ÖLMEMİŞ BİR SANATÇININ CENAZESİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
NEDİM SABAN
nedimsaban@superonline.com
30 Ocak Cumartesi sabahı Teşvikiye Camii’de tek başımaydım. Hüngür hüngür ağlıyordum.
Caminin imamının yanına yaklaştım.
- Hatun kişinin hakkını helal ediyorum dedim.
Bana çok tuhaf bakışlarla baktı. Sabah sabah burada ne işin var demek ister gibiydi.
 -“Beni tanımadınız mı?Hani Bayram sabahı, siz sabah namazından çıkmıştınız, ben de mahallenin çocuklarına çikolata dağıtıyordum. Bayramlaşmıştık”  
-         Aman efendim, sizi herkes tanır. Sevilen bir sanatçısınız, ailecek izliyoruz.
-         Zaten ben  Teşvikiye’ye , aksatmadan yılda 8 ila 10  defa gelirim Teşvikiye. Son olarak Cüneyt Gökçer’i uğurladık buradan. Şimdi de Ayten Erman’a geldim.
-         Anladım Nedim Bey. Ama şu anda bir yanlışlık olmasın.  Saat sabahın körü. Gördüğünüz gibi avluda da cenaze filan yok.
Avluya gözümü diktiğimde, bir iki güvercinin uçuşması, bir iki kedinin dolaşması ve soğuğun ruhumu sarmalaması, soğuğun beni acıtması dışında bir şey yoktu gerçekten. Öğle namazında Ömer Uluç Bebek Camii’den kalkacaktı, geçen gün Nedim Doğan adlı tiyatrocu ağabeyimizi Bakırköy’den uğurlamıştık. Ama ben Zaman Gazetesi’nde 30 Ocak sabahı okuduğum  “Tiyatro patronlarına helallik vermeden öleceğim” başlıklı çarpıcı yazıdan sonra, Ayten ablanın da öldüğünden çok emindim.
100 kişilik bir ekiple Anadolu yollarını aşındırdığımız Zeki Müren Müzikali’nde, bir gün bile en ufak bir kapris yapmadan,  sahnede en ufak bir disiplinsizliğe izin vermeden, tüm turnelerde otobüsteki en ön koltuğa tam zamanında oturarak genç meslektaşlarına  örnek olan neşeli, dürüst Ayten Erman’ın hakkını helal etmeye gelmiştim Teşvikiye’ye.  59 yılın tiyatro emekçisi son olarak Cennet Mahallesi’nin Kısmet Ana’sı olmuş. Daha eski televizyon izleyicileri  onu Cadaloz Mefaret olarak tanıyorlarmış. Cadaloz Mefaret, cenazesinde tabutunun içinden fırlayıp,  onu zamanında sigortalamaysan, ya da sigorta primlerini yatırmayan, yevmiyelerinin üzerine yatan  tiyatro patronlarını pataklamak istiyormuş.
Ah keşke Azrail cenazelerde ölülere son bir söz hakkı verebilse!
(Geçen gün  emektar tiyatro sanatçısı Nedim Doğan’ın cenazesindeydim mesela. Rahmetlinin en büyük isteği bir bulmacada resminin çıkmasıymış. Sağolsun Levent Kırca , ona sürpriz yaparak,  bunu sağlamış. Peki, kanserle boğuştuktan ve kanseri yendiğini sandıktan sonra, tiyatro organizasyonlarında birlikte çalıştığımız Nedim Doğan’ın, ruhundaki karanlık bulmacaları kim çözer? Örneğin Avcılar’da örnek bir belediye tiyatrosu kurmuşken, elinden   kayıp giden bir tiyatroyu görmek  onun gibi bir tiyatro aşığını tam anlamıyla hasta etmişti!  O dönem haklı gerekçeleri de olsa, Avcılar’da yaşayan bir sanatçıya  bu kadar büyük bir saygısızlık yapan bir belediyenin Bakırköy’den kalkan bir cenazeye en azından bir çiçek göndermesi gerekirdi diye düşünüyorum.)
Gelelim Ayten Erman’ın  eski tiyatrolarının patronlarına helallik vermeme meselesine! Sağolsun beraber çalıştığı tiyatrolar arasından bizim tiyatromuz olan Tiyatrokare’yi  ve Tuncay Özinel Tiyatrosu’nu ayırmış, diğer tiyatrolardan haklarını alamadığı için veryansın etmiş. Dormen Tiyatrosu’nun ne güçlüklerle kapandığını bildiğim için, bu yargının dışında tutulması gerektiğine inanıyorum. Ancak, sevgili Ayten Erman ablamızın 75 yaşında, ödenmemiş  30 milyar emeklilik primi nedeniyle halen emekli olamasının bir sanatçıyı yaşarken öldürdüğünü düşünüyorum.
