23 Ocak 2010 Cumartesi

KÜRTÇE TİYATRO

12 Eylül’de İstanbul’da gerçekleştirilen Tiyatro Kurultayı’nda, sadece İstanbul’da faaliyet gösteren dört ayrı Kürt Tiyatrosu olduğunu öğrendiğimde, bu dergiye bir yazı önerisi sunmuştum. Ancak, zaman mı hızla aktı, demokrasi süreci mi hızla tıkandı bilemem: şansa ya da şanssızlığa bakın ki, Kürtçe Topluluklarıyla buluştuğum gün, DTP’nin kapatıldığı güne denk geldi!
Hani kendinizi, sanki öyle bir şey olabilirmiş gibi, bugün politika konuşmayacağım diye şartlandırısınız ya, bu kez onların ısrarla politikadan uzak durduklarını hisettim Sanki tiyatrodan konuşurken, politikadan konuşmamak mümkünmüş gibi.
Türkiye’de 1992 yılından bu yana Kürt Tiyatrosu var! Ancak Kürt Toplulukları, halen bir prodüksiyon yapacakları zaman bazen dekorlarını çöpten toplamak zorunda kaldıklarını söylüyorlar.
İstanbul’da faaliyet gösteren Mezopotamya Kültür Merkezi, Seyrü Mesel, DestAR-Theatre ve Teatra Avesta’nın birbirinden türemiş . Onlar, bu türemenin politik ayrışmadan değil, estetik kaygılardan kaynaklandığını belirtiyor
Seyri Mesel Tiyatrosu’nun Sanat Yönetmeni Erdal Ceviz, Kürt tiyatrosu konusunda en uzun çalışmaları yapmış olan kişi. Köklerini sözlü geleneklerden alan Kürt Tiyatrosunun artık estetik bilincini geliştirdiğini ve kendini estetik anlamda sorguladığını söylüyor. Shakespeare, Moliere, Brecht’in oyunları en yetkin kalemlerce Kürtçeye çevrildiği gibi, Kürt oyun yazarları da Musa Anter gibi aydınları anlatan oyunlar yazmışlar. Yani Kürt Tiyatrosu doğu kültürünün mirası olan sözlü geleneği aşmış,artık yazıya dökülen muhtelif eserler yaratmış.
Mezopotamya Kültür Merkezi oyuncuları, söyleşimize sıcak politik gelişmelerden dolayı katılamadı. Belki de haklıydılar! Son günlerde benim bile tiyatro konuşmak yerine, evde kalıp haberleri seyretmeyi seçtiğim günler oluyor.
Erdal Ceviz de değindi bu gerçeğe. Cizre’de çatışma varken, bölgede turne yapmak fazla mı romantik? Hele hele oynadığınız oyun bildik anlamda ajit-prop tiyatronun örneği değilse? DTP’nin kapatılmasının ardından nasıl ve nerede tiyatro yapılması gerektiğini sorgulamayı tekrar düşünür olmuşlar. Sokak tiyatrosu ile başlayan maceraları yine sokaklarda mı devam edecek?
Tiyatrolarının partiyle organik bir bağı olmamasına rağmen, partinin Güneydoğu’da seyirci örgütlemesine katkısı çok önemli katkısı varmış. Bu süreçte Kürt Tiyatrosu’nun ciddi bir seyirci kaybı olacaktır mutlaka!
Türkiye’de 100’e yakın Kürtçe Tiyatro yapan sanatçıdan söz etmek mümkün.. Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’ndaki kadrolu oyuncuların dışında, diğerleri, ne yazık ki, henüz tiyatrodan geçinemiyorlar, başka meslekler yapıyorlar. Sadece İstanbul’da yılda 3 ya da 4 yeni Kürtçe oyun çıkıyor. Bazı oyunlar hemen kalkarken, Qalu Qır gibi 8 yıldır oynanan oyunlar da var.
Salon bulsalar, sadece Diyarbakır’da 30 gün turne yapabileceklerini söyleyen sanatçılar, kendilerine salon tahsis etmek yerine Haldun Dormen’i kente Kürtçe tiyatro yönetmek için konuk eden Osman Baydemir’in yaklaşımının sorunlu olduğunu düşünüyorlar!
