18 Ocak 2010 Pazartesi

TÜRKİYE'NİN KAYASI

Yıllar önce Amerika’daki eğitimimi tamamlayarak ülkeme döndüğümde, Tiyatrokare’de Macide Tanır’ın sahneye dönmesine öncülük ettiğim gün, virtüözlerin imza attığı önemli projelerin tarihte tabi i ki önemli bir yer tutacağını, ancak tiyatromuzun gerçek kurtuluşunun yeni kalemlerde yattığını vurgulamıştım.Bu amaçla, o gün yeni açılan Akbank Sanat Merkezi’nde bir laboratuvar oluşturmuş ve altı haftada altı yeni oyunun yazılmasına öncülük etme onurunu yaşamıştım. O dönem laboratuvara katılan yetmiş genci yeni binasında ağırlayan kültür merkezi, binanın yıprandığı ve tuvaletlerin çok kötü kullanıldığı gerekçesiyle, bir bankaya en önemli armağan olabilecek Hamit Belli’nin vizyonu ve ısrarına rağmen bu laboratuvarı durdurarak, bence tiyatronun geleceğine darbe vurdu. Şimdiki aklım ve gücüm olsaydı, her şeye rağmen kendi olanaklarımı seferber eder, bu çalışmayı sürdürürdüm.
Yıllar sonra Mehmet Ergen, yine Akbank’ın desteğiyle, bu kez İngiliz Kültür Derneği’nin de desteğini alarak, kesintiye uğrayan bu çabaları sürdürdü. Sibel Arslan Yeşilay, Yeşim Gülan, Ceren Ercan, Mark Levitas da genç yazarlara destek veren sanatçılar arasında! Biz köstek verenleri de biliyoruz. Devlet Tiyatroları repertuarına alınan bir oyunda küfürlü bir dil kullanıldığı gerekçesiyle kendisinden 55 yaş genç meslektaşını bakana ihbar eden şerefsizin adı bende saklı!Bir dramatik metnin oluşumu, roman ya da öykünün aksine, tiyatronun mutfağına girmeyi gerektiriyor.
Oyun yazarına, oyuncu, yönetmen, dramaturgla çalışma ve oyun sahnelenmeden önce, oyununun sesini duyma şansını vermek gerekiyor! Dünya tiyatrosu böyle gelişiyor. İngiltere’de Royal Court, Amerika’da Playwrights Horizons, New York Theatre Workshop örneği karşımızda. Son otuz yılda başarıya ulaşmış hiçbir oyun okuma tiyatrosu evresinden, laboratuvar tiyatrosuna, ardından bölgesel tiyatro denemesine gitmeden Broadway ya da West End’de perde açmadı. Okuma tiyatrosu deyip geçmeyin! Meryl Streep’ten, Al Pacino’ya kadar pek çok önemli isim gelişimine inandıkları oyunlara destek vermek için, daha oluşum aşamasında iki saatlerini okuma seanslarına ayırarak, yazarların emeklerini taçlandırıyor. Böylece tiyatro yazarları, televizyondan, sinemadan kazanacakları yüz binlerce doları oyun yazmaya feda etmeyi düşünebiliyor, yine ve yeniden, ısrarla tiyatro için yazıyorlar.Yıllar önce, damdan düşer gibi niçin yapıldığını halen anlayamadığım bir yerli oyun yazım panelinde laboratuvar fikrini ortaya atmış, ustaların da yeni oyunlarını workshoplarda biçimlendirmeleri gerektiğini söyleyince, rahmetli Recep Bilginer’in direnciyle karşılaşmıştım.
Deneyimli yazarların “biz yazarsak zaten iyidir” mantığını hemen terk ederek, mutfağa girmeleri şarttır. Bir oyunun klavyede değil, yaratıcı bir ekiple biçimlendirilmesi gerekir. Burada sadece yazarı değil, dramaturgu da, mutfağa davet etmek lazım tabi. Ödenekli tiyatroda haftada bir gün toplantıya uğrayıp, oyunlara resmi dille, yarım saman kâğıdına rapor yazma zamanı askerlikte kaldı!
Lemi Bilgin, Genel Müdür olarak Devlet Tiyatrosu’nda son derece yenilikçi çalışmalara imza atıyor. Bu yıl tiyatronun kuruluşunun 60. yılını da oynanmamış altmış oyunla kutlamak, kutsanacak bir düşünce, ancak ne yazık ki köksüz! Bu tiyatronun altmış yeni oyun çıkartabilmesi için kendini yeni yazarların gelişimine, yeni oyunların hayat bulmasına adıyor olması gerekirdi. Dramaturgların mutfakta bu oyunlar üzerinde çalışıyor olması gerekirdi.İstanbul Şehir Tiyatroları eski Genel Sanat Yönetmeni Gencay Gürün, ‘Lozan’ adlı oyundaki dönemsel hataları gördükten sonra günlerce uyumamış, İstanbul DT Müdürü Gürzumar’ı telefonla aramak istemiş. Bu zat, müdür olduktan sonra telefona çıkmamakla ünlü. Herhalde provaya gidip, bu hataları görmediği gibi, Gürün’ün de telefonuna çıkıp hataları dinlemezdi. Aynı biçimde ‘Fesleğen Çıkmazı’ oyununda hatırı sayılır derecede dramaturjik hata varmış. Bunların büyük bölümü, sahneye yansımadan, prova aşamasında düzeltilmiş ama insan, oyun yazarını provaya çağırıp metin çalışması yapmaz mı yahu?Devlet Tiyatrosu’nun bu iyi niyetli ancak haklı olarak kökü olmayan çalışmasının kurumsallaştırılmasının örneği, başka bir ödenekli tiyatroda veriliyor. Ayşenil Şamlıoğlu, Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni olarak önemli bir çalışmaya imza atıyor. Eğer sabrederlerse, işte günün birinde, bu çalışmanın sonucundan altmış köklü oyun çıkacaktır. Kurumda okuma tiyatrosu örneği olarak sunulan, Fehime Seven’in ‘Türkiye’nin Kayası’ adlı oyunu okuyarak, kendime bir yılbaşı hediyesi verdim. Fehime, 16 yaşında bir Bulgar göçmeni. Öncelikle özgür bir dille yazmış, bildiği bir dünyayı, korkmadan yazmış.
O dönemlerde ben de yazmaya başlamıştım. En büyük korkum ,”babam kızar mı?” sorusuydu. Fehime, bu fobisini çoktan yenmiş çünkü oyundaki, otobiyografik olması olası olan hımbıl baba figürü o kadar sağlam geliştirilmiş ki!
Şu dönem yazan olgun oyun yazarlarımız babalarından korkmuyor olabilir ama çoğunun başka türlü babalardan ve statükodan ödü çıtlıyor! Hele hele İskender Pala’nın son yazısından sonra...İşte bu yüzdendir ki, Türkiye’nin kayalarını yetiştiren Şehir Tiyatrosu ve Devlet Tiyatrosu gibi kurumlara, kendilerini Fehime’lere adayan tiyatro insanlarına sahip çıkalım. Birleşelim ki, bu kayalar sağlamlaştıkça, İskender Pala ve onun gibilerin attığı minik taşları parçalamak çok kolay olacaktır.