Bu nedenle, sözkonusu miktarın toplanmasına öncülük etmeye ve  kendi bütçemden  katkı sağlamaya hemen hazırım.
Cenazelerde, gözümü tabutlardan alamam. Egoları şişik de olsa, dünyalıkları büyük de olsa, cüsseleri kocaman da olsa, tabut boylarının fazla değişmediğini görürüm.
Ayten Abla,  şişman, tonton, cüsseli biri! Yürüme güçlüğü çekiyor yıllardır. Zeki Müren Müzikali’nin Bodrum’daki ihtişamlı galasında, sahne arkasında, karanlıkta  düştü. Ben panikledim tabi.
“Abla, oyunu keseyim mi? “ dedim.
Tiyatrocuların, “the show must go on” sözüne hiç  inanmam çünkü. Moliere sahnede ölmüş,
Türkiye’ye gelseydi, bence kırk yıl evel geberirdi. Biz tiyatrocularımızı sahnede değil, gazete röportajlarında kırk kez öldürüyor, gömüyoruz vefasızlığımızla.
Ayten Abla,  oyunu gala gecesi ortada kesme  teklifime çok şaşırdı,
“Ne diyorsun evladım, galada  3000 kişi var” dedi, toparlanarak.
“Abla, onlar yapımcı olarak benim düşmemi bekliyorlar, senin düşmeni değil” dedim.
Ayten Erman, acılar içinde oyuna devam etti ve bitirdi.
Bugün, Zaman Gazetesi’ndeki söyleşiyi okuduktan sonra, ben aynı acıyı duydum. Onu bayramlarda arardım, sonra I Phone’a geçince, numaralarım silindi, sanki bahaneymiş gibi, arayamadım.  Kardeşi Ayşen Gruda’yı gördüğümde hatırını sormuştum, o da aksi kadın, anladığım kadarıyla ablasının onurunu zedelemek istememiş. Kimse Yok Mu Derneği’ne, eski bir dostumu bana tekrar hatırlattığı için teşekkürü borç biliyorum. 
Eski oyuncularımıza vefa gösteren Okan Bayülgen’imiz, Cem Yılmaz’ımız var. Bir de kafalarını çeviren, ciplerinin camlarını buzlatan, telefona çıkmayan hayvancıklarımız var.
Amerikalı yazar ,A.R. Gurney’nin ” Yemek Odası” diye bir oyunu vardır. Prova edilmesi çok kolay, kısa sahnelerden oluşur.  Gelin; halen insan kalanlarla bu sahneleri toparlayalım, şu eski oyuncularımız için  jübileler yapıldığında bu oyunu farklı farklı kadrolarla sahneye koyarız, her defasında İbrahim Tatlıses’in, Sezen Aksu’nun  kapısına gitmekten kurtuluruz.
Ulvi Alacakaptan’ı günahım kadar sevmem. Adamın politik olarak tutarlı olduğuna inanmıyorum ama  Allah için, imanlı olduğuna inanıyorum. TODER başkanıyken, en azından zor durumdaki oyuncular için geceler düzenlendiğinde, elinden geldiğince  bir şeyler yapardı.  Özel gecelere kendi cebinden  bilet  aldığına şahidim Şimdiki  Tiyatro Oyuncuları derneği ne yapıyor acaba? En son duyduğumda Kadıköy Belediye Başkanı’ndan lokal dileniyorlardı!
Zaman Gazetesi’ndeki bu yazı beni sadece Ayten Erman’ın değil,  pek çok  sanatçının cenazesine götürdü erkenden. Onlara ölmeden sahip çıkalım beyler! Tiyatro Oyuncuları derneği diye bir derneğimiz varsa, bu dernekten bunu istemek hakkımızdır. Yıllarca sendikalaşmaktan, politize olmaktan, direnmekten  korktuk. Belki bugün gazetede Ayten Erman söyleşisi okuyacağımız yerde, TEKEL işçilerinin onurlu direnişi gibi, kültür baronlarına karşı tiyatro, sinema, televizyon sanatçılarının direnişini okuyor olacaktık!  
Tartışılması gereken tek konu, sanatçılarımızın   kiralarını ödeyememeleri, sigorta primlerini ödeyememeleri, ilaç alacak durumda olamamaları, işsizlikten intiharın eşiğinde olmaları da değil  bence. Bazıları setlerde köle durumunda, şerefleri ayaklar altında…. Ayten Erman en azından özgürce konuşabilmiş!
Ya zincirlerine rağmen medyatik olduğunu sananlar?