Açılım rüzgarının katkısıyla, DestAR-Tiyatro, T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Devlet Desteği almış. DestAR, şimdi, bakanlığın desteklediği bir oyunun uzun vadede sanatsal süreçlerini ve izleyicilerini nasıl köstekleyeceğini merak ediyor!
Bir dönem Mezopotamya Kültür Merkezi, Kürtçe biroyunla bakanlığa destek için başvurmuş, o zaman açılım filan yokmuş, bakanlığın çelik kapıları fena halde yüzlerine kapanmış.
TRT Şeş’in göstermelik starları olmasında sakınca görülmeyen Kürt Tiyatrocular, İstanbul’da sokağa çıktıkları zaman kimliklerinden dolayı aşağılanıyorlar, polis tarafından potansiyel suçlu olarak görülüyorlar. Onlara TRT Şeş’in kapıları açık ama mesela Siirt Halk Eğitim Merkezi’nde, Cizre’de Kürtçe oyun oynamaları epey zor!
Daha da komiği, Kürtçe yazdığı oyunun Devlet Tiyatrosu’nda oynanması için açık destek isteyen Cuma Boynukara, yetkilisi olduğu Kadıköy Belediyesi Barış Manço
Kültür Merkezi’nin kapısından yıllarca içeri sokmamış onları!
1997 yılında Ankara Tiyatro Festivali’nde Kürtçe Tiyatro girişimleri festival komitesinin iyiniyetli yaklaşımına rağmen kolluk güçlerince engellenmiş. Ancak oyunlarını 1998 yılında aynı festivalde oynamayı başarmışlar.
Şaka gibi ama, aynı oyuncular aynı oyunu aynı dilde aynı aynı kentte festivalden birkaç gün sonra oynayınca, yasaklanmış. Ne yazık ki bu yasaklama nedeniyle Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından para cezasına çarptırılmış. 2001 yılında da Olağanüstü Hal kalktığı halde, Diyarbakır Festivali’nde yasaklanmışlar.
Uluslararası festivallerde nasıl İngilizce, Almanca oyunlar izliyorsak, Kürtçe oyunlar da izleyebilmeliyiz diye düşünüyorum. Tabi ki, oyunların estetik standartları festivale uygusa! Azınlık tiyatroları için pozitif ayrımcılık yapılmalı, Bu tiyatrolar çağdaş mekanlardan yararlandırılmalı, bu çağda dekorlarını çöpten toplamamalı. Ancak, A.B.D tiyatrosunda siyah azınlıklar , kadın, eşcinsel oyun yazarlarının lehine uygulanan pozitif ayrımcılığın uzun vadede estetik yoksunluğa yol açtığı da unutulmamalı!
Kürtçe Tiyatronun emekçileriyle söyleşimizin en hassas noktalarından biri dil konusundaydı. “Kürt tiyatrosu sadece Kürtçe Tiyatro mu?” dediğim anda, ortamın gerildiğini hisettim. İstanbul’da büyüyen Mirza Metin , Kürtçeyi sahnede öğrenmiş mesela. Doğal olarak, böyle bir soru sorunca, özgürlük alanlarına müdahale ettiğimi sandı. Oysa ben konuyu daha geniş seyirci kitleleriyle buluşabilen bir Kürt Tiyatrosu yaratılabilmesi için açmıştım. Kaldı ki, DestAR’ın oyuncularından Berfin Zenderlioğlu’yla aynı sahneyi bir okuma tiyatrosu etkinliğinde paylaştığım ve ne kadar yetenekli olduğunu bildiğim için, Kürt Tiyatrocuların sadece Kürtçe oyunlarda yoğunlaşması durumunda onları geniş toplumun yitirme tehlikesi olduğunu düşünüyorum.
DestAR, tiyatroda dil sorununu aşmak için oyunlarını Türkçe üst yazıyla oynuyormuş. Ancak, söyleşiye katılan üç topluluk da, kendi dilinde varolmayan, kendi ezgisi ve tınısını bulmayan bir tiyatronun yaşamayacağının altını ısrarla çizdi.Kürtlerin çok dilli olmasından dolayı oyunlarda Kurmanca, Zazaki dilleri de kullanılıyormuş. Tiyatroda konuşma dili her ne kadar “ikincil” mesele olsa ve öncelikle sahne dilinden de söz edilse, onlar, azınlık tiyatrosu kimliğinde dil konusunun çok önemli olduğunu düşünüyorlar.
