19 Kasım 2011 Cumartesi

SONBAHAR

“Bir hazin tutkudur sonbahar
Sarı renkli yapraklar dökülüyor birer birer sanki ruhumuzla beraber
Baharla gelen gençliğim sonbaharla mı gidiyor ne?”


Yukarıdaki dizeler Esin Afşar’ın hastalanmadan önce yazdığı “Sonbahar” adlı şiirden.
İstemi Betil, Çetin Köroğlu, Erdoğan Göze ve Esin Afşar, sonbaharın kısacık bir haftasında kaybettiğimiz büyük değerler.

Pazartesi sabahı çok erken bir saatte sokaktaydım. Bir okul servisi, bir evin önünde duraklamış, geç kalan bir çocuğu bekliyordu. Hayatının ilkbaharında, belki uykuya,ya da uzayan bayram tatiline doyamamış, belki kahvaltıda ekmeğin üzerine sürülen çikolatalı fındık ezmesinden azıcık daha yeme derdinde…. Uykusunu alacak, yemeğini yiyecek, “büyük adam olacak” ve bir gün o da sonbaharda dökülecek. Şansın bol olsun ömrün bol olsun çocuk, aman hep tehlikeden uzak dur, fazla büyümek için çabalama ! Pek çok büyüğümüzü cezaevlerinde çürüttük, ya da amansız hastalıklara yenildiler. İnan bana bu dünyada “büyük” adam olmak için çabalamak yerine, küçük adam olarak kalırsan, çok daha mutlu olacaksın. Sakın bir şeyleri değiştirmeye kalkma! Bırak onlar seni değiştirsin, dünya seni düzeltsin. Sakın sen dünyayı düzeltmeye kalkma!

İlk gençliğimde Okul servisini camdan görüp, defterimi kitabımı unutarak koşturduğum nice gün olmuştur.. Annem akşam beni “bugün Fizik , Matematik dersi” nasıl geçti diye karşılar, yalan söylememe bile fırsat tanımadan unuttuğum defterlerimi, kitaplarımı gösterirdi. Fizik umurumda değil, Galileo önemliydi benim için. Matematik derslerim Tolstoy okumakla geçerdi. Hiçbir zaman pergel kullanmayı öğrenemedim, ama o pergel nedense çantamdan eksik olmazdı.

İnsan, kullanamadığı bir şeyin peşine niye bu kadar düşer, halen çözemedim. Biz de bu hafta yitirdiğimiz ustalarımıza o pergellerei kullandırmadık. Yeteneklerini kullanmaları için çok az fırsat verdik. Koskoca İstemi Betil’i “Kurtlar Vadisi”nin Laz Ziya’sına sığdırarak hatırlayacaksak, yazıklar olsun bize!

Gönül, Grace Kelly huzurunda Jacques Brel ile ödül alan Esin Afşar’ın ülkesinde çok daha fazla konser vermesini isterdi. Caz yorumuyla Aşık Veysel, Nazım Hikmet şiirleri besteleyen, Yunus Emre ve Mevlana’dan çok önemli resitallere imza atan Esin Afşar, tiyatromuz için de bir kayıp. Onun 80’lerde oynadığı “Kelaynaklar” oyunu halen yüreğimde çarpar, daha geçen yıl Devlet Tiyatrosu’nda repertuara alınan ve bölgelerde oynanan bir çocuk oyununu sahnelemek için nice sohbetimiz olmuştur.

Ama, servisi bekleten çocuğa hiçbir zaman olmamasını önerdiğim , nesli tükenen Kelaynaklar çok yalnızdırlar herhalde. Esin Afşar da, çocukları, torunlarına rağmen ülkenin çoğu ilerici aydınları gibi, Kelaynaklar”a benzeyen bir biçimde ayrıldı aramızdan. Oysa ona daha çok üretme hakkı tanısaydık, nesli tükenen hanımefendilerden değil, yeni nesiller yetiştiren aydınlar olarak yazardık arkasından.

Bu arada yıllardır hastalıkla savaşırmış, ben belki de pek çok galada, sanat etkinliğinde onu hep şık, zarif gördüğüm, çok sık karşılaştığım için hasta olduğunu aklıma bile getirmedim. Öte yandan Vahide Gördüm, herkesin çok beğendiği saçlarını kameraların önünde kestirerek, topluma hastalığı aracılığıyla çok önemli mesajlar verdi. Hayranı olduğum Gördüm’ün ömrünün çok uzun olmasını diliyorum! Onunki bir tür soyunma, tam anlamıyla bir arınmaydı. Çok az starın yaptığı bir şeyi yaparak, saçların, aynı servisi belki de fındık ezmesi için bekleten çocuk gibi, dünyada gelip geçici olduğunun mesajını kitlelere verdi ve bir anlamda sadece hastalğı değil, kader çizgisini de zorlayan bir masal kahramanı oldu.

Erdoğan Göze de, ortak dostlarımızdan, en azından şu an sağlık sorunlarıyla boğuşan Macide Tanır’dan tanıdığım kadarıyla yaşamda muzurlukla ayakta duran biriydi. Onun da hayatı Fizik, Matematik kitaplarını evde unutarak geçmiştir eminim. Son olarak Göze’nin kardeşi Arsen Gürzap’ın yönettiği “Giydirici” de avuçlarım kopana kadar alkışladım onu.

Toplum, gerçekleri deşerek birtakım ikiyüzlülükleri su yüzüne çıkartan sanatçılar yerine, “giydirici” leri seviyor. Oysa tiyatronun derdi “soymak”, “arındırmak”, gerçekleri su yüzüne çıkartmak olmalı.

Sonbaharda ağaçlar çıplak kalır, ama ayakta durur ve ilkbaharda tekrar açarlar. İnsanoğlu, sabreder bekler. Oysa biz sanatçılarımızı sonbaharlardan önce soldurduk, ilkbaharlarda açmasına hiç izin vermedik.

Servisi kaçıran çocuk sakın büyümesin!