20 Ekim 2012 Cumartesi

YOKUŞ AŞAĞI BİR DÖNÜŞÜM PROJESİ

 

Fazıl Say Davası’nı gözlemlemek  için Türkiye’ye gelen Der Spiegel Muhabiri ile söyleşimizin sonunda, konu paranın el değiştirmesi ve  güzelim İstanbul’un rantiyelere teslim edilmesine geldi…


Atatürk Kültür Merkezi’nde oynanmak isteyen, ancak duyarlı bir sanatçı kitlesi tarafından bozulan Taksim’i dönüştürme  oyunu, kentin pek çok mahallesinin savunmasız insanlarını ve “ötekilerini” vurdu.Şimdi kanayan  başka bir yara, Tarlabaşı gerçeği var… Tarlabaşı’nın kentsel dönüşümü,  yeni bir  kirli   temizlik  çabası … Alman Gazeteci arkadaşım, Fazıl Say ile birlikte  bu projeyi de izliyor. Tarlabaşı’nın son  yıllarda sırf rant uğruna ,  araya nifak tohumları eken rantiyeler tarafından özellikle kirletilerek, temizlenme bahanesinin yaratıldığına inanıyor … Bu özel yerin de TOKİ estetiğiyle dönüştürüleceğinden ürken biri olarak, bırakın da her kentte olduğu gibi, İstanbul’un da bir arka yüzü olsun diyorum… Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu, Haydarpaşa Garı’nı filan “temizlemek”, Ataşehir’i, Beylikdüzü’nü , Bahçeşehir’i ünyanın en çirkin yapılarıyla donatmak, aynı dar görüş ve zeka seviyesinin ürünü… Bir alışveriş merkezi, birkaç kafe ve ibadethane armağan ederek, insanoğlunu zeka seviyesi düşük evlerin içine kilitleyip, haftada 60 televizyon dizisi ile belleğimizi silmek, George Orwell’in bile hayal edemeyeceği kuru bir faşizm uygulaması …


İstanbullular olarak   bu berbat dönüşüme sessiz kalıyor, belleğimizin silinmesini kabullenebiliyoruz. Standart insan haline çevrilen bizler, bizim dışımızdakilere tahammül edemeyen bir ezici çoğunluğa dönüştürülürken, kendimizin bile farklı yüzlerinin silinerek, tek tipleştirilmesini kanıksamış durumdayız.

Bugüne kadar pek çok başarılı çalışmasını alkışladığım Altıdan Sonra Tiyatro’nun kentsel  dönüşüm projesini bu yüzden çok önemsemiştim.Almanya’daki Lokstoff Tiyatro ile ortak olarak gerçekleştirilen “Yokuş Aşağı Emanetler”,  40 katılımcının Asmalımescit’ten Tophane’ye kadar yürüyerek, farklı İstanbul kişilerinin öykülerini dinemesinden oluşuyor. Kumbaracı 50’nin tiyatro salonunda sonlana oyun boyunca, sadece oyuncuları değil, İstanbul’un yoldan geçen  farklı insanlarını da izliyorsunuz. Benim oyuna dahil olduğum gece gitarıyla Beyoğlu’nda bir yere yetişen Murat Evgin’den, Kumbaracı yokuşuna paralı bir turist bırakan taksiciye, Yeşilçam’ın sarhoş bir figüranından, yokuşun dibindeki evine gitme çalışan muhtemel bir Rum teyzeye kadar pek çok insanın da isteyerek ya da istemeyerek, bilerek ya da bilmeyerek oyuna dahil olduğunu gördüm.

 
İstanbul demek, bu insanların coğrafyası demek… Ancak “Yokuş Aşağı Emanetler” projesi, bu zenginliklerle kucaklaşamamış, fikirde iyi ama yüzeyde kalmış bir proje… Kentsel dönüşüm gibi son derece siyasi bir meseleyi , politikadan arındırılmış, hijyenik ve Beyaz Türklerin  dar çerçevesinden anlatmanın  alkışı hak eden hiçbir yanı yok. Projede yer verilen öyküler yüzeysel, sembollerin içine sıkıştırılmış hayatlar ilginç olmadığı gibi, insan kıyımını anlatmaktan son derece uzak… Oyunda sadece bir kolsuz anahtarcı tipi ilginç… İstikjlal Caddesi’nin  ortasında, Türkiye’ye reva görülen üçüncü sınıf Cirque de Soleil soytarılarını aratmayan soytarı, çöpleri son derece temiz ve hijyenik bir el arabasıyla toplayan orta sınıf homeless tiplemeleri son derece itici…


Bir kentin ve bir toplumun belleğine bu kadar acımasızca kıyılan bir dönemde, orta sınıfın ahlak değerlerine hapsedilmiş bir gözle ve baskıcı bir çoğunluğun klişelerle bezeli diliyle alelacele ve özensizce kotarılmış bu proje  bırakın  kentsel dönüşüme karşı durabilmeyi, bizi dönüşüm konusuna yabancılaştırıyor adeta…

Bu şehrin insanları Sulukule’de ve pek çok yerde, evleri ve kültürleri uğruna örnek bir mücadele veriyorlar. Avrupa Birliği’nin gözüne hoş görünmek için kotarıldığı besbelli olan oyuna ilham kaynağı vermeliydi bu mücadeleler…Ancak ne yazık ki, görmezden gelinmiş. 

İyiniyetli bir çalışma için bir arsaya gelindiği  kesin, ama bu kadar çok sayıda ve bu kadar önemli kurumlar tarafından desteklenen projenin iyiniyetten öteye geçmesini beklemek, hele hele projeye imzasını atan Altıdan Sonra Tiyatro’nun geçmiş çalışmalarındaki başarıyı bilenler için son derece haklı bir beklenti, değil mi?

İyi ki İstanbul sokaklarında yürüyen ve hala bir öyküsü olanlar var da, Yokuş Aşağı Emanetler’in anlatamadıklarını her gün, her saniye yaşatıyor, kentin belleğini yaşatabiliyorlar.