Fazıl Say Davası’nı gözlemlemek için Türkiye’ye gelen Der Spiegel Muhabiri ile
söyleşimizin sonunda, konu paranın el değiştirmesi ve güzelim İstanbul’un rantiyelere teslim edilmesine
geldi…
Atatürk Kültür Merkezi’nde oynanmak isteyen, ancak duyarlı
bir sanatçı kitlesi tarafından bozulan Taksim’i dönüştürme oyunu, kentin pek çok mahallesinin savunmasız
insanlarını ve “ötekilerini” vurdu.Şimdi kanayan başka bir yara, Tarlabaşı gerçeği var…
Tarlabaşı’nın kentsel dönüşümü, yeni
bir kirli temizlik
çabası … Alman Gazeteci arkadaşım, Fazıl
Say ile birlikte bu projeyi de izliyor.
Tarlabaşı’nın son yıllarda sırf rant
uğruna , araya nifak tohumları eken
rantiyeler tarafından özellikle kirletilerek, temizlenme bahanesinin
yaratıldığına inanıyor … Bu özel yerin de TOKİ estetiğiyle dönüştürüleceğinden
ürken biri olarak, bırakın da her kentte olduğu gibi, İstanbul’un da bir arka
yüzü olsun diyorum… Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu, Haydarpaşa Garı’nı filan
“temizlemek”, Ataşehir’i, Beylikdüzü’nü , Bahçeşehir’i ünyanın en çirkin
yapılarıyla donatmak, aynı dar görüş ve zeka seviyesinin ürünü… Bir alışveriş
merkezi, birkaç kafe ve ibadethane armağan ederek, insanoğlunu zeka seviyesi
düşük evlerin içine kilitleyip, haftada 60 televizyon dizisi ile belleğimizi silmek,
George Orwell’in bile hayal edemeyeceği kuru bir faşizm uygulaması …
İstanbullular olarak bu berbat dönüşüme sessiz kalıyor,
belleğimizin silinmesini kabullenebiliyoruz. Standart insan haline çevrilen bizler,
bizim dışımızdakilere tahammül edemeyen bir ezici çoğunluğa dönüştürülürken,
kendimizin bile farklı yüzlerinin silinerek, tek tipleştirilmesini kanıksamış
durumdayız.
Bugüne kadar pek çok başarılı çalışmasını alkışladığım Altıdan
Sonra Tiyatro’nun kentsel dönüşüm
projesini bu yüzden çok önemsemiştim.Almanya’daki Lokstoff Tiyatro ile ortak
olarak gerçekleştirilen “Yokuş Aşağı Emanetler”, 40 katılımcının Asmalımescit’ten Tophane’ye
kadar yürüyerek, farklı İstanbul kişilerinin öykülerini dinemesinden oluşuyor.
Kumbaracı 50’nin tiyatro salonunda sonlana oyun boyunca, sadece oyuncuları
değil, İstanbul’un yoldan geçen farklı
insanlarını da izliyorsunuz. Benim oyuna dahil olduğum gece gitarıyla
Beyoğlu’nda bir yere yetişen Murat Evgin’den, Kumbaracı yokuşuna paralı bir
turist bırakan taksiciye, Yeşilçam’ın sarhoş bir figüranından, yokuşun
dibindeki evine gitme çalışan muhtemel bir Rum teyzeye kadar pek çok insanın da
isteyerek ya da istemeyerek, bilerek ya da bilmeyerek oyuna dahil olduğunu
gördüm.
İstanbul demek, bu insanların coğrafyası demek… Ancak “Yokuş
Aşağı Emanetler” projesi, bu zenginliklerle kucaklaşamamış, fikirde iyi ama
yüzeyde kalmış bir proje… Kentsel dönüşüm gibi son derece siyasi bir meseleyi ,
politikadan arındırılmış, hijyenik ve Beyaz Türklerin dar çerçevesinden anlatmanın alkışı hak eden hiçbir yanı yok. Projede yer
verilen öyküler yüzeysel, sembollerin içine sıkıştırılmış hayatlar ilginç
olmadığı gibi, insan kıyımını anlatmaktan son derece uzak… Oyunda sadece bir
kolsuz anahtarcı tipi ilginç… İstikjlal Caddesi’nin ortasında, Türkiye’ye reva görülen üçüncü
sınıf Cirque de Soleil soytarılarını aratmayan soytarı, çöpleri son derece temiz
ve hijyenik bir el arabasıyla toplayan orta sınıf homeless tiplemeleri son
derece itici…
Bir kentin ve bir toplumun belleğine bu kadar acımasızca
kıyılan bir dönemde, orta sınıfın ahlak değerlerine hapsedilmiş bir gözle ve
baskıcı bir çoğunluğun klişelerle bezeli diliyle alelacele ve özensizce
kotarılmış bu proje bırakın kentsel dönüşüme karşı durabilmeyi, bizi
dönüşüm konusuna yabancılaştırıyor adeta…
Bu şehrin insanları Sulukule’de ve pek çok yerde, evleri ve
kültürleri uğruna örnek bir mücadele veriyorlar. Avrupa Birliği’nin gözüne hoş
görünmek için kotarıldığı besbelli olan oyuna ilham kaynağı vermeliydi bu
mücadeleler…Ancak ne yazık ki, görmezden gelinmiş.
İyiniyetli bir çalışma için bir arsaya gelindiği kesin, ama bu kadar çok sayıda ve bu kadar
önemli kurumlar tarafından desteklenen projenin iyiniyetten öteye geçmesini
beklemek, hele hele projeye imzasını atan Altıdan Sonra Tiyatro’nun geçmiş
çalışmalarındaki başarıyı bilenler için son derece haklı bir beklenti, değil
mi?
İyi ki İstanbul sokaklarında yürüyen ve hala bir öyküsü
olanlar var da, Yokuş Aşağı Emanetler’in anlatamadıklarını her gün, her saniye
yaşatıyor, kentin belleğini yaşatabiliyorlar.