13 Kasım 2011 Pazar

YANIK

YANIK

Nedim Saban
nedimsaban@superonline.com


Tiyatro sezonunu beni ertesi gün yeni bir oyun izlemek için heveslendiren, harika bir oyunla açtım: Devlet Tiyatrosu’nda “Yanık”!
Bazı sezonlara kötü bir oyun izleyerek başlarsam, o sezon hep “kötü şeyler izleyeceğim” korkusuyla bir süre tiyatrodan uzak durma kararı alırım.
Ancak, bu yıl sezonu özellikle açmak için bilinçli bir seçim yaptığım “Yanık” oyununu hararetle öneriyorum.
Bu satırların okurları, Avignon Festivali’nde “Sofokles” üçlemesiyle öne çıkan ve doğrusu yönetmen olarak beni çok heyecanlandırmayan, eleştirmenlerden de kötü not alan Lübnan asıllı Wajdi Mouwad‘ı hatırlayacaklardır. Ancak, o yazımda Türk seyircisinin Mouwad’ı 2010 yılında RotterdaminIstanbul festivalinde keşfettiklerini ve çağımızın en büyük yazarlarından biri olduğunu da anlatmıştım.
Türk seyircisi, daha önce yabancı bir dilde de olsa “Yanık” oyununu izledi, İstanbul Sinema Festivali’nde Mouwad’ın bu oyundan yola çıkarak yönettiği “İçimdeki Yangın” filmini de gördü.
Ailesiyle 1977’de iç savaştan Fransa’ya kaçan Mouwad, 2005 yılında “ Fransız eleştirmenlerin modern yazarlarla ve çağdaş tiyatroyla barışık olmadığı” gerekçesiyle Moliere ödülünü red etti., Kanada’ya yerleşen yazar, yönettiği oyunlarla 2006’da Kanada’nın en prestijli ödüllerinden biri olan “Siminovitch” ödülünü kazandı.
“Yanık”, Batı’dan doğuya bir bakış hikayesi!
Cem Emüler’in çevirisi ve nefes kesen yorumu sayesinde bir anlamda doğudan batıya bakamamayı işliyor, bizi suçluyor..
Devlet Tiyatrosu’na yaraşan büyük bir prodüksiyonla sunulan “Yanık” ta, ustalığı tartışılmayan dekoratör Ali Cem Köroğlu’nun dekoru bana bu kez macera hissi vermedi, slaytların çarpıcılığı bile doğuyla batı arasında rahatça dolaşımımı engelledi.
Ancak, tüm ekibin yadsınamaz başarısının yanı sıra en çok sade bir oyunculukla seyirciyi büyülüyen Emel Göksu gibi bir virtüöz sayesinde, kendimi savaş yolculuğunun içinde buldum. Göksu’nun pencerelerin içinde söylediği tiradlar, bize “ sağlıklı bakmaktan” fazlasıyla aciz olduğumuzu kanıtladı.
Yönetmen üç saatlik oyunun uzun bulunmasından etkilenerek umarım Emel Göksu’nun tiradlarına dokunmaz..
“Yanık” bana uzun değil, aksine fazla kısa geldi.
Dinler, ırklar arasında savaşlar, katliamlara, Lübnan’a, Lübnan’daki acımasız Sabra ve Şatilla katliamına gittim. Doğruyu daha çok öğrenmek, birbirinden daha etkili biçimde oynanan karakterlerle daha çok özdeşleşmek istedim.
Batıda yaşayan bir Musevi çocuğu olarak, doğuyu hiç bilmediğimi, kavrayamadığımı anladım, kendimle hesaplaşıp, üzerinde din ve ırk örtüsü olan katliamların dünyanın her yerinde tekrarlandığını kavradım. Kaldı ki, dünya Yahudilerinin İsrail’in bir ülke olarak benimsediği politikalardan, savaşçı bakış açısından sorumlu tutulamayacağını, kararlarını kendi veren bir ülke olarak algılanması gerektiğini düşündüm.
İnsanlık adına çok korktum!
“Yanık” aslında iki çocuğun köklerini arayışı olarak da algılanabilir. “Savaş” temasını oyundan tamamen çıkarttığınızda, sahnede Devlet Tiyatrosu’nun genç oyuncu yokluğu ve bu konuda bölgelerden kopuk politikası nedeniyle pek “çocuk gibi” durmayan, ama müthiş enerjileriyle bize gençlik esprisini yaşatan çocuklarımızın köklerini arama kavgası da denebilir.
Bu köklü ve saygın arayışta içine düştükleri savaş, tecavüz ve kapitalizmle gelen her pislik, aslında doğunun batıdan ithal ettiği pislikleri göstererek, doğudan batıya da bakıp, oyunun döngüsünü değiştiriyor.
Bu bağlamda “Yanık”, Devlet Tiyatrosu’nun çok büyük bir riski olan (kolay seyirlik olmayan ama bize bazı anlamlarda ne yazık ki söyleyecek çok sözü olan ) bir oyunu repertuarına alması ve müthiş bir ekip ruhuyla sunması açısından da alkışlanması gereken özel bir çalışma.
Yanık’tan çıktığımın ertesi gün, Van’daki artçı sarsıntıda çökenleri, oyunun dünyasına oturtarak acıyla izledim.
“Köklerini aramak için Doğu” ya gidip, bir savaşın içine düşmek ne demektir, sorguladım.
Hiçbirşeyi yadırgamadım. Savaşsız bir dünya olamayacağını artık öğrendiğim için, sadece savaşı bu kadar cesurca “dillendiren” Devlet Tiyatrosu’na tekrar tekrar gidip avuçlarım kopana kadar alkışlamak istedim.
Şimdi sırada Füsun Günersel’in çevirisiyle Şehir Tiyatrosu’nda izlemeyi dört gözle beklediğim geçen yıl kaçırdığım “Arzunun Onda Dokuzu” adlı oyun var!