Şu anki  Türk sağcısının sanatçı olabilmesi için daha kırk fırın ekmek yemesi lazım desem, bu deyim tam anlamıyla yerine oturmayacak, belki de Türk sağcısı son zamanlarda kırk fırın ekmek yediği için sanatçı olamıyor.
Tartışmayı Zaman Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı tetikledi. Birkaç hafta önce yazdığı  bir yazıda, muhafazakar kesimin sanatçı yetiştirme konusundaki boşluğundan söz edince, ben de Birgün Gazetesi’nde Pazar günkü sütunumdan ( 22.11.2009), sağın sanatçı yetiştirmesi için önce iktidardan vazgeçmesi, muhalefete düşmesi  gerektiğini yazdım. Sanat yapısı gereği muhaliftir çünkü! 
Ardından Zaman Gazetesi benimle bir söyleşi yaptı, herhalde yer darlığından olsa gerek, sağın sanatçı yetiştirmesi için muhalefete düşmesi gerekliliği yazılmamış, sadece biraz süreye ihtiyacı olduğu söylenmiş. Aynı röportajda sağ cenahtaki aydınların son yıllarda kendilerini  inanılmaz derecede  yenilediklerini, komünizmin yıkılmasıyla, solun yeni arayışlar içine girerek bir zorunlu  toparlanma süreci yaşadığı, Türk solcularının 12 eylül darbesinden sonraki depolitizasyon süreciyle de kan kaybettiklerinden söz ettim.  Samimiyeti tartışılsa da Nazım şiirleri okuyan bir Türk sağı, adil düzen söyleminde Marksist felsefeden etkilenen bir sağ söylemden söz ediyoruz. Samimiyeti tartışılsa da, Sivas’ı, Maraş’ı en sonunda katliam olarak kabullenen  bir Türk sağı, Dersim katliamı konusunda  halen gaf yapabilen bir Türk solundan bahsediyoruz.  Öte yandan sağcı aydınların kendilerini belki solculara oranla daha fazla geliştirdikleri doğru olabilir ama, sağda aydınlanma bir noktada mutlaka durur çünkü sağın  kesin doğruları vardır. Bu doğrular aydınlar tarafından geliştirilen, tartışılan, değiştirilen tezler olamaz tabi, yüzyıllardır gelenekselleşen, tabulaşmış, bağlayıcı  doğrulardır. Yani, sağ entelijensiya ne kadar gelişirse gelişsin, bence bir yerde durmaya mahkumdur çünkü kesin doğruların içinde dönüp dolaşmaya mahkumdur. 
(Neyse o kadarını ben düşünemeyeceğim, entelijensiyanın kendisi düşünsün)         
Entelektüel yetiştirmek başka şey, sanatçı yetiştirmek  bambaşka!
Bir sanatçının entelektüel birikiminin olması önemli tabi ama kimse tiyatroya koca sözlerin arka arkaya sıralanmasını duymak için gitmez. Aksine, en güzel söz, en sade biçimde söylenebilendir.
Halka en yakın kahramanı yazabilmek için sağcı da olmaya, solcu da olmaya gerek yok. 
Sonuçta politik görüşlerimiz, insanı sevebilmek, insanı insanca anlatabilmek için  var. 
“O demdeki perdeler kalkar, perdeler iner”
“ Azraile hoş geldin diyebilmek hüner”
Şimdi bu dizelerin Necip Fazıl  tarafından yazılmış olması, çarpıcılığını hafifletiyor mu? Bir tiyatro yöneticisi olsam bu dizelerin yer aldığı bu oyunu mu  koşulsuz olarak seçerim, yoksa   yıllardır kendini geliştirmek zahmetine katlanmayan bir solcu yazarın oyununu mu? Necip Fazıl Kısaküreğin şairliğe adım atması , annesinin veremli yatağında duyduğu derin  acıyla, o an kağıda kaleme sarılmasının sonucudur.
Onun duyduğu bu acı, Nazım’ın hasret kaldığı yurdunda özlediği oğluna seslenişindeki şair duyarlılığına benzer:
“ Karşıyaka, Karşıyaka memleket
Deli hasret
Sana sesleniyorum
Varnadan, 
Deli Hasret
İşitiyor musun?
Oğlum,
Ey Mehmet!”
İki şairin de çocuklarının adı Mehmet’tir. Onlar,  sanatsal derinliklerini acılarıyla ve politik duyarlılıklarıyla  yoğurmuşlardır. Birinin yüreğinde komünizm ideali, diğerinin yüreğinde büyük doğu ideali vardır. İdealleri için acı çekerler, hasta anneleri, kavuşamadıkları  sevgilileri için acı çekerler. 
Oysa bugünün Türk sağcısı, 12 Eylül’ün depolitizasyon sürecine yenik düşmüş ve çok öne  çıkan    bir politik  kavganın içinde yer almamıştır. Kızının eğitim hakkı için meydanlara dökülmenin ve belki bu son günlerdeki açılım sürecindeki tavrının  dışında, politize olmamış, uzun zamandır iktidarın ona tanıdığı ayrıcalıklardan yararlanmıştır. Bu durumda, iyi sanat yapmak, duyarlı şiir yazmak, çatışma düzeyi yüksek oyunlar üretmek  zaman alacaktır.
Soldan sağa transfer edilen sanatçıların iktidar  yanlısı söylemler üretmesinden  söz etmiyorum tabi, ortaya çıkan sanat eserlerinden söz ediyorum! Dali’nin tablolarına baktığımız zaman onun faşist olduğunu bir an için unutabiliyorsak, İsmet Özel’in şiirlerini okuduğumuzda, onun sanatçı kişiliği politik kişiliğinin önüne geçebiliyorsa, acının süzgecinden geçmiş, acıtan, muhalif, samimi bir sanat eseri , ister  bir sağcının  , ister bir solcunun  kaleminden çıkmış  olsun, bizi büyüler.
Mesele bu sanat eserini izlediğimiz zaman , önyargılı kimliğimizden sıyrılıp, kendimizi sanatın büyülü dünyasına terk edecek kadar cesur olabilmektir.