zaman zaman kendisini övdüğünü, zaman zaman da yerdiğini söylemişti. Cenazeye “sevgili eleştirmenime” diye gönderilen çiçek, sadece
İleri’nin eleştiriye tahammül eden çağdaş kişiliğini ortaya koymak açısından önem taşımıyor, bu dünyada Akatlı kadar yetkin kalemler olmasalar da, eli kalem tutan kişilerle barışık olabilmenin önemini vurguluyor bence.
Türkiye öyle tuhaf bir memleket ki, eleştirmenlerin bile eleştirilmeye tahammülü yok.
Prof.Akatlı, yaşamıyla bir şeyler öğretemediyse, umarım ölümüyle bunları öğretmiştir.