Dil demişken, “İki Dil Bir Bavul” ve “Nefes” filimlerine geliyor konu. Söyleşimize Teatra Avesta topluluğundan katılan Bilal Bulut “Nefes”’te oynamış, fakat daha sonra filmin yapımcılarıyla ters düşmüş. Film çekimi sırasında çok yalnız kaldıklarını ve medyada Güneydoğu gerçeğinin bavulun içinde kalmasının herkesin işine geldiğini anlatıyor.
Sanat ve tabu demişken, salt bir azınlık adına tiyatro yapmanın dertlerinden konuşuyoruz. Cemaat tiyatrosu olarak özgürler mi?
Öncelikle, cemaat tiyatrosu yakıştırmasını kabul etmiyorlar. Kürt gelenek ve göreneklerini rahatça eleştirebildikleri gibi, savaş karşıtı söylemler geliştirebildiklerini anlatıyorlar.
2007 yılında sahneledikleri “Xewn u Xeyal” oyununda savaşın iki tarafını da rahatça eleştirmişler. Burada silaha sarılan bir Kürt genciyle ilgili olarak da eleştirilerini dillendirmişler.
Qal u qir oyununda cinsellik içeren bazı sahneler varmış. Seyri Mesel topluluğu oyunu İstanbul’da sahnelediklerinde, Diyarbakır’da çok eleştiri alabilecekleri konusunda uyarılmış ama tiyatro tabuları yıkmalı diyerek sahnelere dokunmamışlar ve aksine Diyarbakır köylüleri tarafından ayakta alkışlanmışlar!
Murat Batgi’nin “Ziman direjé adlı stand up gösterisinde, Kürt kurum ve siyasetçilerine ironik göndermeler yapılır, DTP’li milletvekilleri ti’ye alınır, herkes de çok gülermiş.
Tiyatro ırkçılık, milliyetçilik, sınıf ayrımcılığı, etnik ayrımcılığın tuzağına düşmemeli. Kürt Tiyatrosu emekçileri de Kürt Milliyetçiliğinin sınırlarını çoktan aşmış, evrensel bir sahne dilinin savaşını veriyorlar.
Tiyatro Avesta Shakespeare’in Romeo Jüliet’ini hazırlıyor yeni sezon için. Yoo, yoo. O en beylik yorumla değil. Hani, Romeo Türk, Jülyet Kürt kızıdır filan!
Seyri Mesel, Jean Genet’nin Hizmetçiler’ini oynamış. Yoo, yoo. O ilk akla gelen, en klişe, ayrımcı yorumla değil.Ev sahibi Türk, hizmetçiler Kürttür mesela!
Tiyatro prototipleri kırarak, toplumsal klişelerin yerleşmesini önler. Gani Şavata v.b’nin alıştırdığı gırtlaktan konuşan Kürt imajının kırılması için, aynı biçimde Güneydoğu’da asker, polis, memur öğretmen kimliğinden dolayı “üniformalı” ya da “önlüklü” tanınan
Türk prototipinin yıkılması için mücadele ediyorlar. Bunun için de özgür bir tiyatroya ihtiyaçları var.
Bu yazıyı okurken, Kandemir Konduk’un“Yasaklar” oyununun bile yasaklandığı,Başbakan’la ilgili bir fıkra anlattığı gerekçesiyle “Laz Marks” adlı oyun hakkında soruşturma açıldığı, Kadıköy Belediyesi’nin Zülfü Livaneli oyunları için de salon tahsis etmediğini düşünüp, “ha Kürt, ha Türk” sorunlar aynı diyebilirsiniz!
Ne yazık ki son zamanlarda özgürlüklerimizle eğil, mahrumiyetlerimizle özdeşleşir hale geldik.
Söyleştiğim tiyatrocuların deyimiyle açılım saçılıma dönüştü.
Ancak, söyleşimizin ortak düşüncesi şudur ki: devlet “Kürlere bir oda verdim, hürmette küsur ederlerse geri alırım” mantığından vazgeçmeli.
Oyun yazarı Cihan Şan , Karamazof Kardeşler’den bir metaforla bitiriyor : “Babamız kızsa da,kızmasa da, biz bu evde yaşıyoruz ”

Bu yazı Milliyet Sanat Dergisi'nin Ocak Sayısı'nda yayınlanmıştır.