26 Ağustos 2012 Pazar

İYİ Kİ VARSINIZ


  

10 dakikada bir internetteki haber sitelerine, gazete portallarına , sosyal medyaya, “umarım yeni bir ölüm haberi yoktur” diye bakan biri, 2 saat bilgisayar başında  oturarak , ne yazabilir?

Terör, bir milletin  sadece moralini değil, konsantrasyonunu da alt üst ediyor. Öte yandan abuk sabuk konuşan bir bakan, saçmasapan yorum yapan bir milletvekili, gündem değiştirmek için acilen muhafazakar söylemde bir slogan patlatan bir müftü, bir vali, basına höt çeken bir içişleri bakanı  filan derken,  hiçbir şeyde uzun süre yoğunlaşamıyor  insan.

Bugünkü yazımın dağınık düşüncelerden oluşması bu yüzdendir., affola!

  

Müşfik Kenter:

Arkasından pek çok övgü yazıldı, daha  ne kadar yazılsa azdır. Hayatlarında Kenter Tiyatrosu’ndan adım atmamış olanların bile  yadsıyamayacağı bir ustaydı. Benim için sanatı ve  yaşamıyla sadeliğin bir simgesiydi. Şimdinin büyük ama çapraşık aktörlerinin aksine!

Her kuşaktan öğrencisi uğurladı onu. Ne büyük gurur Türk Tiyatrosu’nun 50 yıllık bir dönemindeki büyük insanların, hatta hocaların da hocası olmak…

Vasiyeti: “arkasından fazla konuşulmamasıymış”. O, çoğunlukla sahnede rolünün içinde susmayı başaran nadir aktörlerdendi  çünkü!  Tiyatroyu maymunlukla özdeşleştirme gayretine girilen bu dönemde , sahnedeki karakterlere insan olma çağrısı yapacak kadar cesurdu.

Vefalı dostu, eşi Kadriye Kenter,  “Ağlamayın. Bu salonda çok Müşfik var!” dediyse de, sadeliğin erdemsizlikle karıştırıldığı bir çağda, hayatta kaç Müşfik Kenter kaldı merak ettim doğrusu.

 

Kemal:

Cumhuriyet Halk Partisi Başkanı, Kenter’in ölümü ile ilgili yaptığı açıklamanın bir kısmında  hocayı, belediyesinin  memuru olarak tanımlamış. Sanırım Bakırköy Belediye Tiyatrosu’na genel sanat yönetmeni olarak emek veren bu insana  kendi çapında vefa göstermeye çalışmış.  Memur olmak iyi hoş da,Müşfik Kenter için son kullanılacak sıfat olmalı!

Bu gafını geri almasını beklerken ,Kenter Ailesi’ni ziyareti sırasında da taçlandırılmış, hiç kimse kendisine ne büyük bir yanlış yaptığını hatırlatma gereğini duymamış. Kötü niyetli olmadığı açık ama ödenekli tiyatro sanatçılarına “benim memurum” derse, o zaman AKP kanadı da, “kendi memurlarını” istedikleri biçimde gütme ve sanatı kontrol etme  hakkına sahip olduğunu düşünür.

 Kılıçdaroğlu, bu sözünü geri alana kadar Kemal’dir benim için artık. Sıradan bir Kemal tabi! Sanatçının karşısında önünü ilikleyen Mustafa Kemal değil.

 

Mustafa Sarıgül ve Ateş Ünal Erzen :

İki politikacı da vefalı dost ve sorumlu insan olarak davrandı kanımca. Sadece öldükten sonra değil, Müşfik Hoca yaşarken de! Bakırköy Belediyesi, bir salonuna Müşfik Kenter Tiyatrosu adını vererek, hocayı daha  yaşarken ölümsüzleştirmişti. Sarıgül de bölgesindeki  Kenter Tiyatrosu binasına destek sağladı  Bu mirasa sahip çıkması sevindirici, umarım desteği artarak sürer.

Ancak,  cenazedeki konuşmasını anlamlandıramadım. “Buraya korkmadan gelen ve son görevlerini sakınmadan yerine getirenlere teşekkür ederim!” Ne demek? Nasıl yani?

Kartal’da 25 Alevi vatandaşımızın evi işaretlendi bu hafta, şehitlerimizin sırtından Kürtlere karşı ürkünç bir nefret söylemi yapılmakta . Sarıgül, Kenter’in cenazesini belki de bir  cemevi için hazırladığı  konuşmayla karıştırdı? Ya da Kenter Tiyatrosu’na, dünyanın en büyük aktörlerinden birini uğurlamaya  giden bizler, “yasak” bir şey filan  mı yapıyorduk?  Ne? Nasıl yani?

 

Sabancı:

Önce Sabancı Üniversitesi Rektörü Tosun Terzioğlu, “ilkokulda türban olabilir” dedi. Seçme hakkı olmayan çocuklar için türbanı seçen Robert Kolej’li erkeklerden biri olarak tarihe geçti… Basında sadece Zülfü Livaneli,  kendisini “eleştirme ” cesaretini gösterdi.Sabancı Grubu da konu üzerine hiçbir yorum yapmadığı için, rektörün görüşlerinin sadece kendisini bağlamayacağını tescillemiş oldu.

Bu hafta da Evrensel’de Üstün Akmen, Sabancı İmparatorluğu’na dokundurmaktan  ürkmeden , Suzan Sabancı Dinçer’in Ayvalık malikanesini  yazdı. Konu mahkemelik olmuş! Suzan Hanım, tarihi manastırı kendi zevkine göre dayamış, döşemiş, belki TEKNOSA’dan seçtiği bazı elektronik eşyalarla konforlu, modern bir yuvaya dönüştürmüş.   Eprimiş kararnameleri bahane ederek  Süryanilerin kutsal mekanı  Mor Gabriel Manastırı’nı  geri alma telaşına düşen devlet, bakalım Ekim ayındaki mahkemede Ayışığı Manastırı konusunda nasıl bir karar alacak?

Hazır   Sabancı ve devlet  demişken… İyi, hoş, büyük kahramanlık edip, Bakanlığa sponsor oldular. Atatürk Kültür Merkezi’ni onarıyorlar.  Kendilerine bizim de şükran borcumuzu sunmamız için, şu aylardır gizlenen AKM  protokolünü, biz garibanlara da  bir gösterseler be yahu?

Bir yandan ilkokul çocuklarının örtünmesini isteyen grup,  öte yandan Atatürk Kültürü’ne  bu iyiliği niçin yapıyor? Bir zamanlar İstanbul Avrupa Başkenti’yken, ajansta buharlaşan paracıklar (milyon dolarlar)  yüzünden tamamlanmayan bir restorasyona bir özel kuruluşun bu denli sahiplenmesi çok göz yaşartıcı gerçekten!

 

Kutlamak gerekiyor, kültür varlıklarına sahip çıkan sermaye sahiplerimizi.

Kutlamak gerekiyor, sanatçıya sahip çıkan bakanları, muhalefet liderlerini.

Kutlamak gerekiyor, eğitime sahip çıkan rektörleri.

Nerden geldiniz, nasıl geldiniz, kimsiniz, nesiniz meçhul ama iyi ki varsınız yahu!